Sakin Öner

Tüm yazıları
...

II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Türk Millîyetçiliği - 8

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

2. II. Meşrutiyet Dönemi Millîyetçiliğinin Önemli Şahsiyetleri

2.1. Dönemin Millîyetçi şahsiyetlerine genel bakış

2.1.3 Ömer Seyfettin

Türk Millîyetçiliği Tarihi’nde mümtaz bir mevkîye sahip olan Ömer Seyfettin’in, 1884 yılında Gönen’de başlayan hayat macerası, 1903 yılında başlayan askerlik hayatıyla yeni bir mecraya kavuştu.1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra, önce III. Ordu’nun Selânik’teki nizamiye taburlarından birine, ardından da iki yıl kalacağı Makedonya hudutlarındaki Yakorit Bölüğü’ne komutan olarak görevlendirilmesi, Ömer Seyfettin’in ruhundaki Millîyetçilik duygusunun gelişip serpilmesine yol açtı.

Şuurlu bir Türk Millîyetçisi olan Ömer Seyfettin’in Millîyetçiliğini üç bölümde inceleyebiliriz:

1-Dil Millîyetçiliği (Türkçeciliği)

2-Edebî Millîyetçiliği

3-Siyasi ve fikrî Millîyetçiliği

 

1- Dil Millîyetçiliği (Türkçeciliği)

Tanzimat ile birlikte güçlenen dilde sadeleşme faaliyetlerini sistemli ve somut bir biçimde fikrî platforma taşıyan kişi Ömer Seyfettin’dir. 11 Nisan 1911 tarihinde Genç Kalemler Mecmuası’nın 2. cilt 1. sayısında yer alan “Yeni Lisan” makalesi millî dile dönüşün manifestosudur.

Yeni Lisan Hareketi’nin ilkeleri şunlardır:

a. Yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak;  İstanbul Türkçesi ile yazmak; yani konuşma dilinden yeni bir yazı dili meydana getirmek,

b. Dilimizdeki Arapça ve Farsça gramer kurallarını kullanmamak, bu kurallarla yapılan isim ve sıfat tamlamalarını -bazı istisnalar dışında- kullanmamak;

c. Dilimizde kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerle kurulan isim ve sıfat tamlamalarını Türkçe kurallarına göre yapmak,

ç. “Şayed, amma, lâkin, hemen, henüz, yani” gibi konuşma diline geçmiş olan Türkçeleşmiş edatlar dışında Arapça ve Farsça edatlar kullanmamak,

d. Arapça ve Farsça kelimeler içinde halk dilinde telaffuzu değişmiş olanları, yazı dilinde bu değişik şekilleriyle kullanmak; “kalabalık, hoca” gibi. Buna karşılık güneş varken şems, ay varken kamer kelimesini kullanmamak,

e. Arapça ve Farsça kelimeleri Türkçede söylendikleri gibi yazmak; ilmî terimler dışında Arapça ve Farsça kelime kullanmamak,

f. Öteki Türk lehçelerinden kelime almamak; ölmüş, unutulmuş (arkaik) Türkçe kelimeleri diriltmeye çalışmamak.

g. Bu ilkelerden hareketle millî bir dil ve millî bir edebiyat meydana getirmek.

Edebiyat mahfillerinde büyük tartışmalara sebep olan “Yeni Lisan” makalesindeki fikirler, kısa bir süre sonra geniş bir taraftar kitlesi bularak Millî Edebiyat çığırının açılmasında öncü rolü oynadı. Ömer Seyfettin, millî bir edebiyat meydana getirmek için, önce millî bir dilin ortaya çıkması gerektiğini belirtmiştir. Ona göre, eski dil hastaydı ve bu hastalığın sebebi de içindeki lüzumsuz ve yabancı kaidelerdi.

Ömer Seyfettin’e göre Millî mefkûre (ülkü) üç sevginin birleşmesinden meydana gelir: Dil sevgisi, millet ve din sevgisi, vatan sevgisi. Yazar, Türk milletinden olmayı da şöyle tarif eder: “Türkçe konuşan bütün Müslümanlar, Türk milletindendir.” Milleti de “aynı dili konuşan ve dinleri bir olan bütün insanlar” diye tarif eder.

Ömer Seyfettin, dili manevi bir vatana benzetir. Bu vatan bozulursa ne milet kalır, ne devlet... Ona göre, “Millîyetimiz nasıl Türklük, vatanımız nasıl Türkiye ise, lisanımız da Türkçedir. Türkçe bizim manevi ve mukaddes vatanımızdır. Bu manevi vatanın istiklâli, kuvveti, resmî ve millî vatanımızın istiklâlinden daha mühimdir.

