Sakin Öner

Tüm yazıları
...

II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Türk Milliyetçiliği-9

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

2. II. Meşrutiyet dönemi milliyetçiliğinin önemli şahsiyetleri

2.1. Dönemin milliyetçi şahsiyetlerine genel bakış

2.1.4. Ziya Gökalp

Türk Milliyetçiliği Tarihi’nin II. Meşrutiyet’in İlânından Cumhuriyet’in İlânına kadar devam eden en hareketli ve verimli döneminde, dil ve edebiyatta Ömer Seyfettin ne kadar etkili olmuşsa, Türk milliyetçiliğini sistematik bir düşünce haline getiren de Ziya Gökalp’tir. O, fikirleriyle ve Türkçülüğün Esasları isimli eseriyle Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce dünyasının oluşumunda da çok büyük etki yapmıştır. 1923 yılında yayımladığı, Türk milliyetçiliğinin tüm fikir ve tekliflerini bir sistem bütünlüğü içinde ortaya koyan Türkçülüğün Esasları isimli sosyolojik eseri, Türk milliyetçilerinin temel eserlerinden biridir.

Ziya Gökalp 23 Mart 1876’da, Diyarbakır Çermik’te dünyaya geldi. O tarihlerde Diyarbakır, Türk, Kürt ve Ermeni toplulukların birlikte yaşadığı bir coğrafyaydı. Onun milliyetçi kimliğinin oluşmasında bu kültürel iklimin büyük etkisi vardır. Fikir hayatının oluşmasında ilk etki, babası Tevfik Efendi’ye aittir. Edebiyata meraklı biri olan Tevfik Efendi,  oğlunun milli ve muhafazakâr değerlerle, İslâmî inançlarla yetişmesini, modern bir eğitim almasını, hem Doğu, hem Batı kültürünü öğrenip bunları kıyas ve telif etmesini istiyordu. 28 Aralık 1888′de Namık Kemal’in vefatı üzerine oğluna, onun gibi hürriyetçi ve vatansever olmasını öğütlemiştir.

II. Meşrutiyet’e kadar

1886’da Mekteb-i Rüştiye-i Askeriye’de okurken, hocası Kolağası İsmail Hakkı Bey’den hürriyet fikrini aldı.   1890’da amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den İslâm ilimleri ile ilgili ders almaya başladı. 1891’de Diyarbakır’da İdadi-i Mülkiye’ye kaydoldu. 1893’te hocalarından Doktor Yorgi Efendi’den Fransızca ve felsefe dersleri, Maarif Müdürlüğü ve İdadi’de tarih öğretmenliği yapan Mehmet Ali Ayni’den ise tarih dersleri aldı. Son sınıfta okurken “Padişahım Çok Yaşa” yerine “Milletim Çok Yaşa” diye bağırınca hakkında soruşturma açıldı. O sırada okulun süresi beş yıldan yedi yıla çıkarılınca 1894’te okuldan ayrıldı.

Liseden ayrıldıktan sonra amcasından Arapça ve Farsça dersleri aldı. Tasavvufla ilgilendi. Fransızca öğrenmeye başladı. Diyarbakır’da görevi olan Batıcılık akımının önde gelen düşünürlerinden Doktor Abdullah Cevdet Bey ile tanıştı ve fikirlerinden etkilendi. 18 yaşındaki Mehmet Ziya, içine girdiği psikolojik bunalım sonucu, başına bir kurşun sıkarak intihara teşebbüs etti. Kurşun, morfinsiz bir ameliyatla çıkarıldı. İntihar girişiminden sonra kendisini tekrar okumaya verdi. Hilmi Ziya Ülken, Gökalp’ın intihar sebebi olarak, Hocası Dr. Yorgi Efendi’den aldığı felsefe eğitimi ile ailesinden aldığı dini eğitim arasında yaşadığı inanç krizini göstermektedir.(1)

1896’da İstanbul’a giden Gökalp, ücretsiz olduğu için Baytar Mektebi’ne kaydını yaptırdı. Burada meşrutiyet ve hürriyet mücadelesi veren İbrahim Temo ve İshak Sükûti ile tanıştı. Jön Türklerden etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. “Yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmak” nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı.

