Konuk Kalemler

Tüm yazıları
...

İnfaz Yasası Değişikliği ve Topluma Dair

M. Furkan Duatepe

Dünyayı etkisi altına alan Corona Virüs (Covid-19) salgınının etkisini sürdürdüğü günlerde ülkemizde, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 69 maddelik 7242 sayılı Kanun; TBMM tarafından 14.04.2020 tarihinde kabul edildikten sonra, 15.04.2020 tarihli ve 31100 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Kabul edilen bu son düzenleme, yürürlüğe giren her yasa gibi hukuk sistemimize ve dolayısıyla topluma birtakım etkileri beraberinde getirdi. Ülkemizde şu an toplam 449 cezaevinde 286.000 hükümlü ve tutuklu bulunup bu hükümlülerden birçoğu Ceza İnfaz Sistemimizde geçici ve kalıcı düzenlemeler içeren 7242 sayılı Kanunu’ndan doğrudan ve dolaylı olarak etkilendi. Bu hükümlü ve tutuklularınsa,

%22’si uyuşturucu ticareti suçlarından,

%14.7’si hırsızlık suçlarından,

%13.6’sı terör suçlarından,

%11’i yaralama suçlarından,

%10.7’si kasten öldürme suçlardan,

%9’u yağma suçlarından,

%2.4’ü sahtecilik suçlarından,

%1.3’ü dolandırıcılık suçlarından,

%1.1’i ekonomik çıkar amaçlı suç örgütü suçlarından ve

% 14.2’si kanunlarda yazılı diğer suçlardan cezaevlerinde bulunmaktadır. Öyle ki, hükümlü ve tutuklularla birlikte bu kişilerin aile ve yakın çevrelerini de göz önünde tutarsak infaz yasası değişikliğinin toplum için önemini daha iyi anlayabiliriz.

Kanun metnine baktığımız zaman öncelikle, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında idarece yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlere ilişkin yapılan şikâyetleri inceleyen infaz hâkimliklerinin sayısının artırılacağını görmekteyiz. Tabiidir ki, sadece infaz yasasının uygulanmasına yönelik özel bir hâkimliğin sayısının artırılması, kanunu uygulayacak hâkimlerin özel olarak bu alana yoğunlaşması daha isabetli kararların alınmasını sağlayacaktır. Nitekim geçici ve kalıcı birtakım yeni düzenlemeleri içeren bu yasanın uygulamada daha sağlıklı sonuçlar vermesi içinde infaz hâkimliklerinin sayısının artırılması faydalı olacaktır.

Bir diğer değişiklik ise, Ceza Kanunumuzun 53. maddesinde yapılmıştır. Bu değişiklik, bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten yoksun bırakılma uygulamasının alanını genişletmiştir. Daha önce sadece hapis cezası ertelenen kişiler için uygulanan bu yoksun bırakma hali yeni düzenlemeyle birlikte denetimli olarak serbest bırakılan kişiler ve belirli şartlar altında koşullu olarak bırakılan kimseler içinde uygulanacaktır. Böylelikle hükümlü kimse cezaevinde olmasa dahi mahkemece verilen cezası tamamlanan kadar, kamu kurumlarında çalışamayacak ve ruhsat sahibi olarak yapılabilecek meslekleri ve ticarî işleri yapamayacaktır. Bu değişiklikle beraber kamu işleri, ruhsatlı meslek ve ticarî işler için daha temiz bir sicil aranacak da diyebiliriz. Bu durumun, kamuya dair işlerin ve ticarî işlerin daha güvenli hale gelmesini sağlamakla birlikte hükümlülerin daha kısa sürede rehabilite edilmelerinin ve topluma yeniden kazandırılmalarının önünde bir engel olabileceğini de göz ardı etmemek gerekmektedir. Kısaca, kamu işleri ve ticari işler için güvenilir bir ortam sağlanması ile cezasını tamamladıktan sonra yine topluma geri dönecek hükümlülerin psikolojik durumu arasındaki denge daha özenli bir şekilde gözetilmelidir ki değişikliğin bu haliyle söz konusu dengenin hassas bir şekilde gözetilmediğini görmekteyiz.

