M.Hayati Özkaya

Tüm yazıları
...

Bir kutlu sefere…

Mehmet Hayati ÖZKAYA, 1959’da Van’da doğdu.  İlk ve orta öğrenimini Adana’da, yükseköğrenimini Eskişehir’de tamamladı. 1982 yılından itibaren çeşitli liselerde edebiyat öğretmeni ve idareci olarak çalıştı. 1993-1995 yıllarında İtalya’nın Trieste şehrinde Yabancı Diller Enstitüsü’nde Türkçe okutmanlığı yaptı. Evli ve iki çocuk babası olan Özkaya’nın Kıssa-i Aşk, P.K 546- İdealist Bir Neslin Hikâyesi- ve Ateşi Yeniden Yakmak adlı kitapları vardır.

İletişim:m.h.ozkaya@hotmail.com

M.Hayati Özkaya

Hocaların hocası, ağabeyim Necdet Özkaya 3 Kasım 2017’de “Kalanlara selam olsun!” diyerek şu yalan dünyadan ebedi dünyaya göçtü. 5 Kasım 2017’de Adana’da Asri mezarlıkta, bulutların bile gözyaşı döktüğü bereketli bir vakitte şehit kardeşi Yavuz Özkaya’nın yanına defnedildi. Taziye için uzaktan yakından gelenlere, gelemeyip mesajlarını sözlü ve yazılı bildirenlere teşekkür ederek dostlarımıza ve arkadaşlarımıza ‘merhaba’ diyor ve hemen konuya giriyorum.

***

Şarkıları ve şiirleri ezberimde tutacak kadar güçlü bir hafızaya sahip olmadığımı yakın dostlarım gayet iyi bilirler. Bu sebeple şarkı söylemekten ya da ezbere şiir okumaktan çok dinlemeyi tercih ederim.  Fakat nedense bazı şarkılar ve şiirler arada bir karşıma çıkıp kendilerini unutmama bir türlü fırsat vermezler.

Mesela bunlardan biri Kayahan’ın Allah’ım Neydi Günahım şarkısı. Nedense bu şarkıyı dinledikçe çaktırmadan mırıldanmaya başlar, bu durum karşısında kendi kendime hayretler içinde kalıp tahtaya üç kere vururum…

 “Allah’ım neydi günahım  / Günahım neydi Allah’ım / Can yoldaşım arkadaşım   

Kaderimdi sen yazmıştın / Ben nerde yanlış yaptım / Bitti dünyam ziyan oldum ziyan…

Nerede, nerede, ben nerde yanlış yaptım…

Gerçi bu yitik sevda şarkısını dinlerken ya da mırıldanırken şükürler olsun şahsım olarak bir yanlışın ya da pişmanlığın vadisinde gezinmediğimi gayet iyi bilirim. Fakat farkında olmadan şarkıdaki beni ‘bize’, sevdanın rengini ise karaya dönüştürüp yarım asrı geçen büyük ve kutlu yolumuzu, yolculuğumuzu ve yol arkadaşlarımızı düşünürüm. 

Dünün perdesini hafifçe aralayıp toz duman içinde kalan mazinin rengini görmeye sesini duymaya çalışırım. Nerden nereye dercesine bir hoş mu olurum yoksa zihin sarhoşluğuna tutulup yarı aygın yarı baygın bir şekilde kendimi Atmaca Uçurumu’nda mı bulurum, bilemem. Bildiğim bir şey varsa o da Yetik Ozan’ın

“Kurulu yayımdan çıktım,

Ok olur sana gelirim.

Var olmak bu ise bıktım,

Yok, olur sana gelirim.”

diyerek ifade ettiği bir menzile ulaşma çabamızdır…

Lakin bu uzun yolculukta kurulu yayımızdan çıkıp bir ok gibi bazen hedefi tam on ikiden vurduğumuzu bazen nefesimiz tükenip hedefe varamadığımızı da bilirim. Kırılıp döküldüğümüz ‘sonbahar’ları da bilirim, yeşerip boy attığımız nazenin ‘mayıs’ları da…

Bu uzun ve meşakkatli yolculuğumuzda yedi düvele meydan okurcasına ortaya çıktığımız vakit, başkalarının hayal bile edemeyeceği bir coğrafyaya mührümüzü vuracağımıza gönülden ve yürekten inandığımızı da bilirim. Öyle ki:

Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan

Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan

Sonra da Karadeniz’in hırçın sularına bakıp bakıp çırpındığımızı, “Estergon Kalası bre dilber aman!” deyip Tuna’da kulaç atacağımız günleri hasretle beklediğimizi de bilirim.