Yükseköğrenimini tamamlayamayan Mehmet Ziya, serbest bırakıldıktan sonra 1900’de Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. Orada vefat eden amcasının vasiyeti üzerine kızı Vecihe ile evlendi. Bu evliliğinden bir oğlu (Sedat), üç kızı (Seniha, Hürriyet, Türkan) dünyaya geldi. 1908’e kadar Diyarbakır’da küçük memuriyetler yaptı ve el altından hürriyet çalışmalarını yürüttü. Başında Kürt asıllı İbrahim Paşa’nın bulunduğu Hamidiye Alaylarının yaptığı hırsızlık ve soygun olaylarına karşı halkı ayaklandırdı ve üç gün boyunca Diyarbakır Telgrafhanesini işgal etti. Uzun mücadelelerden sonra İbrahim Paşa ve adamlarının bölgeden uzaklaştırılmasın sağladı. İbrahim Paşa’nın halka yaptığı zulümleri “Şaki İbrahim Destanı” adlı eserinde anlattı. 1904-1908 yılları arasında Diyarbakır Gazetesi’nde şiir ve yazıları yayımladı.

II. Meşrutiyetten sonra

Gökalp, II. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu. “Peyman” gazetesini çıkardı. 1909’da Selanik’te toplanan İttihat ve Terakki Kongresi’ne katıldı ve merkez yönetim kuruluna seçildi. Selanik’te kalarak İttihat ve Terakki Selanik Şubesi’nin gençlik biriminin başına geçti ve gençlere sosyoloji ve felsefe dersleri verdi. Lise programlarına “Sosyal Bilimler” dersini koydurdu. Bu süreçte dilde Türkçülük yapan ve millî bir edebiyatın kurulması için çaba gösteren “Genç Kalemler” mecmuasının başındaki Ömer Seyfettin ve Ali Canip (Yöntem) ile tanıştı. Gökalp bu dergideki yazılarıyla başlatılan “Yeni Lisan” hareketine destek oldu.

Selanik’te yayımlanan bir felsefe dergisinde yazılar yazdı. O dönemde halk hikâyelerini okudu, Mehmet Emin Yurdakul’un etkisinde kaldı. Daha önce aruz vezniyle şiirler yazarken, hece ölçüsüyle ve halk diliyle şiirler yazmaya başladı. Dünyadaki Türkleri birleştiren bir Türk devleti kurulması ülküsünü benimseyen Gökalp, bu konudaki duygularını dile getirdiği  “Altın Destan”ını 1911’de Genç Kalemler Dergisi’nde yayımladı.

1912’de İttihat ve Terakki’nin merkezi İstanbul’a taşınınca, İstanbul’a geldi. Diyarbakır mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a seçildi. Meclis dört ay sonra kapatılınca Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi oldu. Darülfünun ve Muallim Mektebi’nde ders programları, okutulacak kitaplar onun önerileri doğrultusunda kararlaştırıldı. Maarif Nazırlığı teklifini kabul etmeyerek Darülfünun’un Felsefe bölümünde İctimaiyyât (Sosyoloji) müderrisi olarak görev aldı.  

İlk yazılarında Namık Kemal’in etkisiyle Osmanlı milliyetçisi olan Gökalp, Selânik’te özellikle Ömer Seyfettin’in etkisiyle Türkçülük fikrini benimsedi. İstanbul’a gelince Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer aldı. Ocağın yayın organı “Türk Yurdu” başta olmak üzere Halka Doğru, İslâm Mecmuası, Millî Tetebbûlar Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmua’da yazılar yazdı. 1914’te “Kızıl Elma”, 1918’de ise “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” adlı eseri ile “Yeni Hayat” isimli şiir kitabını yayımladı.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alınan Gökalp, 1919’da İngiliz işgal güçleri tarafından tutuklandı, Bekirağa Bölüğü’nde dört ay tutuklu kaldıktan sonra işgal mahkemesinde Ermeni soykırımı iddiaları ile yargılandı. Mahkemede soykırım iddialarını reddederek mukatele (karşılıklı öldürme) tezini savundu. Yargılama sonucunda Malta’ya sürgüne gönderildi.

