Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
21 maddelik tedbir paketinin esasa dair söylediği bir şey yok

21 maddelik tedbir paketinin esasa dair söylediği bir şey yok

Ekonomist Halil İbrahim Bayrakçı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamış olduğu “Ekonomik İstikrar Kalkanı” tedbirini, ülkemizin ekonomik durumunu ve petrol fiyatlarındaki yaşanan gelişmeleri konuştuk.

Dünya çapında bir salgına yol açan yeni tip Korona virüsünün ülkemiz ekonomisini de ciddi anlamda tehdit ettiğini görmekteyiz. Bu tehditler karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan “Ekonomik İstikrar Kalkanı” tedbirlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Korona virüsü salgını, küresel bir krizdir. Yani dünyayı etkileyen bir kriz. Dünyayı etkileyen kriz ne demek? Dünya içerisinde kim ekonomik faaliyette bulunuyorsa bir şekilde hem psikolojik hem iktisadi hem de ticari olarak etkilenecek demektir. Bunu biraz açıklamak gerekiyor. Şu anda Dünya Bankası’nın tahminlerine göre dünya büyümesinde yaklaşık %1 civarı bir yavaşlamadan bahsediliyor. Bu doğal olarak bizi de etkiliyor. Belki daha büyük tehlike de Çin. Biliyorsunuz dünyadaki üretimin %20-25 civarı Çin tarafından yapılıyordu ve bir de tedarik zincirinde insanlara birçok ara mâmülü Çin’den sağlıyordu. Şimdi bunlar da etkilendi ve kontratlar bozuldu. Mesela siz Türkiye’de araba üreticisisiniz. Bu malın hepsini siz üretmiyorsunuz. Parçaların belli kısmını Çin’den veya başka ülkelerden alıyorsunuz. Ama şimdi Korona virüsünden etkilenen ülkeler birbirleri ile tedarik zincirini kestiler. Dünya üretiminde ciddi bir sıkıntı var. Bu tedarikçiler de bir senelik kontratlarını bozdu. Onun için yeni bir tedarik zinciri kurulması gerekiyor. Bu demek oluyor ki Korona virüsü meselesi yarın bitse bile dünya ekonomik olarak en az 6 ay-1 sene bu işin sırf üretim boyutunda ceremesini çekecek.

İş bu kadar büyükken Türkiye’de Sayın Cumhurbaşkanı dün Korona virüsü ile mücadele için bir ekonomi paketi açıkladı. O pakette yaklaşık 21 madde var. Paketin büyüklüğünü yaklaşık 100 milyar TL olarak ilan etti. O paketin içerisini incelediğimiz zaman bu 21 maddenin 21’inde de ekonomi ile olarak; üretimin, bozulan ilişkilerin, bozulan tedarik zincirlerinin nasıl sağlanacağı belirtilmiyor. Mesela turizm sektöründeki Türkiye’deki çöküşün nasıl engelleneceğine dair herhangi bir fikir yok. Yapılan iki şey var. Birincisi; vergi borçlarının kasım ayına ertelenmesi. Zaten kasım ayı ölü sezon. Yani altı aydan üç aya değil altı aydan beş sene sonraya ertelense de fark etmeyecektir. Çünkü millette vergi ödeyecek güç kalmadı ve şu anda öz sermayeleri eriyor. İkincisi, diyor ki sizin bankalara olan borçlarınızın ödemelerini 3 ay erteleyelim ve size takibat yapmasınlar. Buradaki sıkıntı da şu: Bankalar ne yapacak? Bankalara “Siz ödemeleri almayın, erteleyin” diyorsunuz ama o bankaların da paraya ve sermayeye ihtiyacı var. Bu nasıl karşılanacak? Bu da belli değil. Diğer maddeler de işte halka şirin gözükmek için yapılan şeyler. Mesela mayıs ayı başında verilecek bayram yardımları nisan ayında verilecek ve bunu pakete eklemiş. Zaten bu yardım bir ay sonra verilecekti. Ha bir ay önce vermişsin ha bir ay sonra vermişsin. Haliyle bu da ekonomiyi canlandıracak bir şey değil. Eğer ekonomi bu bayram ikramiyeleri ile canlansaydı geçmiş senelerde sürekli canlanırdı. Bu ikramiyelerle canlanan bir şey yok. Aslında üretimi ve istihdamı desteklemek gerekiyordu. İstihdamı ve üretimi desteklemenin bir yolu da üreticiye veya istihdam sahibi adama “Sen şirketini kapatma ben sana biraz para vereyim istihdamı biraz parayla idare et ama bir de şartım var işçiyi de çıkarmayacaksın” demek değil. Üreticinin, piyasanın kendi koşulları içerisinde bununla mücadele etmesini, bu koşullar içerisinde mücadele ederken takıldığı güçlüklerde devletin yardımcı olmasını sağlamak gerekiyordu.

