Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

TÜRK ENTELEKTÜELİNİN KÜTÜPHANESİ

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Entelijansiya yaptığı felsefi, bilimsel ve ideolojik üretimle Aydınlanma Çağı sonrasında geniş halk kitlelerinin önünde lokomotif rolünü üstlenmiştir. Gelişen iletişim teknolojilerinin, üretilen bu ürünleri kitlelere ulaştırma konusunda sağladığı avantajlar entelijansiyanın bu işlevini beslemiştir. Bu hususta özellikle basılı materyallerin ulusal ölçekte dolaşıma girmesi etkili olmuştur. Günümüzde iletişim ve bilişim teknolojilerinin hızlı değişimi, entelektüel kesimin bu hareketliliğe adaptasyonunu güçleştirmektedir. Bu durum, yeni kuşaklarla toplumun “eski kuşak” entelektüellerinin ortak bir paydada buluşabilmeleri önünde bazı sorunlar yaratmaktadır.

Hızlı teknolojik değişim, bu teknolojilerin toplum üzerindeki işlevleri vasıtasıyla sosyal, siyasal ve kültürel dönüşümlerin de hızını arttırmakta ve eski nesil entelektüeller bu dönüşümdeki liderlik işlevlerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Entelijansiyanın Aydınlanma Çağı ve sonrasındaki birkaç yüzyılda milli hareketlerin gelişimindeki öncü rolleri göz önünde bulundurulduğunda; günümüzdeki “başsız” kültür havzalarının, yerlerini kozmopolit bir mezcedilmişlik içerisinde diğer kültür havzalarıyla bütünleşmişlik manzarasına terk ettikleri gözlenmektedir. Bu bütünleşme, tarihi süreçte pek çok deneyini gözlemleyebildiğimiz farklı kültürlerin içtimai kültür karışmasıyla birbirlerinin sosyal enstrümanlarını devşirdikleri bir karışmanın ötesinde farklı nitelikler barındırmaktadır. Ne yazık ki bu yeni durumu tüm özellikleriyle tanımlayabilecek bir veri birikiminden yoksun durumdayız. Ancak buna rağmen değişimin büyüklüğü kendisinin fark edilmesini sağlayabilecek ölçülerdedir.

Toplumsal değişim süreçlerine dikkat çekerek bunlara isim atfedilmesi son zamanlarda yaygın bir uygulama. Bunlardan biri olan ve Japonların Toplum 5.0 olarak isimlendirdikleri yeni toplum düzeni, yukarıda sunulanlara bir etiket yapıştırma bakımından önem arz ediyor. Toplum 5.0 ulusal veya uluslararası analiz birimlerinin ötesinde tüm insanlığın dönüşümü için tanımlanmış bir isimlendirme. Bu tasnife göre; toplum sırasıyla avcı-toplayıcı(1.0), tarım(2.0), sanayi(3.0) ve bilgi (4.0) toplumu aşamalarından geçmiş, şimdi de süper akıllı toplum (5.0) aşamasına gelmiştir. İlk üç aşama konusunda kamuoyunun genel bir farkındalığı olduğundan bu sınırlı satırlarda özellikle son iki aşamaya değinmekte fayda var. Toplum 4.0 (bilgi toplumu) 20. yüzyılın sonlarına doğru gelişim gösteren bilgisayar ve bilişim teknolojilerinin enformasyon paylaşımını arttırmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu seviyedeki bir toplumun üretim süreçleri bilgiyi yaratan, saklayan ve kullanan elektronik cihazlara odaklanmıştır. Toplum 5.0 (süper akıllı toplum) dijitalleşme ve yapay zekâ teknolojilerinin toplumla en hızlı şekilde entegre edildiği ve insanların faydasına kullanıldığı; insanların robotlarla ve diğer makinelerle ilişkilerinin en verimli şekilde inşa edildiği, büyüme ve kalkınmayı bu surette tasarlayan bir toplum modelidir.