2- Ededî Millîyetçiliği

Ömer Seyfettin “Yeni Lisan” makalesinde “Millî dil” kadar “millî edebiyat” ve “edebiyatın Millîliği” meselesi üzerinde de durmuştur. Ona göre, bu makalenin yayınlandığı 1911 yılına kadar millî bir edebiyatımız yoktur.

Ömer Seyfettin Türk milletinin yavaş yavaş “ yeni bir hayata ve yeni bir intibah devresine” girdiği kanaatindedir. Bu sebeple, “Biz bütün bu karanlıklardan uzak, hür ve müstakil, ilim ve edebiyat için çalışacağız. Gayemiz millî lisan, millî bir edebiyat vücuda getirmek olacaktır.” 

“Millî edebiyat şekilce, lisanca, mânaca bizim hususiyetlerimize hâiz bulunacaktı. Millî veznimiz hece usulü idi. Millî lisanımız bütün Türklüğün dimağı olan İstanbul’da her gün konuştuğumuz lehçe idi. Edebiyatımızın başka milletlerin edebiyatlarına benzemeyen hususiyetleri ancak bize ait sayılabilirdi”.

Ömer Seyfettin, “Millî edebiyat” oluşturabilmek için üç unsuru esas alıyordu:

a) Dil ve anlatımda, Millî dil ve sade üslûp kullanmak,

b) Konuları millî tarih ve Millî coğrafyadan seçmek.

c) Şiirde millî ölçü olan heceyi kullanmak.

O, “edebiyatsız edebiyat yapmak” istiyordu. Yani edebî eserleri; lüzumsuz söz, şekil, mecaz ve hayal sanatlarıyla süslemeden, parlak cümleler kullanmadan yazmak düşüncesindeydi. Bunu da başardı. Ahmet Mithat Efendi’den sonra Türk halkına okumayı en çok sevdiren yazarlardan biridir. Çünkü o, dilini konuşulan halk Türkçesinden, konularını millî tarihimizden ve toplum hayatımızdan alıyordu.

Ömer Seyfettin, birçok kişi gibi, edebiyata şiirle başlamıştır. Roman ve tiyatro türünde de eserler vermesine rağmen, asıl başarısını hikâye alanında göstermiştir. Onun hikâyelerindeki Millîyetçi ruhu, asker olarak Balkanlarda yaşarken istiklâl peşindeki zalim Balkan komitacılarının Türklere ve Müslümanlara reva gördüğü zulüm ortaya çıkarmıştı. Millî duygularının kuvvetli oluşu, onun birçok hikâyelerinin, Türk-Osmanlı tarihinin fazilet, iman ve kahramanlık olaylarından alınmış konu ve temalarla süslenmesi sonucunu doğurmuştur.

Onun en başarılı olduğu hikâyeler, tamamiyle destanî bir ruhla yazdığı millî-tarihî hikâyelerdir. Bu hikâyelerinin ana ekseni “din-devlet-vatan-millet” dörtlüsü üzerine oturuyordu. (Pembe İncili Kaftan, Kütük, Ferman, Başını Vermeyen Şehit, Vire, Forsa, Teke Tek, Topuz, Kaç Yerinden, Bomba, Bir Çocuk: Aleko, Gizli Mabet, Bahar ve Kelebekler, Hürriyet Bayrakları, Kızıl Elma Neresi, Yalnız Efe, Primo Türk Çocuğu) onun başlıca millî hikâyelerindendir.

Bu hikâyeleri yazarken millî tarihimizden, halk kültüründen ve Anadolu efsanelerinden yararlanmıştır. İlhamını, Türk insanının sahip olduğu mertlik, dürüstlük, ahlaklılık, vatanseverlik, azim ve kararlılık, gurur ve vakar, cesaret ve kahramanlık gibi hasletlerden almıştır.

Ömer Seyfettin, hikâyeciliğimizde bir dönüm noktasıdır. Dili, deyişi, konuları “Türk” olan hikâyeyi Ömer Seyfettin’e borçluyuz. O, sanatıyla ülküsünü birleştirmiş bir sanatçıydı. Onun ülküsü, Millîyetçilik ülküsüydü. “Mademki Türk’üz, o halde bir Türk gibi görür, bir Türk gibi düşünür, bir Türk gibi duyarız ve bir Türk gibi yazarız.” O, Millî dilden sonra, Millî Edebiyat’ın da temeli atan kişidir, olmuştur.

3- Siyasi ve fikrî Millîyetçiliği

Ömer Seyfettin, bir ülkü ve dava adamı olarak siyasî ve fikrî alanda da Millîyetçi düşünceler ve eserler ortaya koymuştur.  Onun siyasi ve fikri alandaki Millî düşüncelerini belirten eserleri şunlardır: Millî Tecrübelerden Çıkarılmış Amelî Siyaset, Türklük Mefkûresi (Türklük Ülküsü), Yarınki Turan Devleti isimli eserlerdir. Bu eserler tarafımdan Osmanlıcadan yeni yazıya çevrilerek hazırlanmış, 1972 ve 1977 yılarında iki ayrı yayınevince yayınlanmıştır.

