Bünyamin Aksungur

Tüm yazıları
...

Müziğin Sihirli Gücü

Bünyamin Aksungur 1957 yılında Manisa’da doğmuştur. İlkokulu ve orta okulu Manisa’da, liseyi ise Edirne Öğretmen Okulu’nda bitirmiştir. Çok genç yaşta Iğdır’da ilkokul öğretmeni olarak göreve başlamıştır. 1976 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türkoloji Bölümünde akşam derslerinde öğrenime başladı. Aynı zamanda öğretmenliğine İstanbul’da devam etti. İstanbul Radyosu’na 1986 yılında geçti. İstanbul Radyosunda yapımcı görevini sürdürdü. Sonra TRT İstanbul Televizyonuna yapımcı-yönetmen olarak atandı. Türkses (grup) Müzik Topluluğunun kurucusudur. Türk Dünyası Müzikleri ile ilgilenmekte olup konserlerinde Türk Dünyasından şarkılar seslendirmektedir. Ayrıca birçok üniversitelerde, çeşitli programlarda Türk Dünyası müzikleri hakkında konferanslar vermiştir. Son olarak 2019 yılında “Canan Uykuda” isimli albümünü yayınlamıştır. Bünyamin Aksungur evli ve 3 çocuk babasıdır.

İletişim:86aksungur@gmail.com

Bünyamin Aksungur

18 Mayıs 1944, gece yarısı. Rus askerleri Kırım’da yaşayan bütün Tatar Türklerinin evlerine kapıları kırarak girer. Uykudan sıçrayarak kalkan Türkler şaşkınlık içinde durumu kavramaya çalışırken askerler bağırır:

-15 minut (dakika) vaktiniz var. Toplanın, uzun yola çıkıyorsunuz, fazla eşya almayın. En lazım olanları alın. Çabuk olun! Geri gelmeyebilirsiniz…

Şaşkınlık ve çaresizlik içinde analar bebekleri ve kendileri için yükte hafif ve kıymetli, en gerekli eşyalarını alabilirler ancak.

Ve hayvan vagonları… Perişan, ümitsiz, aç ve çaresiz Kırım Türkleri, yaklaşık 433 bin kişi sürgüne gönderilir. Vagonlar içinde acıkanlar, susayanlar, kusanlar, ölenler… Günlerce, hatta haftalarca sürer bu zoraki seyahat. Nereye götürüldüklerini dahi bilmezler.

Resmi kaynaklar bu sürgün esnasında hastalık, açlık ve uygulanan şiddet sonucu 191.177 Kırım Tatar Türkünün hayatını kaybettiğini gösteriyor.

Ben bu sürgünü yaşayanlardan birkaçı ile tanışıp sohbet ettim. Öyle şeyler anlattılar ki zor dayandım!..

Nâfe Yahya bir keman sanatçısıdır. Tanıdığımda seksenli yaşlarındaydı. Sürgüne çıkarıldığında yirmi yaşlarında imiş. 3-4 kişilik müzik grubu varmış o zamanlar. Kırım’da toylara (düğün) gider, oyun havası ve yır (türkü) çalıp söylerlermiş.

-Ben ve arkadaşlarım aynı trendeydik. Günlerce, haftalarca yol aldık, nereye götürüldüğümüzü bilmeden. Vagonda hastalananlar vardı, kusanlar, doğum yapanlar hatta ölenler vardı. Pislik içindeydik. Saç-sakalımız uzamış, birbirine karışmıştı. Zaman zaman ağlamalar, feryat ve çığlıklar yükseliyordu aramızdan…

Nâfe amca anlatıyor, ben gözyaşlarıma hâkim olmaya çalışıyordum.

Haziran sıcağında onları trenden indirmişler ve bir meydanda toplamışlar. Oranın Özbekistan olduğunu da bilmiyorlar. Halka propaganda yapılmış “Bunlar düşman, Almanların işbirlikçisi hainlerdir.” diye…

-Halk bize öfke ve nefretle bakıyordu. Arada askerler olmasa kesin bizi linç edeceklerdi. Biz ise aç, susuz ve çaresizdik. Su istiyorduk, bir yudum su! Özbekler hiç birimize su vermedi. Öleceğimizi biliyorduk ama nasıl? Kurşuna mı dizilecektik, yakacaklar mıydı; umutsuzduk…

Nâfe amca anlatıyordu. Ben ise sanki televizyonda bir belgesel seyrediyordum. Gözümüzün önünde can çekişen bir ceylan vardı. Onu vahşi bir kaplan pençelemiş, dişlerini boynuna geçirmiş, nefes almasını engellemiş, çaresiz bırakmıştı. Zavallı ceylanın dünyaya son bir bakışını gördüm. Hani ölüm ile hayatın sınırının kaybolduğu o son bakış… Ve Nâfe amca anlatıyordu:

-Nasıl olsa ölecektik, kurtuluş yoktu. Birden, nereden aklıma geldi bilmiyorum, kemanımı aldım elime. Başladım bir Kırım türküsü çalmaya. Arkadaşlar da bana katıldı. Biri def çıkardı, öbürü santurunu. Biz çalıyor, söylüyor, kimseyi görmüyorduk…

Bu bir çılgınlık hali olsa gerek, akılla izahı mümkün değil. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayanların hali böyle bir şey olsa gerek!

-Birden bir gürültü koptu, insanlar bağrışıyor, askerler müdahale ediyordu. Gözlerimi açtım, anlamaya çalıştım. Evet bunlar Türkçe konuşuyordu: “Siz bizim kardaşımızsınız!”

Düşünebiliyor musunuz dostlar, müziğin sihirli gücünü? “Bir milletin milli kimliği musiki nağmelerinde gizlidir.” diyorum ya, işte bir şarkı nağmesi yüzlerce insanın hayatını kurtardığı gibi, bir milleti uzaktaki kardeşleriyle buluşturup nasıl da kaynaştırıyor! Nâfe amca da ağlıyor. İşte son sözleri:

-Bize bir yudum su getirmeyen Özbekler daha sonra sıcak sıcak kahve getirdiler. 50 yıl bizi evlerinde misafir ettiler. Allah Özbek kardeşlerimizden razı olsun…

Bu sohbet 2005 yılında Kırım'da yaşandı.. Benim ile birlikte Nâfe Yahya ile konuşan dostum Zafer Karatay idi.

Bu sohbetten sonra, 1999'da yaşadığım güzel bir olayı tekrar düşünüp değerlendirdim. O yıl ilk kez Kırım'a gitmiştim. 2. Kırım Tatar Millî Kurultayı toplanmıştı. Delegeler salonda, divan heyeti ile Kırım Türklerinin efsane lideri, bayrak şahsiyeti Mustafa Cemiloğlu sahnedeydi.

Bir ara Cemiloğlu ismimi anons ederek beni takdim etti, sahneye çağırdı. Orada bir mini konser verdim. Türk dünyasının çeşitli yörelerinin şarkılarını birbirine bağlayıp (potpori) söyledim... Tabii orada Özbek türküsü ‘Beri Gel’ de vardı. O şarkıyı söylerken öyle bir alkış tufanı kopmuştu ki!.. Bunun sebebini 6 yıl sonra Nâfe amca ile yaptığımız sohbette anlayacaktım.

Hoşça kalın.