Toplumumuzun kanayan bir yarası olan eşe ve aile fertlerine karşı uygulanan şiddete ilişkin bir değişiklik de bu kanun ile getirilmiş olup artık kasten yaralama suçu üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenmesi halinde verilecek ceza, şikâyete tabi olmaksızın, yarı oranında daha fazla olmuştur. Ayrıca, bu kasten yaralamanın canavarca bir hisle olması halinde verilecek ceza, bir kat daha fazla olacaktır. Bu düzenlemeye dair söyleyebiliriz ki, her ne kadar aile içi şiddete ve son günlerde çoğalan bazı dehşet verici suçlara dair cezaların caydırıcılığı artmış olsa da bir toplumun cezalarla değil millî bir eğitimle ve kültürünü özümsemiş şahsiyet sahibi kişilerle müreffeh bir şekilde yaşayabileceği unutulmamalıdır. Öte yandan, aileyi ilgilendiren bir diğer konu olan ve şu günlerde TBMM’de görüşülen çocuk evliliğine dair kanun tasarısı da toplumun bir diğer kanayan yarası olarak gündemi meşgul etmektedir. Aile gibi kutsal bir birlikteliği ilgilendiren bu kanun tasarısına dair bir şey söylemeden Mecelle 39. Maddesinde de “ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz.” hükmolunduğu üzere, zamanın değişmesiyle toplumun hükümlerinin de beraberinde değişmekte olduğunun farkında olmalıyız. Öyle ki, 14,15 yaşlarında evlilik bundan yaklaşık bir asır önce normal bir durum iken şu an bu yaşlarda evlilik hem toplum tarafından kabul edilmemekte hem de şu an mevcut yasalarımız bu yaşlarda evliliğe imkân tanımamaktadır. Bununla birlikte bilimin bize söylediği de fertlerin önceki zamanlara göre günümüzde ergenlik çağını yaşaması ve olgunlaşması daha ileri yaşlarda olduğudur. Bu sebeplerden dolayı, hem toplumun bugünkü hükümleri hem de fertlerin olgunlaşıp tam bir ehliyet sahibi olması daha ileri yaşlarda olduğu göz önüne alındığında çocuk evliliklerini hukukî olarak tanıyan bu değişikliğin kabul edilmesi toplumun değerlerini zedeleyecek ve diğer taraftan da tam bir irade ve ehliyet sahibi olmayan çocukların hayatlarında telafisi mümkün olmayan zararlar meydana getirebilecektir. Topluma ve çocuklara zarar verecek bu yasa değişikliği umarız teklif aşamasında kalıp asla yürürlüğe girmez diyelim ve esas konumuz olan infaz yasasına geri dönüp değişiklikte yer alan suç örgütü kurma, yönetme ve üye olmaya dair ve tefecilik suçuna ilişkin cezaların artırıldığından bahsedelim.

Yürürlüğe giren değişiklikle birlikte suç örgütü kurma, yönetme ve üye olmaya dair cezaların hapis süreleri artırılmıştır. Bu değişikliğe sebep olarak yakın zamanda meydana gelen darbe girişiminin faili FETÖ/PDY adlı terör örgütü ile öteden beri ülkemizde faaliyette olan diğer suç ve terör örgütlerinin varlığı diyebiliriz. Özellikle FETÖ ve PKK ile gündemimize gelen ülkemizdeki terör faaliyetleri toplumu ve kamu güvenliğini tehdit etmektedir. O yüzden bu suçlara dair cezaların artırılması ilk başta olumlu bir gelişme olarak görülse de kesin ve net çözümün salt cezaların arttırılması ile olmayacağı bilinmelidir. Elbette her suçun ağırlığı ile orantılı bir cezası olacaktır fakat bu tür terör örgütlerinin faaliyetlerinin önüne geçilmesinin cezaların ağırlığına bağlı olarak azalacağını ümit etmek boşa kürek çekmektir. Devlet bu tür terör örgütlerine karşı kolluk kuvvetlerinin sistematik ve düzenli bir çalışması ile bu tür suçların daha işlenmeden önüne geçmek zorundadır. Ayrıca devlet, vatandaşlarına da terör örgütlerine, bu örgütlerin yapılanmalarına ve nasıl bir propaganda yöntemi ile çalıştıklarına dair düzenli bir bilgi akışı sağlamalıdır. Devlet, bu şekilde vatandaşlarını terör örgütlerinin propagandalarına, beşikteki bebeğe dahi acımadan kıyacak zararlı faaliyetlerine karşı gerekli tedbirleri alarak bu tür terör unsurlarını toplum ve kamu için tehdit olmaktan çıkarmalıdır.

