Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
TÜRKLER İRAN SEÇİMLERİNDE EN ÖNEMLİ FAKTÖR OLMUŞTUR

TÜRKLER İRAN SEÇİMLERİNDE EN ÖNEMLİ FAKTÖR OLMUŞTUR

​​​​​​​İran ve Azerbaycan’ın tanınmış isimlerinden, Araştırmacı-Yazar Rahim Cavadbeyli ile geçtiğimiz günlerde İran’da gerçekleştirilen seçimleri konuştuk.

İran’da gerçekleştirilen 13. Cumhurbaşkanlığı seçimini İbrahim Reisi kazandı. 8. Cumhurbaşkanı seçilen Reisi ve seçime giren diğer adayları genel hatlarıyla değerlendirir misiniz, yaşanan seçim sürecinde nasıl bir atmosfer mevcuttu?

18 Haziran 2021 (Hicri Şemsi 28.03.1400 Seçimleri) Cumhurbaşkanlığı ve Şehir, Köy Şura Seçimleri, İran İslam devriminden (1979) sonra ülkenin ideolojik, iktisadî ve bekası açısından en kritik ve geleceğine yönelik belirleyici anlarında geçirilmiş bir seçim olarak karakterize edilebilir.

İslam devriminin başlarından itibaren ideolojik açıdan İran İslam Cumhuriyeti Anayasasını kabul etmeyen muhaliflerin dışlanması, siyasî rekabetlerin sağ-sol köktendinciler arasında devam etmesine yol açmıştır. Sağ-Sol köktendinciler içerisinde bulunan Türk karşıtı yapay Pers kimliği üzerinden batıya yönlenmeyi tercih eden büyük bir kesim Hüccetül-İslam Haşimi Refsencani ile (1989’da Ayetullah Humeyni’nin vefatından ve Ayetullah Hameney’in Dinî Lider olmasından sonra) yolunu büyük oranda İslam devrim ilkelerinden, Dinî lider ve Sipah’dan (Devrim Muhafızları Ordusu) ayırmış oldu. Bu yolunu ayırmış olan sözde Reformist (Islahatçılar), Sosyal Demokrat ve Liberal Demokrat olarak tanımlanan aslında ise Türk ve İslamiyet karşıtı yapay Pers kimliğine sarılan kesimin Avruatlantik çizgisini ön plana alması, derin siyasî bağlarını canlandırması İslam Devrimi’ni içinden yiyip tüketecek hazır bir gücün oluşmasına getirip çıkarmıştır. Tabiri caizse İslam devriminin kendi içinde kendi zıddı oluşmuş durumdadır.

Ülke ekonomisi, %40 oranlarına varmış enflasyonun yanı sıra büyük bütçe açığı ve %26 ila %29 işsizlik oranıyla devam etmektedir. Devletin gereksiz ithalat ve pazar fiyatına kasıtlı müdahaleleri yüzünden kapanmış olan sayısız üretim merkezleri ve açılması planlanan, ancak kasıtlı siyaset neticesinde gerekli malî kaynakların ayrılmaması sonucunda açılmamış olan işyerleri işsizlik sayısının artmasında temel etmen olarak bilinmektedir. Ülke, planlı bir şekilde hem içeriden (sözde Reformistler) hem de dışarıdan (sözde Reformistleri tetikleyenler) tarafından dehşetli kaosa hazırlanmak istenmektedir.