Gökalp, iki yıllık sürgün döneminden sonra 30 Nisan 1921′de Kars Savaşı’nda esir alınan İngilizlerin karşılığında Malta’daki sürgün Türklerin serbest bırakılması üzerine İstanbul’a döndü. Üniversitede ders vermesine izin verilmeyince Diyarbakır’a gitti, Ahmet Ağaoğlu’nun desteğiyle çıkardığı “Küçük Mecmua”da Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen yazılar yazdı.

1923’te Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı’na atandı, Ankara’ya gitti. Aynı yıl “Türkçülüğün Esasları” isimli esrini yayımladı. Ağustos’ta İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Atatürk tarafından Diyarbakır mebusu olarak seçildi. Fikri ve kültürel çalışmalarına ara vermeyen Ziya Gökalp, dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilip yayımlanması için uğraştı. 1924’te kısa süren bir hastalığın ardından İstanbul’da 25 Ekim 1924 tarihinde hayatını kaybetti ve Çemberlitaş’taki II. Mahmut Türbesi hazîresine defnedildi.

Türkçülüğü

İlk sosyoloğumuz olan Ziya Gökalp, Türk milliyetçiliğini “Türkçülük” adı altında sistemleştiren fikir adamımızdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ömrünü tamamladığı dönemin bütün siyasi, askeri ve ekonomik sıkıntılarını yaşayarak hisseden Gökalp, kurtuluşu bir millî devletin kuruluşunda görmüştür. Bu gerçeği gördükten sonra bütün mesaisini bu yeni devletin millî kimliğinin, sosyal ve kültürel yapısının inşasına ayırmıştır.

Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda milleti, “dilce, dince, ahlâkça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden meydana gelmiş bulunan bir topluluk” olarak tarif etmiştir. Ona göre milliyet mefkûresi (ülküsü), başlangıçta gayrimüslim azınlıklarda, sonra Arnavutlar ve Araplar gibi Müslüman kavimlerde, nihayet Türklerde ortaya çıkmıştır. Türklerin sona kalmasının sebebi, Osmanlı Devleti’nin kurucu unsuru olmalarından dolayı ihtiyaç hissetmemelerindendir.

Gökalp’e göre milliyet; milletin kökü, temelidir. Millet olmadan milliyet ve milliyetçilik olamaz. Milletin yaşama iradesini ise milliyet mefkûresi (ülküsü) teşkil eder. O, 20. yüzyılı, milli devletlerin kurulduğu ve kurulacağı “milliyet yüzyılı” olarak görür. “Milliyet hissinin hâkim olduğu bir memleketi, ancak milliyet zevkini ruhunda duyabilenlerin idare edebileceklerine” inanır. Türklerin 19. yüzyılın sonlarına kadar milliyet mefkûresinden kaçınmasının sebebini, devleti oluşturan Türkler dışındaki unsurların rahatsız olmamalarıdır. Bu yüzden altı yüzyıl İmparatorluğu ayakta tutma stratejisinin gereği olarak önce Osmanlıcılık, sonra da İslâmcılık politikaları takip edilmiştir.