Tüm bunlarla birlikte, ekonomik terör olarak nitelendirebileceğimiz tefecilik suçuna dair cezalar da bu değişiklikle birlikte artmıştır ki ekonomik anlamda güçlü bir devlet, müteşebbis vatandaşlarına ekonomi alanında sağlayacağı finansal imkân ve hukukî güvencelerle tefeciliğe verilecek cezayı artırmaya gerek kalmadan bu suçun önüne geçebilecektir. Demek istemem odur ki, elbette her suç bir hukukî ve cezaî olarak yaptırıma tabî tutulacaktır. Elbette her suç, devlet gibi bir organizasyonun olduğu yerde suçun ağırlığı oranında gerekli işlemler yapılacaktır. Ancak, sadece cezaların artırılması ile bu suçların azalacağını zannetmek hatalıdır. Kaldı ki, hukukumuzda cezaların temel mantığı da suçu işleyen kişinin işlediği suç dolayısıyla pişmanlık duymasını sağlamak ve o kimseyi rehabilite etmektir. Bu durumda da ceza vermenin sorunları kökten çözmenin bir yöntemi olmadığı anlaşılmaktadır. Kısaca, cezaların artırılması ile suç oranındaki istenen düşüş tam anlamıyla sağlanamayacaktır.

Öte yandan, değişikliğin medyaya en çok yansıyan tarafı ise bazı suçlardan dolayı cezaevinde bulunan hükümlülerin dışarıya çıkacak olmasıydı. Belirtmeliyim ki bu durumdan her hükümlü ve tutuklu yararlanmayacak. Bu değişiklikten “Kasten öldürme suçları, üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenen kasten yaralama ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçları, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçu, işkence suçu, eziyet suçu, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar, özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçu ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında kalan suçlarından” dolayı hükümlü bulunanlar yararlanamayacaktır. Diğer suçlardan dolayı cezaevinde olup 30/03/2020 tarihine kadar suç işlemiş olan hükümlüler ise bu kısmî aftan yararlanacak. Kısaca söylemek gerekirse, yukarıda yazan suçlar haricinde kalan suçlardan dolayı cezaevinde bulunan birçok hükümlü ve tutuklu bu değişiklikle birlikten cezaevinde çıkmış olacak. Ancak bu durum toplumun hukuka bağlılığına ve hukuk-devleti ilkesine zarar verecektir. En önemlisi ise bundan sonraki süreçte, bu tür af niteliğindeki değişikliklerin belirli aralıklarla tekrar edeceği beklentisine girilerek, suça eğilimin artma ihtimalidir.

Hukuk devleti olmak, önceden belirlenmiş kanunlar ile fertleri bu kanunlara göre verilecek cezalara tabi tutmayı gerektirir. Bununla birlikte suç işleyen kişiye verilecek ceza, bu suçtan dolayı mağdur olanların vicdanını rahatlatmalı ve güvenli bir düzen içerisinde yaşadığını temin edici olmalıdır. Bu bağlamda fertler, yaşadıkları toplum içerisinde devletin kendisine hukukî güvenliği sağladığını hissetmelidir. Belirli aralıklarla çıkacak bu tür kısmî af yasaları bu hukukî güvenliği zedelememeli ve kanunların belirli şekilde istikrarlı ve öngörülebilir olarak uygulanmasının önünde engel teşkil etmemelidir. Fakat bu yasa değişikliği ile söz konusu hukukî istikrar zedelenmiş ve birçok suçtan dolayı içeride bulunan mahkûmların dışarıya çıkacak olması toplumun vicdanını rahatsız etmiştir. Kendisine karşı suç işlenen ve bu suçun mağduru olan kişiler, bu suçların karşılığı olarak devlet tarafından suç işleyenlere karşı yaptırım uygulandığını görmek istemektedirler. Bu sebepten dolayı kısmî af olarak nitelendirdiğimiz bu infaz yasası değişikliği hazırlanırken yasanın içerisinde hangi suçların olup hangi suçların olmayacağı daha hassas bir şekilde belirlenmeli, insan onuru ve toplumun vicdanı gözetilerek daha ölçülü bir şekilde hazırlanarak yürürlüğe girmeliydi. Nitekim kanaatimizce, hukuk devleti olmanın göstergesi olarak toplumun vicdanını rahatlatmak, ferdin hukukî güvenliği temin etmek ve kanunların öngörülebilir olmasını sağlamak en önemli bir gereklilik olup hukukumuza egemen olan ilkeler göz önünde tutularak daha detaylı bir yasa hazırlanmalıydı. Umudumuz bir sonraki yasalara…