Bu yeni geçirilmiş olan 13. Cumhurbaşkanlığı ve 6. Şehir, Köy Şura Seçimleri İran İslam Devleti’nin bekası ve güçlenmesi açısından oldukça hayatî önem arz etmektedir. Tehlike derin boyutlarıyla anlaşıldığı için Anayasa Koruma Konseyi oldukça geniş elemelere gitti. Ayetullah Humeyni vefat ettikten hemen sonra Türk karşıtı Avruatlantikçi kesim, Hüccetül-İslam Haşimi Refsencani üzerinden Ayetullah Hameney’e karşı güç edinmek amacıyla ileri sürmüş oldukları Dinî Lider Makamının Şuralı (Konsey terkipli) olması tezini savunan sözde reformist temsilcilerinden Mustafa Taczade, sağ kolu olarak bilinen Rahim Meşayi üzerinden oldukça derin dış bağları mevcut olan Mahmut Ahmedinejad ve büyük tesir imkânlarına sahip Laricani ailesinden Ali Laricani gibi aday adayları başta olmakla Batı ülkeleriyle yakından uzaktan ilişiği olan bütün aday adayları elendi. Seçime katılma istekleri reddedildi.

Sözde Reformist kesimin iki adayı kabul edilmiştir. Her ikisi de Türk kökenli olmuştur. Biri Möhsün Mehr Alizade, diğeri ise Abdülnasir Hümmeti. U’sul taraftarlarından ise Emir Hüseyin Kadızade Haşimi, Alirza Zakani, Sait Celili, İbrahim Reisi ve Askeri kökenden gelen Möhsün Rizai.

Möhsün Mehr Alizade, Abdülnasir Hümmeti, Möhsün Rizai ve İbrahim Reisi adaylar arasında en önemlileri olmuştur.

Reformist aday Möhsün Mehr Alizade, Azerbaycan’ın Marağa şehrinde 1956’da doğmuş, eğitimini Mühendislik ve Malî Yönetim üzerine almış, Milletvekilliği, Horasan Valiliği ve 8. Cumhurbaşkanı yardımcılığı gibi mevkilerde bulunmuş bir devlet adamı olmuştur.

Seçim esnasında Türk, Türklük ve Azerbaycan meselesine en çok vurgu yapan adaylardan olmuştur. “Azerbaycan, Azerbaycan deyip gelmişim, bana sahip çıkın”, “İran’da Azeri diye bir millet yoktur, İran’da Türkçe var”, onun esas ifadelerinden olmuştur. Türkçenin resmîleşmesini ve Türkçe eğitim hakkını savunmuştur.

İkinci Reformist aday Abdülnasir Hümmeti, Azerbaycan’ın Hemedan kentinde 1957’de doğmuş, eğitimini iktisat alanında almış, araştırma dönemini Londra Üniversitesinde yapmış ve Hasan Ruhani döneminde Merkez Bankası Genel Başkanı olmuştur.

Seçim esnasında Türkçe konuşmaya ve Türklere müracaat etmeye önem vermiştir. Türklerin oyuna talip olduğunu, ülkeyi batıya açabileceğini ve yaptırımların kaldırılmasında en önemli figür olduğunu beyan etmiştir. Türk ve Azerbaycan’ı ön plana almıştır. Türkçe eğitim hakkını savunmuştur.

Askerî kökenli Möhsün Rizai, Huzistan eyaletinin Mescid Süleyman kentinde 1954’de doğmuş, ileri gelen kurucu komutanlardan olmuş, eğitimini iktisat alanında almıştır. Seçim esnasında konuşmalarına “Yaşasın Azerbaycan” ifadesiyle başlamıştır. İran’da bütün milletlerin bütün milli ve medeni haklarının ihya edilmesini temel şiar olarak edinmiştir. Türkçe ve diğer yerli dillerin eğitim hakkının ihya edilmesini esas hedeflerinden biri olarak belirlemiştir. Stratejisini halkların milli hakları üzerine kurmuştur.

U’sul taraftarlarından Seyid İbrahim Reisi Sa’dat, Merkezi Horasan’ın Meşhed kentinin Nuğan bölgesinde 1960’da doğmuş, eğitimini hem ilahiyat alanında hem de dünyevi sahada tamamlamıştır. En çok yargı ekinde faaliyet göstermiş, defalarca başsavcı olarak görev yapmıştır. Son dönem Yargı erkinin başında duruyordu.

