Kutluk Kağan Sümer

Tüm yazıları
...

Entelektüel sermaye, yabancılaşma ve Batı tipi müzik

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Kutluk Kağan Sümer

David Baro iktisadi gelişmeyi açıklarken entelektüel sermayeden bahsediyor ve özellikle 21. yüzyılda iktisadi ve milli gelişmeyi entelektüel sermayeye bağlıyor. Nedir peki bu entelektüel sermaye?

En geçerli tanımıyla bilim ve teknikte gelişmiş aydındır.   

Entelektüel tanımı çok çeşitli şekillerde yapılabilir. Bunların arasında benim en hoşuma giden tanım: “Kendi alanında iyi yetişmiş bunun haricinde en az bir alanda yorum yapabilen katma değer yaratabilen kişi”…

Bakalım Heredot’a, İbn-i Sina’ya, Farabi’ye, Paskal’a, Hegel’e, çeşitlendirmek mümkün. Hem sosyal bilimci hem fen bilimci aydın nitelikleriyle ortaya çıkarlar hepsi de.

Cemil Meriç Jurnal’de diyor ki: “Çarpışan iki medeniyet var: Türk-İslâm medeniyeti bin yıl fetihler yapmış, belli ölçüleri, belli zaferleri, belli başarıları var. İhtiyarlamış. Hıristiyan Batı medeniyeti hem temelinde hem de içtimaî yapısında farklı ve başka. Bence en esaslı fark insana bakışlarında. Osmanlı için insan ulûhiyetin nusha-yi suğrası. Mukaddes ve muhterem. Servet ve mevki gibi tesadüfi tefavütlerin dışında bir insan haysiyeti var. Batıda yok bu. Batı evvela kendi insanına karşı zalim. Batı’nın tarihi, bir sınıf kavgası tarihi, doğru. Bu egoizm, coğrafî hudutların dışında büsbütün azgınlaşıyor. Avrupa, insanı tabiatın bir parçası saymaktadır. Dış dünyayı kaprislerine alet eden Batı, insanı da aynı muameleye tâbi tutar.”

Bir sağlamasını yapalım bizim entelektüel sermayemizin. Tarih yorumları yapan Tarih metodolojisinden haberi olmayan jeoloji mühendisi mi ararsınız? Tabip mi? (!)

Size konuyu derinleştirmek için bizim aydınlarımızla ilgili birkaç anekdot anlatayım.

Adana menşeli Tıp doktoru bir arkadaşımla sohbet ediyoruz. Kendisi çiftçi çocuğu fakat feleğin çemberinden geçmiş. Tıp okumuş (bizim en başarılı öğrencilerimiz Tıp okur fakat mutlu olmaz) en az o kadar da başka sahalara ilgili ve hâkim. Yani tam tanımıyla bir entelektüel sermaye.

Eşimin zoruyla Vivaldi konserine gittiğimden bahsettiğimde (eşim 1 yaşından beri Batı kültürüyle yetişmiş, işletmeci olmakla birlikte birkaç dili çok iyi bilen felsefeden tarihe okuyup yorum yapıp katma değer üretebilen ciddi bir entelektüel sermaye… Onun Batılı ve bana bile ilginç gelen fikirleri hayatım boyunca hep öğretici olmuştur) bana ben Bach, Mozart,  Brahms, Vivaldi’yle büyüdüm dedi…

Bir yaşıma daha girdim ne yalan söyleyeyim. Cevap verdim daha önce Brahms’ın 21 nolu bozlağını dinlememiştim diyerek.

Bizde Batılılaşmak, Batının tüm değerlerini almakla başlar. Entelektüel olmanın içerisinde Batının kültürü ve müziği de vardır. İlerici entelektüel demek kendi özünden ve kültüründen kopmuş kendi halkına uzak sırça saraylarında yaşayan bir grup olmakla eş değer tutulur.

Osmanlı Batılılaşırken kendi askeri musikisini bırakıp kendinin kötü bir kopyası olan bir musikiyi kopyalar. Anlat anlat bitiremediğimiz Abdülhamit ve Osmanlı devrinde Don İzzettin (Donizetti) paşalar hepimizin malumudur.  Batılılaşmak demek kendinden olanı bırakıp Batının değerlerini almak. Cumhuriyetin Osmanlının son döneminde yetişmiş Batılılaşmayı teknik yerine kültür olarak görmüş aydınları da bundan çok farklı değil.

Reşat Nuri’nin Çalıkuşunda ah ‘evropa’ diyen Bursa Milli Eğitim Müdürüne varıncaya kadar Türk edebiyatında bunun çok sayıda hicivcini bulmak mümkün.

Devam edelim. Ben bir entelektüel değil miyim sizce? Ben bir öğretmen ve profesör çocuğuyum. Üst nesillerime bakılacak olursa da gerek Osmanlı gerek Kırım gerekse Cumhuriyet tarafından yetiştirilmiş çok sayıda tahsilli entelektüel bulabilirsiniz. Osmanlı devam etse gerek ben gerekse çocuklarım beşik uleması olurdu. Ama inatla eğitim almaya ve katma değer üretmeye devam ettik ve edeceğiz. Hasbelkader okumuş kendi işini bile az bilen ve/veya Avrupalılaşmayı marifet sayan sözde aydınlara inat.

Sözde Batılılaşmacı Osmanlı müsveddesi ve Cumhuriyet rejiminin tek kanallı TRT televizyonunda Pazar sabahları klasik müzik diretildiğinde radyoyu açan; radyoda da aynı dangalak diretmenin devam ettiğini gördüğümüzde radyoyu kapatıp kitap okumayı tercih eden yerli, milli bir mantıkla yetiştirildim. Böyle bir aile yapısında teknik kabiliyetli bir sosyal bilimci olarak yetişme şansı bulabildim. Batının müziği yerine felsefesi ve tekniğiyle yetişme şansım oldu. Çok şükür.

15-16’lı yaşlarımda Galatasaray Liseli devşirme mantıkla yetişen laf arasında biz aslında Ermeniymişiz demekten geri durmayan bir arkadaşımdan Brahms’ın Flüt senfonisinin solo yorumunu dinleme ve bundan zevk almama fırsatım da olmadı değil.

Ama Galatasaraylı, Robert Kolejli, English High Schooll’lu arkadaşlarım kadar büyülenmedim nedense.

Müzik evrensel ve güzel. Bunda şüphe yok...

Oysa benim kanımın sesi içten içten dalga geçtiğim sözde aydın geçinenlere verdiğim cevap Brahms’ın 21 nolu bozlağı.

Bana isteyen kro desin. İsteyen aydın olmamakla suçlasın. Ben bir Orta Anadolu bozlağından; bir türküden daha fazla zevk alıyorum.

Kanımın sesi bu…

İstediğiniz kadar diretin...

Dinlemem değil…

Dinlerim!

Ayağımı sallarım en fazla Brahms’a, Bach’a, Mozart’a, Vivaldi’ye.

Sanmayın yorum yapamam klasik müziğe. Bilirim dinlerim ve hatta yorum da yaparım. Ama bir Türk’ü söyleyen türkü kadar, bir kahramanlık türküsü kadar, Yıldırım yüzlü bir manasçı kadar zevk almam…

Orta Anadolu’nun, Balkanların, Kırım’ın, Kazan’ın Türkistan’ın ezgileri daha fazla kaynatır kanımı.

Sen nesin diye sorarsanız bir türkü kadar hür, bir türkü kadar kimsesiz, bir türkü kadar yerli ve millîyim.

15 gün sonra devam edeceğim…