Üniversitelerdeki ve Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki eğitim-öğretim işiyle görevli personellerin yazılım, yapay zekâ, sanal gerçeklik, bilişim vb. teknolojiler ile ilgili yeterlilikleri ve bu personellere yönelik kurumların sağladığı sınırlı miktardaki hizmetiçi eğitimler göz önünde bulundurulduğunda Türk akademisindeki mevcut stratejilerin henüz Toplum 4.0’ı gerçekleştirmeye yönelik olduğu söylenebilir. Türk entelijansiyasının başını çekmesi gereken bu kitlenin mevcut durumuna karşın; yeni yetişen kuşakların yukarıda sayılan teknolojilerle tanışıklığı bu kitlenin ilerisindedir. Bu tip bir dönüşüm sürecinde yeni kuşakların, eski nesil entelektüellerin sunduğu birikime yönelik ilgisizlikleri anlaşılır bir durum olmaktadır.

Yeni kuşakların yeni disiplinlerdeki uzmanlaşmaları her ne kadar yeni toplum düzenine adapte olma konusunda önem arz etse de; artan bilgi birikiminin bir sonucu olarak ortaya çıkan disiplinlerdeki uzmanlaşma eğilimi, eski nesil entelijansiyanın birikiminden yoksun kuşakların gelişimine sebep olmaktadır. Yeni kuşaklar kuşkusuz kendi içlerinden entelektüel bir zümre oluşturacaklardır. Ancak bu zümrenin donanım ve yeterliliklerinin sadece yazılım, kodlama, yapay zekâ vb. alanlarda olması yeterli olmayacaktır. İnsanlığın düşünsel mirası ve birikiminden yoksun bir entelijansiya düşünülemeyeceği açıktır. Eski nesil entelektüeller yeni nesil disiplinlere ve teknolojilere her geçen gün uzaklaşırken; yeni nesil entelektüel adayları ise yeni nesil disiplinler ve teknolojilerdeki uzmanlıklarını arttırıp geçmiş bilimsel ve felsefi mirastan bihaber şekilde yollarına devam etmekteler. Bu durumun ne gibi sorunlara sebep olacağı ise şimdilik meçhul görünmektedir.

Türk entelijansiyasının, henüz Aydınlanma Çağı’nın birikimini hazmedememişken karşı karşıya kalmış olduğu bu kriz entelektüellerin yeterliliklerinin sorgulanması hususunda da bir farkındalık yaratmıştır. Türk entelektüelinin, Orta Çağ Avrupası’nın skolastik yapısını andıran tabularla kuşatılmış bilgi ve fikir dünyası, kriz ortamının yarattığı çatışmada yeni nesillerin değerlendirebileceği fırsatlarla en azından gelecekte ortadan kaldırılabilir. Bu açıdan yeni disiplinler ve teknolojileri günlük yaşamlarının parçası haline getirmiş olan yeni kuşağın, geleceğin entelijansiyasında sağlam bir konum tutabilmeleri, eskilerin düştüğü hatalara düşmeden kendilerini Aydınlanma Çağı sonrasının felsefi, düşünsel ve bilimsel mirasının üzerinde şekillendirdikleri milli kültür ve düşünce dünyası içerisinde inşa etmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde Türkiye’nin sınırlı kaynaklarıyla yetiştirilen gençlerin, yetişmelerini takip eden süreçte benimsedikleri kozmopolit vatandaşlık ile hünerlerini başka memleketlerde sergilemelerini gıpta ile izler ve “gurur duyarız”. Türkiye’ye bilimsel, teknolojik ve düşünsel manada katma değer sağlamayan bu tip bir döngü; kültürel yozlaşmışlık içerisinde kıvranan milletin kıt kaynaklarını küresel sermaye gruplarına sunarken, diğer yandan İbni Haldun’un medeniyet teorisinde gayet açık şekilde sunduğu üzere toplumun ve devletin çöküş sürecini bir gün muhakkak tamamlatacaktır. Bu döngüyü kırmak ise bugünden ziyade ancak geleceğin entelektüelleri tarafından gerçekleştirilebilecektir. Ancak geleceğin entelektüellerinin yetiştirildiği bugün, onlara yol göstermek yine bugünün (kriz içinde kıvranan) aydınlarının görevidir.