Seçim esnasında konuşmalarına Azerbaycan’la başlamıştır. Azerbaycan ve Türkler tarafından mektup aldığını ve Azerbaycanlılar tarafından destekleneceğini açık şekilde beyan etmiştir.

Açıklanmış olan seçim sonuçlarına göre katılım oranı %48.8 olmuştur:

İbrahim Reisi 17.926,345

Möhsün Rizai 3,412,712

Abdülnasir Hümmeti 2,427,201

Emir Hüseyin Kadızade Haşimi 999,718

Geçersiz Oy sayısı 3,726,870

İşin ilginç taraflarından biri de İran’ın kuzey batı bölgelerinde özellikle Batı Azerbaycan bölgesinde aşırı Kürt milliyetçilerinin ve özelikle Terör örgütlerinin etkisi altında bulunan kesim karşısında Şehir ve Köy şuralarında U’sul taraftarları ile Türk kimliği savunucularının birlikte oluşturmuş oldukları “Birlik Sesi” önemli şehirleri kazanmıştır.

Mahmut Ahmedinejad, “İslam Devrimi’nin başında halktan alınmış olan %98 oyun şuan %48’e düşmesi Devrim için bir facia”, diyerek hâkimiyeti eleştirmiştir. 2013 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde %73 ve 2017 seçimlerinde ise %72 katılım olmuştur. Katılım oranının 2013’deki 73% ve 2017’deki 72% oranlarından 2021’de %48’e düşmesi ve İran İslam Cumhuriyeti’nin bunu bir zafer olarak algılaması ayrıca ele alınması gereken bir konudur. Evet, bu seçimler, İran İslam Cumhuriyeti için bir zaferdir. Avruatlantikçi kesimle razılaşmayan ve onların sistem içindeki yıllarca yetirmiş oldukları Reformist kesimin bağımlı temsilcilerinin aday olmalarının engellenmesi ve tamamıyla Asya’ya ve Doğu’ya yönelik bir devlet stratejisinin ön plana alınması devletin bekası için hayatî bir tehlike oluşturuyordu. İran’a yönelik yayın yapan 220’ye yakın uluslararası medya kuruluşları ve diğer birçok kurum ve kuruluş tarafından İran’daki seçimlerin boykot edilmesi ve katılımın %10’a kadar düşürülmesi planlanmıştır. %10’a kadar düşürülmesi planlanmış olan bir katılımın %48.8 oranını yakalaması bir başarı sayıla bilir. Tabi bu katılım oranını iki açıdan merkez-kenar ve etnikler üzerinden ele alınması da ayrıca önem arz etmektedir.

Yeni Cumhurbaşkanı Reisi, İran’ın uzun yıllardır aynı doğrultuda ilerleyen yönetimine herhangi bir etkide bulunabilecek midir, İran’ın önümüzdeki dönemde uygulayacağı politikalar noktasında İbrahim Reisi nasıl bir yol izleyecektir?

İbrahim Reisi, köken itibariyle bir seyittir, Ehlibeyt ailesinden geliyor. Yayınlanmış olan soyağacına göre İmam Zeynelâbidîn (659-713) üzerinden İmam Hüseyin’e ve Türkler için Oğuz Han’ın tecellisi olan Ali hazretlerine bağlanıyor. Emevîler dönemi (661-750) İran’ın Türk bölgesi Esterabad’a yerleşmişler. Sonra “Haydari” adlı bir grubu Hindistan’a gitmiş, oradaki “Haydarabat” kentinin bu aile ile bağlı olduğu belirtiliyor. Horasan’da tanınmış ve etkin bir seyit sülalesidir.

