Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

‘Hopa-Tarsus Hattı’ tehdidi: Türkiye dosyası

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Hopa-Tarsus fiziki hattı, tarihi süreç içerisinde anlam atfedilebilecek coğrafi, siyasi ve beşeri bazı faktörlerden dolayı hem geçmiş hem de gelecek açısından Türkiye ve Türk Dünyası için önem arz etmektedir. Bu yazıda, bu tarihi ‘hat’ Türkiye açısından irdelenmiş olup, sonraki yazılarda Türk Dünyası açısından taşıdığı önem üzerinde de durulacaktır.

Herhangi bir Türkiye fiziki haritasına bakıldığında; kuzeydoğudan (Hopa), güneybatıya (Tarsus) doğru uzanan bir dağ silsilesinin, Orta Anadolu Platolarının hemen ardında yükseldiği görülecektir. Tarihçi Herodot, bu hattın doğusuna ‘Yüksek/Yukarı Asya’ adını vermiştir. Herodot’un binlerce yıl önce fark ettiği, ancak bizim haritalarda defalarca karşılaştığımız ve belki de ilk bakışta hak ettiği önemi atfedemediğimiz bu dağ silsilesi, yüzlerce, hatta binlerce yıl boyunca farklı devlet teşkilatları arasındaki sınırı teşkil etmiştir.

Milattan önce 16. ve 13. yüzyıllar arasında Hititler ile Mitanniler-Asurlar; 9. ve 7. yüzyıllar arasında Frigler ile Asurlar-Urartular; 3. ve 2. yüzyıllar arasında diğer Helen devletleri ile Selefke Devleti arasında; MÖ 1. yüzyıl ile MS 1. yüzyıl arasında Romalılar ve Partlar; 4. ve 6. yüzyıllar arasında Roma ve Sasani devletleri; 7. ve 10. yüzyıllar arasında Bizans ve Araplar; 14. yüzyılda Türk beylikleri ile Celayirler; 15. yüzyılda Osmanlı ile Dulkadir, Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri arasındaki sınır hattını Hopa-Tarsus arasındaki dağ kuşağı oluşturmuştur. Bu doğal fiziki hat, yüzlerce yıl boyunca siyasi ve beşeri bir hal almıştır. MÖ 16. yüzyıldan, MS 16. yüzyıla kadar yukarıda sayılan devlet teşkilatları arasındaki sınırı teşkil etmiştir. Yaklaşık 3000 yıllık bu süreç, bazen güçlü devlet teşkilatlarının hattı yarması ve egemenliğini genişletmesi sonucu kesintiye uğramıştır. Bu kesintilerin başlıcaları; MÖ 6. yüzyılda Persler, MÖ 4. Yüzyılda Makedonlar, MS 2. Yüzyılda Romalılar, MS 11. Yüzyılda Türkler (Selçuklular), MS. 13. Yüzyılda Moğollar, MS 15. Yüzyılda Türkler (Timurlular) ve MS 16. Yüzyılda Türkler (Osmanlılar) tarafından gerçekleştirilen büyük harekâtlarla ortaya çıkmıştır. Sonuncu harekâtın (Osmanlı) sağladığı hariç, bu hattaki diğer tüm sınır değişiklikleri bir, iki, en fazla üç asır içerisinde eski halini almış ve Hopa-Tarsus fiziki hattına geri çekilmiştir. Bilinen tüm tarihi süreç boyunca, Hopa-Tarsus fiziki hattının doğusunda ve batısında aynı anda en fazla süre egemenliğini sürdüren siyasi teşkilat Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. Şimdi bu tarihi arka planı akılda tutarak, bu hattın içerisindeki kültür havzasına (yani beşeri faktöre) göz atalım.

Hopa-Tarsus hattının doğusunun Türkleşme süreci, batıdan daha önce başlamıştır. Artuklu, Saltuklu, Karakoyunlu ve Akkoyunlu geleneklerine bağlı olarak ‘Yüksek Yayla Dağlar’ doğal kültür havzasının karakteristiğine uygun bir şekilde, bu bölgede göçebeliği çok uzun yıllar sürdüren müstakil bir Türk kültür havzası yeşermiştir. Bu kültür havzası, Doğu Anadolu ve Azerbaycan’ı yekvücut tutan bir kültür havzasıydı.

Hopa-Tarsus hattının, doğu-batı arasındaki kültürel etkileşimi engelleme konusundaki en zayıf bölgesi güney kısmında yer almaktadır. Bu bölge Kayseri-Maraş arasındaki güzergâhtır. Hat üzerindeki bu gedik de hattın kendisi gibi tarihi referanslara sahiptir. Asur ticaret kolonilerine hayat veren ticaret yolları ve tarihi Kral Yolu’nun geçiş güzergâhı burasıdır. Yani bu kavşak noktası, kültürleri ayıran dağ kuşağının yumuşak karnıdır. Tarihi süreç içerisinde de hattın doğu ve batısındaki Türklerin en güçlü irtibat noktasıdır.