O günlerde kendimize güvenir, bütün bu işlerin üstesinden geleceğimize iman ederdik. Çünkü deniz fenerleri gibi bize ulaşacağımız limanları gösterenler ‘yolların’ başını da sonunu da iyi bilir ve derlerdi ki:

Delinse yer, çökse gök, yansa, kül olsa dört yan,

Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan.

Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan,

Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz...

Bu aşkla çoğalır, biri bin yapar, yurdun dört bir yanında ülkümüzün ocaklarını ülküdaşlığın sıcaklığıyla doldururduk… İlimde, fende dünyayla yarışacak, yeni ve büyük projelere imza atacak yarının ülkü erleriyle yurdumuzu ve Türklük dünyasını pırıl pırıl aydınlatacak bir nesille hem de koşarcasına yürürdük. İşte böylesine büyük bir heyecanla başladığımız uzun ve kutlu yürüyüşümüzde dudaklarımızda bazen 1918’lerden kalma kurtuluş müjdesi gibi çağlayıp çoğalan bir marşın dizeleri de vardı:

Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz,

Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz.

Sonra, sonra… Birden bire ne olduysa oldu vatan toprağında iyi bir bahçıvan bulamadığımızdan mı bilinmez, bizim nadide çiçeklerimiz bir bir soldu, büyük ideallerin, yiğit evlatları hep birlikte

Hadi gel köyümüze geri dönelim

Fadime’nin düğününde halay çekelim

demeye başladılar. Hâlbuki bu sözler bizim iklimimize ve kimliğimize hiç de uygun değildi. Çünkü biz

Şu yeryüzü toprağımız,

Ufuklar ki durağımız,

Say ki güneş bayrağımız,

Çadırımız gökyüzü heeyy!

diyerek tepeleri, dağları aşmanın; ummanları geçmenin yolunu, yöntemini ararken Çukurova’nın delikanlısı ağlamaklı bir sesle, bizi bir meyhane köşesine mahkûm edercesine,

 “Hadi gel köyümüze geri dönelim” diyordu doğrusu pek de alkış alıyordu…

Bu durum karşısında kimimiz ‘ah vah’ ederken kimimiz de bir tahta masanın etrafında demli çaylarımızı yudumlayıp ıstakanın üzerindeki taşlarla ‘vatan hainlerini’ korkutmanın provasını yapmaktaydık, yapmaktayız… 

Oysa zaman ‘geçmek’ fiiliyle el ele, kol kola girip o müthiş yürüyüşünü sürdürürken gelişmişlerin dünyasında değişim ve dönüşüm hızını hiç kesmeden her gün yeni ve farklı markalarla çok tüketip az üretenleri kendine mahkûm ederken, asırlardır iki kıtanın buluştuğu bu coğrafyada başı dik alnı açık yaşayan Türk milletini içerde ve dışarıda köşeye sıkıştırmak isteyenlerin bugün bütün niyetleri ve planları çok daha net bir biçimde ortalıkta dolaşırken, elbette bizim yeniden bir Ergenekon’a bugün, dünden daha çok ihtiyacımız vardır. Söz dağarcığımızdaki bütün olumsuz kelimeleri kaldırıp bir yana atarak bir olmanın, birlik olmanın birlikte Türk’ün otağını yeniden kurmanın zamanı geldi demeliyiz.

Millî devlete ve güçlü iktidara ulaşmak için kaybettiğimiz ‘Kızılelma’yı tez elden bulmalıyız.

Ve şair Mehmet Ali Kalkan dediği gibi,

Ekmek bizim, tuz bizim,

Saz bizim, kopuz bizim.

İlla ki Oğuz bizim,

Başkasından bey olmaz.

diyerek yeni bir umutla, yeni bir heyecanla yarı yolda bıraktığımız o kutlu sefere yeniden çıkmalıyız.

Sağlıcakla kalın.