İbrahim Reisi, dinî lidere bağlı ve yurtdışı ilişkisi olmayan bir kişilik gibi tanınmaktadır. Tabi Ahmedinejad da ilk başlarda dinî liderin elini öperek Cumhurbaşkanlığı makamına oturdu, ancak kısa bir zaman eşiğinde yanına almış olduğu Rahim Meşayi üzerinden en derin ve tehlikeli yurtdışı bağlara sahip olmuştur. Tabi bu seyit İbrahim Reisi için bir örnek olmaya bilir. Ancak İran’da bu olayların örneği az olmamıştır. Reisi, bütün ailesi ile beraber dinî değerlere bağlı ve dinî rehbere sadık davranışlarıyla öne çıkmaktadır.

İbrahim Reisi’nin devlet programı ekonomik ağırlıklı olacaktır. Ülkenin ve vatandaşların temel giderlerinin temin edilmesine yönelik bir strateji ön plandadır. Yeni üretim merkezlerinin kurulması, kapanmışların tam işgücüne geçmesi temel devlet önceliği olarak bilinmektedir. Gereksinim duyulmayan hiçbir ithalata yol verilmeyeceği önem arz etmektedir. Kendine yetecek iç üretim ve ABD yaptırımlarının etkisini minimuma indirecek ekonomik bağımsızlık ve vatandaşların esas giderlerinin temin edilmesinin sağlanması esas öncelik olacaktır.

ABD ve Avrupa birliği ile mevcut görüşleri devam ettirmekle birlikte bunun yanı sıra 5+1 antlaşmasından sonra İran’a yönelik uygulanmakta olan 1500’ü aşkın yaptırım kararlarının mümkün kadar ortadan kaldırılmasına veya azaltılmasına çalışılacaktır. Ancak devletin önceliği ABD ve AB’nin isteğini kabullenip ilişkileri genişletmek değil, onlardan gelecek zararları mümkün kadar azaltmak olacaktır. Devlet ve vatandaşların bu siyasetten mümkün kadar az etkilenmesini sağlamak yoluna gidilecektir. Başka bir ifade ile her ihtimale ve tehlikeye karşı hazırlıklı ve teyakkuz içinde olacak güçlü ve güvenlik boyutunda devlet yapılanması söz konusudur.

Bana göre iç faktör olarak iki mesele çözüme kavuşturulmalıdır:

1. Bütün boyutlarda ekonomik sorunların giderilmesi;

2. Halkların millî ve genel olarak gençlik tarafından öne sürülen bazı medeni hakların taraflarca nasıl uygun bir biçimde çözüme kavuşturulabileceğine yönelik çözüm arayışları ve son yüz yılda resmi boyutta ülkeye ve devlete dayatılmış olan Farisiye tarikatına bağlı yapay Pers kimliğinden resmen imtina edilmesi;

Dış faktör veya Dış siyasette ise temel itibarıyla iki strateji ön plana alınabilir:

1. Avruatlantikçilerin baskılarına karşı güçlü direnişin oluşturulması amacıyla Avrasya üçlüsünün (İran-Rusya-Çin) güvenlik boyutunda ittifakının sağlanması;

Bunun için İran İslam Cumhuriyeti ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında 25 yıllık Stratejik Ortaklık anlaşması imzalanmıştır. Aynı bu anlaşmanın Rusya Federasyonu ile İran arasında da imzalanacağı beklenilmektedir.

2. İran’ın komşu devletlerle özellikle Türk Dünyası ile yakınlaşması ve karşılıklı ilişkilerin artırılması muhtemeldir.

Bunun için Orta Asya (Türkistan), Azerbaycan, Kafkasya, Irak, Suriye ve özellikle Türkiye ile geniş iktisadî, ticarî ve ittifakla sonuçlanabilecek siyasî ilişkiler devletin önceliğini oluşturmalıdır. Tabi bu karşılıklı ilişkilerdeki etki-tepki netice ve sonuçları bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Güçlü ve bağımsız Türkiye’yi arzulayanlar bu alana özen göstermeli ve olumlu anlamda değerlendirmesi gerekmektedir.