Yeni kuşakların adeta doğuştan getiriyormuşçasına yeni disiplinlere ve teknolojilere olan ilgisini bir yana bırakırsak medeniyet yaratıcısı olabilecek Türk entelektüeli nasıl yetişmelidir? Diğer bir deyişle Türk entelektüel adayının kütüphanesinde neler olmalıdır? Bu bağlamda burada sunulacak olanlar yalnızca görüş mahiyetinde olup; pekâlâ bundan daha iyi görüşler olabileceğinin farkında olarak, bunlara açık şekilde kaleme alınmıştır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı eserinde “İnsan Türk olur da nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz?” dediği gibi insan Türk entelektüeli olur da nasıl Türkçü olmaz? Türk kültür ve uygarlığının yükseltilmesi amacındaki her birey Türkçü olarak tanımlanabilir. Ancak Türkçülüğü yalnızca hamaset veya retoriğin bir ürünü olarak düşünüp kullanan bir kimse için aynı şey söylenemez. Burada bahis konusu edilen Türkçülük, Türk kültür ve uygarlığını yükseltme gayesi güdüp bu uğurda çalışan kimsenin fikri ve dünya görüşü olarak zikredilmiştir ki bir buçuk asırlık mazisi olan Türkçülük de esasında budur. Türk entelektüeli Türkçülük fikriyatını sağlam bir zemin üzerine inşa etmiş olmalıdır. Sadece milliyetçi neşriyat okumakla Türkçülük fikriyatı inşa edilemez.

Türk entelektüelinin kütüphanesi son merhalede Türkçülüğe ulaşan üç farklı güzergâh üzerine inşa edilmelidir. Bu güzergâhlardan ilkinin girişinde felsefe yer almalıdır. Felsefenin ana konuları hakkında fikir verecek genel bir girişten sonra esas olarak epistemolojiye odaklanılmalıdır. Eski nesil entelektüellerin en zayıf oldukları nokta budur. Epistemoloji bilmeden bilim yapılmaz. Ama ne yazık ki Türkiye’de yıllardır “yapılan” bilimin çoğunluğu epistemolojik bir temelden yoksun şekilde gerçekleştirilmiştir. Bilginin ne olduğu, insan zihninde nasıl yapılandırıldığı üzerine fikri olmayan insandan, bilim insanı olmaz. Zira bilimin hiçbir dalında bu bilgiden yoksun şekilde nitelikli bir üretim yapılamaz. Günümüzde yeni gelişen bazı disiplinler salt felsefi temele dayanan epistemolojinin zayıf yanlarını güçlendiren yeni açılımlar sağlamıştır. Bunlardan ikisi evrimsel psikoloji ve bilişsel psikolojidir. Evrimsel psikolojiyi daha iyi idrak edebilmek için biyolojik evrimin temel mekanizmalarının bilinmesi de burada katkı sağlayabilir. Epistemoloji mutlak surette evrimsel ve bilişsel psikoloji ile desteklenmelidir. Bilgiyi üreten, işleyen, yapılandıran insan zihninin ve bilginin anlaşılabilmesi açısından bu tip bir strateji, salt epistemolojinin sunduklarına göre çok daha güçlü olacaktır. Birinci güzergâhın devamında önce “Bilim Tarihi”, ardından “Bilimsel Araştırma Metodolojisi” gelmelidir. Epistemolojiyle tanımlanan bilginin, bilimsel yöntemlerle nasıl üretileceğinin bilgisi de ancak buradan öğrenilebilir. Bununla birlikte kişinin kendi alanı ve alanı ile ilişkili temel disiplinler göz önünde bulundurularak “Temel Bilim Dalları”na da yer açılmalıdır. Zira olguların açıklanmasında yalnızca bir disipline dayalı bilgi üretiminin yerini günümüzde disiplinler arası ve çok disiplinli çalışmalar almıştır. Bu ilk güzergâh içerisinde muhakkak “Eğitim Bilimleri ve Tarihi” de yer almalıdır. Zira bilgiyi üretmek ve yapılandırmak ile onu öğretmek birbirinden tamamen farklı sanatlardır. Bir entelektüelin sadece kendisi için değil toplum için de üretim yapması gerektiği göz önünde bulundurulduğunda bu husus önemlidir.