Peki, bugün Türkiye’deki en büyük güçlük nedir? Türkiye’deki en büyük güçlük, reel sektör içindeki güven ortamıdır. Çünkü insanlar, ekonomik karar alıcılara hiçbir şekilde güvenmiyorlar ve yarın ne karar alacaklarını bilmiyorlar. Bu güven ortamının sağlanması gerekiyordu, yine başa dönüyoruz. Ayrıca biz bu reel sektöre planlama yapabilecekleri; mesela CDS primleri dediğimiz yaklaşık 540 civarı sıfır faizli para verseler bile CDS’ye endekslediğiniz zaman 5,5 faizli para ödeyeceksiniz. Bu ortamda bir insan ne yatırım yapabilir ne borç alabilir.

Özetle şunu söyleyeyim. Hazırlanan bu 21 maddelik ekonomik önlem paketi içinde dişe değer, ekonomiyi canlandıracak bir şey yok. Bunun bir kısmı zaten bizden kaynaklanıyor ama asıl kısım dünyanın şartlarından kaynaklanıyor. Yine de bizim bu şartlara dayanabilme imkânımız, krizi fırsata çevirebilme imkânımız vardı. Hükümet de buna öncülük yapabilirdi. Nasıl yapabilirdi? Bugün dünyada Çin’in piyasadan çekilmesiyle birçok sektörde finansal bir talep doğdu; çelikten tutun medikal malzemelere kadar… Hükümetimizin, muhatap olduğumuz ülkelerle ilişkiler kurması gerekiyordu ki bizi tedarik zincirlerine soksunlar. Başta Avrupa Birliği olmak üzere Kuzey Afrika’da, Amerika’da, Güney Amerika’daki bu zincirlere girebilmek için iyi dış ilişkiler gerekiyor ama bu hükümet tarafından sağlanamayınca da fırsatlar maalesef elimizden gitti.

Sonuçta şunu söylemek isterim. 21 maddelik tedbir paketinin esasa dair hiçbir şey söylediği yok. Sadece göstermelik bir pakettir ve maalesef 100 milyar liralık bütçenin nasıl kullanılacağına dair öyle muallak ifadeler var ki mesela bir tane madde de şöyle: “Bankalardan konut alınacak. %80’e kadar olan bankanın karşılama oranı %90’a çıkarılacak.” Zaten bunun bir anlamı yok çünkü kimse beş kuruş para harcamıyor. %90 değil %100 kredi verse ne olacak? Banka kredi veremiyor, bankadan kredi isteyen de yok; herkes eve kapanmış vaziyette. Bu, ekonomiyi nasıl canlandıracak? Tüketiciye güven gerekiyor, insanları korkutmamak gerekiyor, insanları geleceğe dair umutlandırmak gerekiyor.