Hattın doğusundaki ve batısındaki Türkler arasında irtibat noktası olması önemlidir. Çünkü Anadolu’nun Türkleşme süreci tek bir siyasi teşkilat altında gerçekleşmemiştir. 11. ve 16. yüzyıllar arasında, neredeyse beş asır boyunca, Hopa-Tarsus fiziki hattının batısı ile doğusu farklı Türk devletlerinin kontrolünde olmuştur. Yani Anadolu’nun Türkleşme süreci hattın doğusu ve batısı açısından farklı teşkilatlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Batı Anadolu Türklüğü, uzun süren mücadelelerin ardından Balkanlar ve Orta Anadolu’yu (Karaman) egemenliğine aldıktan yüzyıllar sonra Doğu Anadolu’daki Türk devletlerini kontrolü altına alabilmiştir. Bu husus ise, bu beş asır boyunca farklı milletlerle ve coğrafyalarla etkileşim içerisinde kültürel evrim sergileyen Türk kültür havzalarına vücut vermiştir. Hatta bu hat, aynı teşkilat altında iken bile toplulukları kültürel açıdan birbirinden ayırabilme, özgün niteliklerini muhafaza etmelerini sağlama gücüne sahiptir. Örneğin, Hopa-Tarsus hattının doğusunda egemenliğini yitiren göçebe Türk geleneği, Osmanlı hâkimiyetine girdikten iki yüz yıl sonra hala Karakoyunluluğunu unutmamıştır:

Bize Emrah derler, Karakoyunlu, Yiğitler içinde yiğit oyunlu, Kaz gibi pısmazık, erkek boyunlu, Biz Türk’ük, Türklükten fermanımız var” dizeleri, Ercişli Emrah tarafından 17. yüzyılda dile getirilmiştir.

Hattın doğusu ve batısı, on altıncı yüzyıldan, yirminci yüzyıl başlarına kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalıp, milli bilincin teşekkül ettiği çağlarda tek bir siyasi teşkilat altında bulunmuştur. Bu husus, hattın doğusu ve batısı arasında ortak bir bilincin inşasını sağlamıştır. Ancak 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında bölgedeki Ermenilerin, Ruslar ve İngilizler tarafından silahlandırılarak Türkler üzerine kışkırtılması, hattın doğusundaki Türk varlığını büyük bir tehdit içerisine sokmuştur. İtilaf devletlerinin, Anadolu üzerindeki planları, oldukça güçlü tarihi referanslar üzerine kurulmuştur. Sevr’de çizilen harita hatırlanacak olursa, Hopa-Tarsus fiziki hattının doğusunu batısından ayıracak şekilde Fransız ve Ermenilere ayrılan hâkimiyet bölgeleri görülecektir. İtilaf devletlerinin, şer politikaları gerçekleşmiş olsaydı, dört asrın sonunda Hopa-Tarsus fiziki hattı, tekrar siyasi bir sınıra dönüşecekti. Ancak önce İttihat ve Terakki’nin demografi politikalarının, sonrasında ise Milli Mücadele kahramanları Mustafa Kemal Atatürk ve Kazım Karabekir’in siyasi ve askeri mücadelelerinin neticesinde bu büyük oyun bozulmuştur. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bölgede taşkınlık çıkaran ve sivil Türkleri katleden Ermeniler, tehcir kararıyla Suriye dolaylarına sürgün edilmiştir. Bu hamle ile İstiklal Harbi öncesinde, Doğu Anadolu’daki Ermeni nüfus büyük ölçüde Anadolu dışına çıkmıştır. Bu durum İstiklal Harbi’nde Doğu Cephesi’ndeki mücadelenin kısa sürede zaferle neticelendirilmesinde kuşkusuz büyük rol oynamıştır. Yani yaklaşık yüz yıl önce, bölge içerisindeki etnik unsurların dış güçler tarafından kullanımı ile ayrılmaya çalışılan hat, özverili, planlı ve istikrarlı bir mücadele neticesinde bir arada tutulmuştur. Bu tehdit, 19. ve 20. yüzyıllardaki Rus istila girişimlerinden sonra, hattın doğusunda yaşanan en büyük tehdittir.

Yukarıda sunulan, Hopa-Tarsus fiziki hattını yarmayı başaran tarihi deneyler hatırlanacak olursa; bunların ikinci milenyumda yaşananlarının (günümüze yakın olanlarının) çoğunun doğudan gelen hareketler olduğu görülecektir (Selçuklular, Moğollar, Timurlular, Kavalalı’nın Mısır Ordusu). Doğudan gelen akınlar, genelde Hopa-Tarsus fiziki hattını kısa sürede aşıp Anadolu’nun tamamını kontrol altına almaya muktedir olmuşlardır. Aynı tarih aralığında (2. Milenyum) batıdan gelen harekâtlar ise büyük ölçüde akamete uğramıştır (Bizans, Haçlı, Yunan işgali). Batıdan gelip başarılı olan harekâtlar ise Roma ve Osmanlı örneklerinde olduğu gibi genelde yüzlerce yıl alan geniş ölçekli operasyonlardır. Bu husus Ruslar tarafından büyük ölçüde fark edilmişti. Hatta bu yüzden General Paskevich (1782-1856) gibi bazı Rus kurmayları, Anadolu’yu doğudan işgal etmeye yönelik oldukça ayrıntılı planlar da hazırlamışlardı. Ancak daha önceden değinildiği gibi 20. yüzyılın başında tarihi yazan Ruslar değil, Türklerdi.