İnanç sistemleri, binlerce yıldır toplumsal bağların oluşturulması ve yaşatılmasında, siyasal ve sosyal düzende etkili olan güçlü bir unsur olarak dikkat çekmektedir. Milyarlarca insan hala bu inanç sistemlerine göre hayatlarını şekillendirmektedir. Bu bağlamda ikinci güzergâh olarak Türk entelektüeli yeryüzünün dört bir yanında teşekkül etmiş ve yayılmış inanç sistemlerinin kutsal metinleri ve dinler tarihine de kütüphane raflarında yer açmış olmalıdır. Tevrat, İncil ve Kuran-ı Kerim’in yanında coğrafyamıza tesirleri olan başta Zerdüştlük ve Budizm olmak üzere diğer inanç sistemlerinin kutsal metinleri ve tarihi de göz önünde bulundurulmalıdır. Türk tarihi ve kültürü içerisindeki önemi göz önünde bulundurulduğunda İslamiyet’e ayrı bir önem atfedilmesi gerektiği açıktır.

İlk ikisine paralel şekilde ilerleyen üçüncü güzergâhta ise içinde Türk tarihini de konumlandırmak suretiyle medeniyet tarihine yer verilmelidir. Tarih öncesinden günümüze uygarlığın gelişim süreçleri, tarihi süreçteki büyük dönüşüm süreçleri gözden kaçırılmadan bütün bir dünya tarihini eşzamanlı olarak yaşatmak bu noktada önem kazanmaktadır.

Yukarıda sunulan üç paralel güzergâhın yarattığı birikim üzerine artık temel ideolojiler ve fikir sistemlerine geçiş yapmak mümkündür. İdeolojik bir tarafgirlik gütmeden temel fikir sistemlerini anlayabilmek ve kendi fikir sistemini bunlarla benzerlik ve farklılıklarının bilincinde olarak inşa etmek için başat düşünce sistemleri hakkında bilgi sahibi olmak önem taşımaktadır. Bir Türk entelektüeli, tüm bu birikim üzerine Türkçülüğü benimseyerek bu uğurda üretim yapan nitelikli insan gücünün bir neferi olarak tanımlanabilir. Önceki saydığımız raflar olmadan salt Türkçülük, temelsiz ve entelektüel tabandan yoksun hamaset yüklü bir uğraş alanına dönüşecektir. Nitekim bugün Türkçülük için çalıştığını söyleyen pek çok kalem bu çizgidedir. İstisnalar muhakkak vardır, ancak bunun genel kaideyi bozmadığı bilinmelidir.

Yukarıda sunulanlar göz önünde bulundurulduğunda; geleceğin entelektüel adaylarının bahsi geçen muhtelif disiplinlerde ve alanlarda kaba bir tahminle yaklaşık bin eserlik bir kütüphanenin içerisine doğmuş olması gerektiği açıktır.(1) Zira insanın kendi ömründe bu hususların farkına vararak kendine bu tip bir kütüphane inşa etmesi onlarca yılını alacaktır. Burada ebeveynlere, eğitimcilere ve aydınlara büyük iş düşmektedir. Bir çocuk için nasıl fiziksel ihtiyaçlarına yönelik hazırlık yapılıyorsa entelektüel ihtiyaçlarına yönelik hazırlık yapmak da gerekmektedir. Toplumumuzun eğitim ve bilime bakış açısı düşünüldüğünde yakın gelecekte bu farkındalığa ulaşması ne yazık ki güç görünmektedir. Bugünün yetişkinlerinin çoğu için tren kaçmış olsa da; bugünün ebeveynleri olan o yetişkinler gençler, çocuklar ve henüz doğmamış olanlar için bu uzun soluklu hazırlığı yapmakla mükelleftirler. Yalnızca okulların çabasıyla entelektüel insanlar yetişmesini beklemek ahmaklıktan da öte bir basiret bağlanması olarak değerlendirilebilir. Okullar kendi işini iyi yapabilen doktorlar, akademisyenler, mühendisler, öğretmenler, yazılımcılar, işletmeciler vb. yetiştirebilirler. Ancak bu sıfatlara sahip bireylerin hepsinin medeniyet inşacısı entelektüeller olduklarını söyleyemeyiz. Bunun için çok daha fazlasına ihtiyaç olduğu aşikârdır.

 

(1) Burada Dünya ve Türk klasiklerinden bahsedilmemiştir. Zira bu eserlerin herkes tarafından okunması zaten zaruridir.