 

Mesela bizim 2 tane çok büyük avantajımız var. Birincisi, dünyada güçlü bir sağlık sistemine sahibiz. İkincisi de turizm sektörü. Avrupa ülkeleri arasında 130 bin yatak kapasiteli bir yapıya sahibiz. Bunlar bir manivela olarak kullanılabilirdi. Bu süreç içerisinde 5 yıldızlı otellerimizi kapatmak yerine farklı önlemler alınabilirdi. Mesela; dünyaya kapıları kapatmak yerine belli kontrollerden geçmiş insanların 14 günlük karantinalarını özelleştirilmiş turizm mekânlarında geçirmeleri sağlanabilirdi. Yani böyle şeyler yapmak gerekiyor. Biz Fransa değiliz, Almanya değiliz ki bazı önlemler alarak büyük bedeller ödeyebilelim. Biz Türkiye’yiz; sürekli olarak büyüyebilmek için bırakın büyümeyi, yaşayabilmek için dışarıdan kaynak girişine ihtiyacımız var. Bu kaynak girişinin bizde iki tane yolu var: Biri sağlık turizmi biri de normal turizm. Ama şu anda ikisi de olmaz çünkü biz dünyaya kapıları kapattık. Ne onlar gelebiliyor ne biz çıkabiliyoruz. Bu karantina içerisinde bu izolasyon içerisinde Türkiye bir ay, bir buçuk ay daha yaşarsa bunun sonuçları korkunç olur.

Suudi Arabistan’ın, petrolün varil fiyatını düşürme politikası sonrasında petrol fiyatlarındaki düşüş devam etmekte ve birçok ülke bu durumdan etkilenmekte. Suudi Arabistan’ın fiyat düşürmesindeki hedeflenen amaç neydi? Bundan sonra petrolde ne gibi değişmeler yaşanacaktır?

OPEC içerisinde Rusya ile Suudi Arabistan birlikte hareket ediyorlardı. Hem fiyat politikasında hem de üretim politikasında piyasaya ne kadar mal verilebileceğini anlaşarak, gerekirse üretimi kısarak fiyatları belirliyordu. Biliyorsunuz reel fiyat, arz ve taleple oluşur. En son Suudi Arabistan ve Rusya arasındaki ekonomik görüşmeler devam ederken Kremlin’den bir telefon geldi ve Ruslar masadan kalktı. Ondan sonra da kıyametin koptu. Ruslar kesintiye devam edemeyeceklerinin sinyalini verdiler. Onların da en büyük korkusu şuydu: Amerika’daki kaya petrolünün bolluğu, Amerika’yı dünyanın bir numaralı petrol üreticisi haline getirirdi. Bundan dolayı belli bir fiyat kapasitesi ile birlikte Ruslar üretimi düşürüp fiyatları yükselttiği zaman petrol üretilebilir boyuta geliyordu çünkü biliyorsunuz kaya gazı maliyetli bir kaynak. Bu sebeple Ruslar sürekli olarak pazar payı kaybettiler. Bu pazar payı kaybedişleri bahane göstererek en sonda Ruslar masadan kalktı. “Ben üretim miktarımı düşürmeyeceğim. Üretim miktarını da düşürmeyeceğim için pazar payını korumaya çalışacağım” dediler. Bunun üzerine Suudi Arabistan bu resti gördü “Sen öyle yapıyorsan ben de böyle yaparım” dedi ve üretimi sonuna kadar açtı. Herkese de Nisan ayı kontratlarında da büyük tenzilatlarla indirime geçti. Bu indirimlerle birlikte bir anda bütün dünyada bunun etkisi oldu çünkü Suudi Arabistan petrollerinin şöyle bir özelliği var. Birincisi, bu dünyanın en düşük maliyetli petrolüdür. Bir varili yaklaşık 10 dolara mâl ediyor. Ruslar 20 dolara mâl ediyor Amerika ise petrolün varilini yaklaşık 20-25 dolar civarında mâl edebiliyor. İkincisi, dünyanın en kaliteli petrolü Suudi Arabistan’ın petrolü olduğu için doğal olarak bütün Asya pazarında Suudi Arabistan petrollerine doğru inanılmaz bir talep kayması oluyor.

