Mustafa E. Erkal

Tüm yazıları
...

Yeni Anayasa ve 1920 Ruhunu Çağırma…

Mustafa E. Erkal

Türkiye Cumhuriyeti, açılım süreci ile tehlikeli bir eşikten döndürülmüştür. Demokratikleşme diye millî devletimizin yapısı tanınmaz hale getirilebilir; ülkemiz etnik guruplar kullanılarak çözülebilirdi. Tarihin derinliklerinden gelen Türk devleti öcü olarak gösterildi; devletsiz, milletsiz, bağımsız fert ütopyası ortada dolaştırıldı. Terörle hukuk devleti içinde mücadele yerini müzakereye, Dolmabahçe toplantısına, Oslo görüşmelerine bıraktı. Bir ara Ermeni açılımına da merak sarmış, açılımlara doyamamıştık. Türkiye-Ermenistan milli maçına Erivan’a gitmiş, maalesef Asala liderine yakın oturtulmuştuk.

Türkiye’de marjinal bazı bölücü görüşler, sanki çoğunluğun görüşü gibi takdim edilmeye çalışıldı. Bu marjinal görüşler aslında 15 Temmuz işgal ve darbe teşebbüsüne girişenlerin görüşlerinden farklı değildi. Yıkım projeleri demokratikleşme diye yutturulmaya çalışıldı. Aslında hem 15 Temmuza karşı olacaksınız; hem de Türkiye sadece Türklerin değildir, Türkiye’de başka milletler de vardır diyeceksiniz. Bundan büyük çelişki olur mu? Türklüğü etnik çağrışım yapıyor diye anayasadan utanmadan çıkarmaya çalışacaksınız; Türk Dünyası ile ilişkileri nasıl sürdürecek; onlara ne diyeceksiniz?

Geçmişte yeni anayasa tezgâhı bir sivil darbe olarak ülkenin önüne çıkarıldı. Yeni anayasa çalışmaları ülkenin ihtiyaç duyduğu değişiklerden çok ülkeyi tanınmaz hale getirici çabalardı. Başdanışmanlığa getirilenleri görünce yarın da bundan farklı olmayacağı anlaşılmaktadır. Türkiye’de 1453’ün, 1071’in ve 1923’ün tarihi intikamını alabilmek için fırsat kollayanlar da farklı düşünmemektedirler. Sağın ve solun içinde bulunup bir tasfiye sürecinin ittifakı içinde birlikte olanlar yine ortaya düşeceklerdir. Anayasa orta oyununa geçmiş yıllar itibariyle pek yabancı değiliz.

1923’e reddiye çıkaranlar 1920 ruhunu çağırma peşindedirler. Bunlar Millî Mücadele ve Cumhuriyetle kavgalıdırlar. Bunlar Atatürk’e ve Türk kimliğine Yunan ve Ermeni terör örgütleri kadar düşmandırlar. Kindar yetiştirilmişlerdir. Onlara göre, 1920’de birleşmişiz, ama 1923’te ayrılmışız. Osmanlı’nın son dönemlerinde Osmanlıcı ve din birliği tezleri üzerine padişah ve şeyhülislamların mesaj ve gayretleri acaba karşılık bulabildi mi? Osmanlıyı çöküşten kurtarabildi mi? Egemen bir devlet ortada kalabildi mi?

Herhalde son çare olarak zor şartlar altında Milli Mücadeleye soyunmak mecburiyetinde kalanların, Atatürk gibi sine-i millete dönenlerin, İngiliz emrindeki sarayla hiçbir şey yapılamayacağını görenlerin saraya karşı bir darbe veya ihtilal yaptıkları da ileri sürülemez. Ortada devlet ve otoritesi kalmamış, İngiliz’e sığıntı bir siyasi bakiye ortaya çıkmıştı. Bu acı ve üzücü ortamdan ülkeyi kurtarmak için ölümü göze alanlar, Anadolu’ya paraşütle indirilen yabancı sivil ve askerler değildi. Milli Mücadeleyi ithal bir millet ve kadro yapmadı. Onlar tabii ki Osmanlı kurumlarından yetişen asker ve sivillerdi. 1299’da kurulan Osmangazi’nin Osmanlısı bu duruma layık değildi.

1299’da Osmanlı’yı kuran irade ne ise; 1923’te Milli Mücadele ile Cumhuriyeti, yeni Türk Devletini kuran irade de odur. Osmanlı sonrası T.C. ile Türk’ün tarihi yürüyüşü sürdürülmektedir. Geliniz 1923’ü içimize sindirelim ve 1920 ruhunu çağırma yanlışlarına ve çelişkilerine düşmeyelim. Açık ve samimi olalım. Millî Mücadeleye karşı olanlar, İngiliz’e bel bağlayanlar ne 1920’de, ne de 1923’te kurtuluş trenine binmediler.