Yağmur Tunalı

Tüm yazıları
...

İnşaat İşgal Orduları Gibi

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Yağmur Tunalı

 

Sovyet döneminin kavramları şaşırtıcıydı. Çok kullanılanların ilk mananın tersini söylediğini yaşadıklarımız bize öğretmişti.  Mesela, Marksistler en çok “barış ”tan bahsederlerdi. Nerede bir barış geçiyorsa hemen “savaş”ın kastedildiğini anlardık.

Böyle bir durum dinbazlarımızın siyasetinde de tam olarak var. “Adalet”ten bahsediyorlarsa, mutlaka “Her istediğim benimdir, çalarım-çırparım, el koyarım, hakkımdır, sen yaparsan suçtur, hainliktir...” demek istediklerini anlayacaksınız.  Dilden düşmeyen din, ahlak vesaire kurallar raftadır. Türkiye, maalesef bu sol-dinbaz iki ucun sakat anlayışında sallanmaktan kurtulamadı. Diğerleri yeterince denge unsuru olamadılar ve buraya geldik. Durmadan yıkıyoruz.

İnşaat her şeyi yıkıyor

Son yılların inşaat furyası bu yıkımın dehşetli bir örneği... Göz göre göre razı olduğumuz bir yıkım. İtiraz etmediğimiz, edemediğimiz bir yıkım. Sanırım, şehircilik tarihimiz içinde böylesi bir yıkım yoktur.  Bırakın şehirleri, neredeyse küçük yerleşme yerlerimiz bile bu yıkıcılığın top atışından kurtulamadı.

İnşaat, yapmak, kurmak demektir.  Bu olumlu iş, dinbazlarımızın elinde Marksist terminolojideki gibi tam tersine döndürüldü. Şehri yıktı. Zevki öldürdü. Yaşama kültürümüzü baltaladı. Ev ve mahalle fikri kayboldu. Sosyal yapımız bozuldu. Din ve ahlak da bu yıkımdan hissesini aldı. Tarihler bunu böyle yazacak. Adım gibi biliyorum.

İnşaatı ekonomi için seçmiş görünüyoruz. Bilenler bu da yanlış diyorlar, o ayrı konu. Günü kurtarır görünse de uzun vadede çok yönlü zararlarını önleyecek güç yoktur. Nesiller boyu sürecek bir tamir zamanı bile yetmeyebilecektir. Düzeltmeye çalışırken kazandık zannettiğimizin yüz katını kaybedeceğiz. Nereden bakılırsa bakılsın akıl işi değil.

Nedense sustuk susuyoruz

İnşaata dayalı bir ekonominin neler getirdiğini konuşamıyoruz. Her gördüğü boş alanı bina dikilecek arsa iştahıyla görenler yadırganmıyor. Karşılarında engel de görmüyorlar. Konulmuş kuralların nasıl işlediği veya işlemediği erbabının bileceği bir mesele. Şehircilik açısından uzmanların işi ama yaşama kolaylığı, uygunluğu-uygunsuzluğu, güzelliği-çirkinliği açısından herkesin meselesi. Doğacak kültür yıkımı ise zararların hepsinin üzerine tüy diker. İşte buna hiç dikkat etmiyoruz ve dikkat edilmesinden de hoşlanmıyoruz.  Çünkü kültür dediğin de nedir ki… Hele güzellik… Karın doyurmaz. Mesela, bir simit bile etmez. 

Hayatımız siyasilerin algılarına emanet. Biz insanları midesinden tanıyoruz. Midesiyle yaşayanlar nasıl olsa oy çoğunluğuna ulaştırır. Başka tür bir kalite arayışına girmenin oy değeri yoktur. Birkaç kere yazdım, sağ iktidarlar meseleye böyle bakar. Demokrasinin neredeyse sandıktan ve oydan ibaret kalmasına bunun için şaşılmaz.

İnşaat diyoruz ve görüyoruz ki o sadece inşaat değildir. Meselenin kalkınma ve ekonomik yönü bildiğim bir konu değil. Şehircilik açısından da uzman sayılmam. Ancak,  müzik ve spor gibi herkesin az çok fikri olabilecek bir durumdan bahsettiğimizi de unutmayalım. Bu şehirlerde ve göğe yükselen binalarda biz yaşıyoruz. Hayatımızı nasıl etkilediği hepimizin söz söyleyebileceği bir husustur.  O bakımdan herkeste bir farkındalık olması,  yoksa yaratılması lazımdı. Biz bunu yapamadık.

Artık, evi, mahalleyi ve çevreyi yaşanabilir güzellikte kılmak ve görmek alışkanlığında değiliz. Dikkat edin, evinde çiçek yetiştiren pek azaldı. Evlerin önünde ve yanlarındaki küçük boşluklar ağaç, çiçek ve çimen zevkini göstermiyor. On metre yer bulsa eken, diken veya çiçekleyen bir anlayışa da uzağız. Dahası, ekilir dikilir yerleri imara açtık. Eskiden şehirler, köyler çoğunlukla yamaçlarda kurulurdu.  Hem ekilebilir dikilebilir alanları korumak, hem de kuzeye yaslanan ve güneye açık yerler seçilerek ısı kontrolü sağlanırdı. Şehir yaratmanın en temel dikkat noktası buydu.

Güler misin, ağlar mısın?

Şimdi ısı ve enerji nispeten daha kolay… Buna rağmen, dünya yine enerji kaynaklarının kıtlığını konuşuyor. Bir de doyma meselesi var. Verimli araziler onun için imara açılmaz. Biz onu da kırdık. Yeni zamanlarda inşaat öne çıktığı için hemen her yeri arsa gibi algılamaya başladık. Tatsız örnekleri sıralamak istemem. Yalnız birini söylemeliyim. Hem bağ bahçeye binalar dikmek ve diktirmek, hem de ondan şikâyet etmek garabetini gösterdik. Hatırlarsınız, geçen yıl bütün TV kanallarında dönen bir kamu spotu vardı. Diyordu ki, “ Lütfen, verimli arazilere inşaat yapmayın!”

Bu kamu reklamı “zorunlu yayın” statüsünde bütün kanallarda aylarca döndü. Ben çok utandım. Bir yabancı dostum çıkar da “Arkadaş, sizde isteyen istediği yere istediği gibi bina dikebiliyor mu?  Kanunu, kuralı yok mu?  Belediyeden, hükûmetten geçen bir dizi izin gerekmez mi?” dese ne yapacağımı düşündüm.  “Var tabii, hem de her yerden çok belki bizde var, ama işte böyle uygulanıyor ve bu reklamda olduğu gibi de sanki dalga geçer gibi ’Yapmayın. Etmeyin!’ şeklinde reklam yapılıyor...” demek zorunda kalmaktan utandım.

İnşaat meselesinin birkaç yönüne dokunup geçmek gerekti. Ancak benim dikkatim özellikle dil ve kültür merkezindedir. Kahrolarak gördüğüm şudur; Türkiye inşaat üzerinden bir kültür şoku yaşamaktadır. Bu yeni bir kültürsüzlük kültürüdür. Sosyologlar sonradan görmelerin şehri doldurmalarının belirtisi diyorlar. Elbette doğrudur. Başka bir doğru bütün bir geleceğimizi gölgeleyecek ölçüdedir; İnşaatla çok yönlü işgal ve talan yaşıyoruz. Türklüğün apaçık düşmanları bize bunu yapamazdı.