Bununla birlikte diğer şeyler de tetiklendi. Suudi Arabistan, Amerika ve diğer OPEC ülkelerinde olmak üzere inanılmaz bir petrol fiyatlarında düşüş yaşandı. Bir de biliyorsunuz Korona virüsü salgını etkisiyle petrol talebinde de belli bir düşüklük var. Ben mesela arabaya benzin aldım. Kasadaki adam gelen giden yok dedi. İnsanlar evden çıkmıyorlar ve petrol talebimiz yok. Bu da doğal olarak fiyatları etkileyecek. Buradaki sıkıntı şu; bizim açımızdan sanki bize iyiymiş gibi gelebilir “fiyatlar düşüyor, ne güzel işte enerjiye daha ucuz bir şekilde ulaşabileceğiz”. Ama işin aslı o değil. Neden işin aslı o değil? Halkının geliri petrole bağlı ülkelerin vatandaşları Türkiye’ye geliyor ve bu insanlar gelemeyecekler ama Korona virüsünden dolayı değil, gelirler hızlı bir şekilde düştüğü için. Başka bir sıkıntı ise; bizim yakın komşumuz İran, zaten sürekli ambargolar sebebiyle sarsılıyordu ve petrol satışlarındaki düşüklük sebebiyle çok ciddi bir kriz vardı ama 20-30 doların altına düşmüş ortamın içerisinde İran’ın nasıl tekrar satacağını bilmiyoruz. Zaten 20 dolar maliyeti vardı bu petrolün. Maliyetine satınca da katma değer ödemediği için ülke içerisinde çok ciddi bir ekonomik krize gireceği aşikâr. Normal zamanlarda petrol 50 dolarken ancak 25-30 dolara petrol satabiliyorlardı yani dünya fiyatlarının yarı fiyatına. Şimdi 30 doların altına düşmüşken maliyetin altına satmak durumunda kalacaklar ki bu da sürdürülebilir bir şey değil. Demek ki İran gibi komşu ülkelerde çok ciddi sıkıntıların olacağı kaçınılmaz. Ayrıca bizim şu anda ilişki içerisinde bulunduğumuz Rusya’da da sıkıntı büyük. 30 doların altına düşmüş bir petrol fiyatını Rusya ne kadar sürdürebilir çünkü 35 dolara mal satan Rusya, ülkesine petrol gelirlerinden bir bütçe üretemiyor. Bunu üretememesinden kaynaklı olarak Rusya’da da çok büyük iktisadi sıkıntıların doğabileceği aşikâr ve bu da doğal olarak ülkemizi etkileyecektir. Zaten mevcut şartlar altında Rusya ve İran’dan başka ilişki kurabileceğimiz pek ülke kalmadı. Satışları zar zor yapabiliyorken bu bizim ekonomimizi doğal olarak etkiler. Petrol krizinin kaybedenlerinin yanında gelişmekte olan ülkeler de var. Bizim gibi ülkelere maalesef bu kriz yaramayacak. Biz bu petrol üreticisi ülkelerle ilişkilerimizi iyi düzenleyemediğimiz için, onlara bir şekilde bağımlı olduğumuz için böyle bir yan etkisi de olacaktır diye düşünüyorum.

Krizi fırsata çevirmek isteyen birtakım fırsatçıların yapmış olduğu stokçuluk, karaborsacılık ve kaçakçılıklara karşı nasıl mücadele edilmelidir?