Yazar bu eserlerinde; Türk milletinin yaşadığı ve acı çektiği tarihi olaylardan ders alarak gelecekte nasıl bir politika takip edilmesi gerektiğini, milletin hangi unsurlardan meydana geldiğini, yeni yetişen nesillere Millîyetçilik duygusunun nasıl aşılanması gerektiğini ve Türk milletinin ülküsünün ve nihai hedefinin ne olması gerektiğini anlatır.

Ömer Seyfettin, yakın dava arkadaşı Ziya Gökalp gibi bir kültür Millîyetçisidir. Kavmi Millîyetçiliği ilkel bularak, kesinlikle reddeder. “Bugün milletlerde ırk esası aramak, “elkimya” (simya) ile uğraşmaktan daha gülünçtür. Millet; bir dili konuşan, bir din, bir terbiye, bir eğitimle birbirine kenetlenmiş insanların meydana getirdiği bir varlıktır.”

Ona göre, Türklerin iki çeşit hayatı vardır; şahsi hayatı ve millet hayatı (Türklük). “Millet hayatını güçlendirmek, dünyadaki her şeyin üstünde görmek ve her şeyin üstüne çıkarmaya çalışmak “Türklük mefkûresi”dir. Her milletin bir mefkûresi) bulunması gerekir. Kendi canının geçici, millet hayatının ebedî olduğunu bilenlerin amacı, bu ülküye hizmet etmek olmalıdır.

Millî ülküyü; dil, millet, din ve vatan sevgisi besler. O ülkü şudur: “Büyük milletler gibi ilerleyip gelişmek, kan ve din kardeşlerimizi sırasıyla esirlikten kurtarmak, Türk adını tarihte tekrar parlatıp Türklükle beraber Müslümanlığa da eski önemini kazandırmak…”

O da, kendi döneminin, çoğu Türkçüleri gibi, o dönemde sayısı 200 milyona ulaşan Dünya Türklüğünün (Bütün Türklük) bir bayrak altında toplanarak büyük ve kuvvetli bir “İlhanlık” kurulması ülküsünü benimsiyordu. Bu anlamda o da Turan idealine bağlı idi.

Ömer Seyfettin’e göre, bir çocuğun Türk Millîyetperveri (Millîyetçisi) olabilmesi için şu özelliklere sahip olması gerekir: 

a. Konuştuğu Türkçeyi sever ve güzel İstanbul Türkçesini herkese öğretmeye çalışır.

b. Dini gibi Millîyetini de sever ve kutsal bilir. Millîyetine laf söyletmez. Türklüğün dünyadaki milletlerin hepsinden daha soylu ve cesur olduğunu hatırdan çıkarmaz.

c. Her fırsatta Türklüğü över, Türk tarihini, Türk cihangirlerini ve Türk bilginlerini anar.

d. Türk milletinden en büyük cihangirler çıktığı gibi, İbni Sina ve Uluğ Bey gibi en büyük bilginlerin de çıktığına iman eder.

e. Türk tarihini tümü ile öğrenir. Türklüğe ait yazılan ebedi ve ilmi eserleri, diğer okunacaklara tercih eder.

f. Hangi meslek için hazırlanırsa hazırlansın, en başta gelen emeli, Türklüğe, Türk ülküsüne hizmet etmek olur.

g. Kişisel hayatının geçici, fakat Millîyetinin, Türklüğün sonsuza kadar kalıcı olduğunu aklından çıkarmaz. Ruhunda büyüklük ve yükseklik duygusu olan çocuk kesinlikle Türk Millîyetperveri olur. Her yerde, her zaman ve her işte birinci olmaya çabalar. Vücudunu izcilik ve idmanla, fikrini bilgi ve teknikle, ruhunu Millî ülkü ile kuvvetlendirir.

Ömer Seyfettin, Türk çocuğunun Millîyetçi olabilmesi için gerekli bu şartları belirttikten sonra, onlara şöyle seslenir: “ Ey Türk çocukları! Siz hem kuvvet, hem bilgi, hem ülkü sahibi olunuz. Büyük başarılarınız adınızı tarihe geçirecek ve sizi bu geçici hayatın üzerindeki o edebî ve ölümsüz hayata ulaştıracaktır.”

Millî Mücadele’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin manevi mimarları arasında yer alan Ömer Seyfettin 6 Mart 1920 tarihinde aramızdan ayrıldı. Vefatının 100. yıldönümünde millî şairimizin ruhu şad, mekânı cennet olsun.