Yukarıda sunulan örneklerde binlerce yıl boyunca Hopa-Tarsus hattının farklı siyasi teşkilatlar arasında bir sınır teşkil ettiği görülmüştü. Bunun en büyük sebebi, hattın, dağ gibi güçlü bir fiziki unsur tarafından çizilmiş olmasıdır. Zira dağlar, yarattıkları ulaşım ve iletişim güçlüğü sebebiyle tarih boyunca çevresinden yalıtılmış müstakil kültür havzalarının oluşumuna vücut vermiştir. Müstakil kültür havzaları, hattın veya dağların ötesindeki diğer kültürlerle yüksek düzeyli bir ilişki ve iletişim kuramadıkça bu ayrılık beslenmiş ve farklı siyasi teşkilatlar altında olma halini perçinlemiştir. İletişim ve ulaşım teknolojilerinin nispeten gelişmiş olduğu çağımızda, fiziki coğrafi unsurlar, kültür üzerindeki bu etkilerini hala tamamen kaybetmiş değildir. Diğer yandan, ayrılık konusunda çok güçlü tarihi bir geleneğe sahip olan Hopa-Tarsus fiziki hattı, doğu ve batısının ayrılması konusunda yine tehdit altındadır. Tarihi geleneğe uygun olarak, bunun yine kültürel farklılık ile gerçekleşmekte/gerçekleştirilmeye çalışılmakta olduğu anlaşılmaktadır. Daha önceki deneylerde yüzlerce yıla yayılan bir süreç yerine, büyük kitlesel hareketlerle bölgedeki demografik dengenin değiştirilmesi, yaklaşık bin yıl önce Batı Türklüğüne göre müstakil bir şekilde gerçekleşen kültürel evrimin dinamiklerinden de beslenerek, hattın doğusunu batısından koparmaya hizmet etmektedir. Yaklaşık 7-8 asır önce, Anadolu’nun batısından daha önce Türkleşen, Artuk Bey’in, Uzun Hasan’ın ve nice Türk serdengeçtilerinin Türk vatanı, demografik ve kültürel açıdan taarruz altındadır. Bir yanda Hopa-Tarsus seddi, diğer yanda Osmanlı-İran sınırı, Doğu Anadolu Türk kültür havzasını, yüzlerce yıl boyunca diğer Türk kültür havzalarından ayırarak pek çok Türk aşiretinin kimliklerini ve dillerini kaybetmelerine sebep olmuştur. Türk kimliğini koruyanların sayısı halen az değilse de; mevcut durum, Batı ve Orta Anadolu Türk kültür havzasının onları da ‘ötekileştirme’ girişimleri sebebiyle bölgeyi tehdit altında tutmaktadır. 20. ve 21. yüzyıllarda Irak ve Suriye’den bölgeye gerçekleşen göç hareketleri de bu durumun yarattığı sonuçları perçinlemektedir. Bu durum, hattın yüzyıl sonra tekrar zorlandığını göstermektedir.

Taşeron terör örgütlerinin Türkiye toprakları üzerindeki emelleri göz önünde bulundurulduğunda, Hopa-Tarsus fiziki hattının tarihinden alınması gereken dersin önemi artmaktadır. Yaklaşık bir asır önce demografik bir hareket ile kurtarılan birliktelik, tarihin sunduğu derslere göre tehdit altında gibi görünmektedir. Hattın doğusu içerisinde gerçekleşen nüfus hareketleri, ne yazık ki bu konuda doğan olumsuz fikirleri beslemektedir. Tarih, deneylerini sabırla gerçekleştirir. Neticelerini, bireylere değil milletlere sunmak üzere hazırlar. Bu yüzden bir insan ömründe fark edemeyeceğimiz küçük değişikliklerle, uzun vadede büyük sonuçlar doğurur. Bu noktada, insanların gerçekleşen küçük değişimlere tepkisiz kalmasının doğuracağı sonuçlara atıf yapan ünlü ‘kaynayan kurbağa sendromu’ benzetmesini hatırlamakta yarar var.

İnsanlık tarihi boyunca çok sayıda medeniyete, devlete ve millete ev sahipliği yapan Anadolu’da, Hopa-Tarsus hattının doğusunu ve batısını 500 yıl boyunca tek bir siyasi teşkilat altında birlikte kontrol altında tutmayı başaran tek millet Türk milletidir. Türk milleti, sahip olduğu tarihi tecrübeleri doğru kullanabilirse, bu tarihi deneyi sürdürecek ve toprakları üzerinde oynanan oyunları bozmaya muktedir olduğunu bir kez daha gösterecektir. Bu husus sadece Türkiye için değil, Türk Dünyası için de büyük önem arz etmektedir. Meselenin Türk Dünyası boyutuna ise daha sonra eğileceğiz.