Tarih boyunca hiç kimse bu şeylerle mücadele edememiştir. Çok basit bir örnek size söyleyeyim. Bir şeyin talebi varsa ve arz da kısıtlıysa ilk olarak fiyatlar yükselir. Daha sonra fiyatların yarın daha da yükseleceğini bilen insanlar mallarını piyasadan çeker ve stok yapar. Sonuçta da baktılar mallarda stok var, malları en çok parayı veren insanlara satabilmek için bazı insanların taleplerini geri çevirirler ve her almak istiyorum diyene de bu malları vermezler. Bütün dünyada bu böyle olmuştur. Bizde de böyle olacak maalesef. Peki, nasıl mücadele edilebilir? Mal sayısını arttırarak yani arzı arttırarak. Devletin stoklar üzerinde veya fiyatlar üzerinde kontrol yapmasının hiçbir anlamı yoktur. Bu, aksine daha da fiyatları yükseltir. Çünkü bu sefer hapis cezasının fiyatını da o riskin satış fiyatları üzerinde etkileyecektir. 5 liralık malı, riskin var olduğunu düşündükleri için fiyatı hesaplayıp bu sefer 15 liraya satacaklardır. Burada yapılacak tek şey şudur. Bir üretimi arttırmak için siz elinizden geldiği kadar insanlara destek olun. Üretim yapmak, piyasaya girmek isteyenlere de kanuni zorluklar çıkartmayın ki isteyen hızlı bir şekilde üretime geçsin. Türkiye’de bu bahsettiğimiz malların yani karantina dolayısıyla stokçuluk yapılan malların hiçbiri karmaşık mallar değil. Nerdeyse 15-20 gün içerisinde herkesin üretime geçirebileceği mallar. Devlet bu hususta üreticilerin önünü açsın, hızlı bir şekilde bu insanların üretim yapmalarını ve pazara girmelerine imkân sağlasın. Arz artacağı için otomatik olarak fiyatlar da düşecektir.

Salgın sürecinin uzaması durumunda ekonomimiz ne kadar dayanabilecektir? En kötü senaryoda neler yapılabilir?

Bu salgının ne zaman biteceğini bilemiyoruz ama benim tahminim en az bir buçuk ay kadar dünya ile birlikte biz de bu hikâyeye devam edeceğiz. Çünkü biliyorsunuz Çin’de de aynen böyle oldu. 1-1,5 ay kasıp kavurdu ondan sonra sterilizasyon dönemine geçildi. Vücut da bağışıklık kazanıyor. Demek ki bizde de Haziran başları gibi bu işin, salgının öfkesinin bitmesini bekliyoruz. Fakat buradaki sıkıntı salgından dolayı değil, salgının yarattığı ekonomik sıkıntının tedarik zincirlerinde olsun dünya ekonomisinde olsun salgının tetiklediği bu yıkımın etkileri bence çok daha uzun sürecek. Kısa sürede bitecek bir şey değil. Bu konuda iki hususu belirtmek istiyorum. İlki, dünyada varlık fiyatları dediğimiz bu tahvillerin hisse senetlerinin fiyatları aşırı şişmiş vaziyetteydi. Mesela basit bir örnek; Amazon diye ABD’de bir şirket var. Bu sitenin yaptığı işi basit bir şekilde söylemek gerekirse evden eve teslimat yapıyor. Bir malı A noktasından alıp B noktasına teslim eden bir satış şirketi. Bu şirket 1 trilyon dolarlık bütçe ulaşmış bulunuyor. GSMH’sinin bir buçuk katına denk geliyor. Bu yapılan iş modeli ile bu karlılığa bu şirketin ulaşması mümkün değil. Peki, nasıl oldu? Dediğimiz gibi varlık fiyatlarının şişmesiyle ve alınan ucuz kredileri sürekli olarak şirketlerin kendi hisselerini yatırması sonucu bir sirkülasyonla bu fiyatlar şişti. Artık bu fiyatlar aşağı düşmek durumunda ve daha doğrusu varlık balonu resmen patladı.