İngiltere’nin 20. yüzyıl ünlü tarihçilerinden Arnold Joseph Toynbee’nin (1889 - 1975) ifadesiyle söylersek Kuzey İslam Dünyası, önümüzdeki süreç içerisinde İran için bir tehdidin altın fırsata çevirme olanağı sunmaktadır. Arnold J. Toynbee’nin fikrine göre etkisizleştirilmiş Güney İslam’a (Pakistan, Bangladeş, Hindistan, Arap yarımadası ve Mısır) karşın Kuzey İslam’ın (geniş anlamıyla Türkistan, Kafkasya, İran ve Anadolu, başka bir tabirle Buhara-Tebriz ruhlu Tahran-Anadolu ruhlu İstanbul üçlüsü) hala etkisizleşmemiş ve her an bir güç olarak doğma ihtimalinin mevcut olmasıdır. İran, Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan başta olmakla bütün Türk devletleriyle kardeşlik üzerinden bir ittifak sağlamak imkânını düzgün değerlendirir ise Britanya Cihan Devleti’nin en önemli teorisyeni olarak bilinen Benjamin Disraeli’nin (1804 – 1881) Çar Rusya’sına karşı Türklüğü kullanma politikasının birer devamı olan 2000 sonrası yeniden San Remo-Odessa-Mançurya stratejik şeridini bir tehdit olmaktan çıkarıp, Türk kardeşliğine dayanarak birlik ve bütünlüğü temin edebilir. Tabi burada Türkiye ile oldukça samimi ve güvenilir bir ittifakın kurulması oldukça önemlidir.

İran ve Türkiye yöneticilerinin özellikle güçlü İslam ve Türk birliği arzulayan her kesimin desteklemesinin vacip olduğu ittifak, bu iki ülkenin devlet-millet ittifakının sağlanmasıdır. Türkiye ile İran gerçek bir ittifak arayışı içinde olmuş olurlarsa buna ulaşılır. İran-Türkiye ittifakı üzerinden Avrasya’nın yeniden Türkler tarafından yorumlanması mümkün olur. Günümüz Avrasyacılığı, 13. yüzyıldan itibaren Avrasya’da hukuki statü kazanmış olan Kubilay Ulusu, Çağatay Ulusu, Ak Orda, Kızıl Orda ve İlhanlı Ulusunun dayanışmaya dayalı yeni modern ittifakı haline getirmek mümkündür. İran’da dayatılan yapay Pers kimliğinin ortadan kaldırılmasının yanı sıra Çin Halk Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu’ndaki bazı Türk ve İslam karşıtı uygunsuz söylemlerin ve hareketlerin giderilmesi de mümkündür. Nitekim gelişmiş ve gelişmekte olan Avrasya’da barış, refah, modern ve dayanışmaya dayalı bir birlik ve bütünlük sağlanılabilir.

Milyonlarca Türk’ün yaşadığı İran devletinde gerçekleşen seçimde İran Türklerinin tutumu nasıldı ve yeni Cumhurbaşkanı Reisi’nin İran Türkleri konusundaki tavrı nasıl şekillenecektir?

İbrahim Reisi, seçim öncesi “Azerbaycan ve Türklerden mektup aldığını ve onlar tarafından destekleneceğini” söylemiştir. Reisi, dinî lidere ve devrim ilkelerine dayalı bir kesimin desteği ile seçildiği için bu cephenin talep ve isteklerini gözetmelidir. Bu da şu demektir ki, yapay Pers kimliğinin dayatılmasından yana hareket eden Avruatlantikçilerin bir süreliğine az da olsa güç kaybı demektir. Yapay Pers kimliğinin dayatılmasını devlet siyasetine dönüştürenlerin zayıflaması (keçici olmuş olsa da) kendi başına Türklük için bir kazanımdır.