Gökalp, milli mefkûreden mahrum olmanın, Türkleri milli iktisadiyyatdan mahrum ettiği gibi, dilin sadeleşmesine, güzel sanatlarda milli üslupların meydana gelmesine engel olduğunu, Türk ahlakının da ferdi ve yüce bir şekilde kaldığını; dayanışma, milli şeref ve fedakârlık hislerinin aile, köy ve kasaba muhitlerini aşamadığını, bunun sonucunda iktisadi, dini ve siyasi müesseselerimizin dağılıp çözüldüğünü belirtir.(2)

Gökalp’in milliyet anlayışı; nazarî, yani teorik bir tasavvur değil, aktif, dinamik bir sistemdir. Milliyeti, bir “sosyal realite”, yani milliyet gerçeğini “millet gerçeği” olarak kabul eder. Milliyetçilik; ferdin, mensup bulunduğu milletin varlığına, birliğine, kültürüne, diline, tarihine, inancına saygı, sevgi ve bağlılık göstermesi, bu uğurda milletin bugünü ve yarını için bütün benliği ile her tülü hizmete, fedakârlığa hazır olması demektir. Milliyetçilik tam bir şuur, inanç, azim, kararlılık ve dürüstlük işidir. Ona göre milliyetçilik, söylenen değil; bizzat yaşanan, uygulanan, yapılandır. Gökalp’in milliyetçilik anlayışının teşekkülünde ve önerdiği toplumsal modelde, sosyolog Emile Durkheim’in büyük etkisi vardır.

Gökalp, ırkî Türkçülere de, kavmi Türkçülere de, coğrafi Türkçülere de, Osmanlıcılara da, İslamcılara da, ferdiyetçilere de karşıdır. Milliyetçiliğin bir ırk, kavmiyet, coğrafya, ümmet, ferdiyet konusu olmadığını, bir “eğitim ve kültür” konusu olduğunu belirtir. Ona göre millet, aynı kültürel iklimde yetişen ve aynı eğitimi almış insanlar topluluğudur. “Türk olmak için her şeyden evvel Türk harsı (kültürü) ile terbiye görmek ve Türk mefkûresi (ülküsü) için çalışmak şarttır. Bu şartları taşımayanlara, kanca ve ırkça Türk olsalar bile “Türk” unvanını veremeyiz.”(3) Gökalp’in milliyet anlayışı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü de büyük ölçüde etkilemiştir. “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü bu etkinin açık bir örneğidir.

Gökalp dilde de Türkçüdür. “Lisan” şiirinde milletin oluşumunda en önemli unsurun dil olduğunu söyler: “Türklüğün vicdânı bir / Dini bir, vatanı bir / Fakat hepsi ayrılır / Olmazsa lisânı bir.” Ona göre, “Türk halkının bildiği ve kullandığı her kelime Türkçe’dir. Konuşma ve yazmada İstanbul Türkçesi esas alınmalıdır.” Gökalp bu yönüyle Milli Edebiyat’ın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır. 

Gökalp’e göre hars (kültür) milli, medeniyet evrenseldir. Milletimizin çağdaş medeniyet yolunda ilerleyebilmesi için, milli kültürümüzü koruyarak, Batı’nın ilminin ve teknolojisinin alınmasından yanadır. Gökalp, düşüncelerini, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” isimli eserinde “Türk milletindenim, İslâm Ümmetindenim, Çağdaş Batı Medeniyetindenim” ifadesi bir bir senteze ulaştırmıştır.  Türk Ocağı’nda Gökalp’le birlikte yıllar geçiren Mehmet Emin Resulzade, 1918’de kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olarak, onun bu sentezini, bugün de dalgalanan Azerbaycan bayrağına işlemiştir. Bayraktaki mavi Türklüğü, yeşil İslam’ı ve kırmızı medeniyeti-çağdaşlığı temsil eder.

Ziya Gökalp, aynı zamanda Turancıdır. 1911’de yazdığı “Turan” şiirinde “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan / Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan…” demiştir. Fakat Gökalp,                                                                                                  önce “Türkiye Türkçülüğü”nün, sonrasında “Oğuzculuk”un, daha sonra “Turancılık” fikirlerinin ele alınmasını savunmuştur.

(1) Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, İstanbul 1979, 2. Bsk. S. 298

(2) Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak İstanbul 1974, s.6

(3) Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları  (Haz: Mehmet Kaplan)- İstanbul 1970, s.16-23