Şimdi dünya ekonomisinde borsa her gün büyük bir düşüşte. 1929 buhranından beri insanoğlunun gördüğü en şiddetli düşüşleri yaşıyoruz. Bunun dünyaya belli bir etkisi olacak, dünya üretim modellerine etkisi olacak ama bu bir tek şans doğuruyor reel olarak bu tip üretim yapan ve bu tür finans balonlarından beslenemeyen ekonomiler büyük bir karlılıkla çıkabilir. Çünkü dünyanın gerçek karlılıklara, gerçek ekonomiye, gerçek üretime doğru kayması gerekiyor. Oturduğu masa başında ki iki tane tuşa basarak milyoner olma devri bitti. Bitti demeyelim de bir şekilde bunun önemini azalması gerekiyor çünkü bu sürdürülebilir değil. Türkiye bu hususta nasıl etkilenir? Alınan önlem paketlerine bakınca pek de konuyu anlamış gibi durmuyoruz. Konuyu anlamadığımız için de gereken zihniyet devrimini, üretimde sürdürülebilirlik, reel ekonomiye dönük transformasyonu sağlayabilecek bir altyapıya halkımızı ulaştıramadık maalesef. Ne hükümet açısından ne de özel sektör açısından. Bu karar alıcılardan kaynaklanıyor. Bu karar alıcılar dünya ne yapıyorsa kendi gerçeklerini kendi ülkesinin gerçeklerini bilmeden onu taklit etmeliyiz diyerek Türkiye’yi bir yerlere götürmeye çalışıyorlar. Ama burada tamamen yanılıyorlar. Neden? Çok basit bir örnek vereyim; biliyorsunuz Merkez Bankası 2 yıl önce bütün dünya bankalarını tekrar takip ederek değer faizini bir puan daha düşürdü ve 9,75 puana düştük. Fakat burada Sayın Merkez Bankası yetkililerini veya karar alıcıların anlaması gereken şey şuydu: Bizim paramız ne Japon Yeni ne Amerikan Doları. Bizim paramız Türk Lirası ve Türk Lirası’nın hükmü bizim kendi sınırlarımız içerisinde geçiyor. Dünya borsalarının bizim paramızı talep etmeleri “Türk Lirasını Irak’la ticarette kullanayım”, “Ver bu parayı Mozambik ile Arjantin arasında ticarette kullanayım” diye dünyanın bir talep ettiği bir para değil. Bunlar ancak kendi sınırları içerisinde geçen paralardır. Şimdi dünyada herkes doları niçin talep ediyor? Dünya ticaretini % 40’ı dolar endeksli döndüğü için. Şimdi bu şartlar altında siz sanki Amerika’ymış gibi politika üretmeye çalışıyorsunuz. İşte bu çöküşün başlangıcıdır. Amerika olmadığımızı, Avrupa olmadığımızı anlamamız gerekiyor. Bu ölçülerde üretmemiz gerekiyor. Onun için bizim yapmamız gereken şey neydi? Basit bir misalle para politikasında, paramızı değerini koruyabilmek için insanları Türk Lirası tasarrufuna yönlendirebilmek için; tam aksine faizi düşürmek yeni faiz yükseltmemiz gerekiyor. Biz tam tersini yaptık. Bunu da sonuçları ne olacaktır? Türkiye’de tasarruf yapmak isteyen emeklisi, esnafı eğer parası varsa Türk Lirası’nı bırakıp parasını dolara çevirip dolarda tutmaya çalışacaktır tüm dünyanın yaptığı gibi. Şimdi bu çözüm değil bu ekonomiyi hareketlendirebilecek bir şey değil. Dolara döndürülmüş her para aslında yok olmuş bir paradır. Çünkü o parayla bir şey yapamazsın. Türk Lirası olsa en azından enflasyondan korumak için harcamak zorundasınız verginizi ödüyorsunuz, alışveriş yapıyorsunuz ama dolara çevirdiğiniz zaman ancak stoklamış halde tutuyorsunuz. Türk halkına parasını dolara çevirtmememiz gerekiyordu. Biz tam tersini yapıyoruz şu anda. Bunlar küresel olarak ekonominin nereye gittiğini boş verin, Türkiye ekonomisinin imkân ve kabiliyetlerini bu arkadaşların bilmediğini gösterir. Bunun sonuçları da ağır olacaktır. Belki dünya toparlansa bile biz nasıl bu zihniyetle nasıl toparlanacağız bilmiyorum ki toparlanacağımızı düşünüyorum. Ancak tekrardan dünyayı anlayan, Türkiye’nin gerçeklerini anlayan, Türkiye ekonomisinin kabiliyetleri ve potansiyellerini iyi anlayan insanların karar alıcı olarak yönetimin başına geçerek çözüm üretebileceğini düşünüyorum.

Diğer Söyleşiler