Seçim dönemiyle ilgili geçici bir durum analizi yapılır ise saptanacak en önemli mesele İbrahim Reisi dâhil diğer adayların ileri sürmüş oldukları seçim stratejileridir. Adayların ileri sürmüş oldukları stratejilerde ne kadar samimi olup olmayacakları önemli değil, gözüken taraflarına göre saptanmış olan en önemli faktörün “Türk” ve “Azerbaycan” meselesinin ön plana alınmasıdır. Bu oldukça önemlidir. Tabi bunun hem olumlu hem de olumsuz tarafları vardır. Ona ayrıca değinmek gerekmektedir. Ancak saptanmış tarihî bir gerçekliğin (İran’ın aslî kurucu unsurunun Türk ve Azerbaycan olması gerçekliği) yeniden adaylar tarafından şifahen gündeme taşınmasıdır. Azerbaycan ve Türk faktörünün ön plana alınmasının arkasında iki hedef dura bilir:

1. San Remo-Odessa-Mançurya stratejik etki alanında İran Türklüğünün, Güney Azerbaycan ve Güney Türkmenistan olarak desteklenme ve kullanma ihtimaline karşı etkisizleştirme amacı güdülebilir;

2. Meseleye ciddî ve samimiyetle yaklaşarak, İran’a Pehleviler döneminde dayatılmış olan yapay Pers kimliğinden resmi düzeyde imtina etmek ve Türklüğün resmi hukuki statü kazanması ve Güçlü Azerbaycan’ı, Güçlü İran’ın garantörü gibi değerlendirme siyasetini ön plana alabilir. Bunun için ilk aşamada saha uzmanlarının katılımıyla “Türk Dil Kurumu”nun kurulmasının temin edilmesi olabilir. Bunu zaman aşamasında yapmış olacakları hareketlerle göreceğiz.

İlginç olan diğer bir mesele de Ayetullah Humeyni’nin torunu Ahmet Humeyni’nin seçim sonrası hemen Avruatlantikçilere yeşil ışık yakarak Türkleri hedef alan bir beyanatta bulunmasıdır. Bu beyanatında Türkleri yabancı ve İran’da işgalci konumda olduklarını iddia etmişlerdir. Tabi bu sözü o çocuğa öğretenler suçlu, kim oldukları da bilinmektedir. Bu çocuk üzerinden İran’ı bölüp parçalamayı amaç edinmiş bu kesimin gecikmeden gerekli cezalarını almaları da Sayın İbrahim Reisi’nin önemli görevlerinden biri olmalıdır. Ayetullah Humeyni’nin maalesef torunları, ülke ve devlet aleyhinde Avruatlantikçilerin birer uşakları gibi hareket edenlerle aynı safta durmaktalar. Bu tip vatan hainlerine vatanı-halkı bölüp parçalama izni verilmemelidir.

Önümüzdeki süreci şöyle karakterize edebileriz: İran’da zayıf ve günbegün arazice küçültülen Azerbaycan ve aşağılanan Türk kimliği, genel olarak hem devlet için hem de bütün İran vatandaşları için korkunç bir son olur. Bu kendini mahvetme siyasetinin devam ettirilmesi oldukça korkunç, kaçınılmaz ve geri dönüşü olmayan vahim sonuçları peşinden getirir. Ancak Güçlü Azerbaycan ve resmî hukukî statü kazanmış Türklük, Asya merkezli dünyada güçlü İran’ın varoluşunun temin edilmesidir. Başka bir ifade ile güçlü Azerbaycan ve resmî statü kazanmış Türklük, güçlü İran’ın garantörüdür.

Sayın İbrahim Reisi’ye bu istikamette başarılar dilerim. Umarım ki İran’daki bütün halkların hak ve hukukları uğrundaki adil taleplerin anayasal düzeyde kabulü, tanınması, uygulanması ve mevcut ekonomik felaketlerin giderilmesinde başarılı olur. Çünkü bu defa hedef tahtasına yatırılarak suçlanacak Tel Aviv, Buckingham veya New York eğilimli şahıslar ve ekipler de olmayacaktır. Bu devlet bekasının belirleyici döneminde devlet de hükümet de bir çizgide…

Bakıp göreceğiz…

Diğer Söyleşiler