Dr. İrfan Paksoy

Tüm yazıları
...

ÇANAKKALE ZAFERİNİ İZLEYEN BİR BAŞKA ZAFER; KÛTÜ’L-AMÂRE ZAFERİ

1962 yılında Kahramanmaraş’ta doğmuş olan İrfan Paksoy, ilk ve orta eğitimini Kahramanmaraş’ta yapmış, lisans eğitimini Hava Harp Okulunda (Yeşilyurt-İstanbul) tamamlamış ve Eylül 1984 ayında da Hava Kuvvetlerinde subay olarak göreve ve meslekî yaşamına başlamıştır.

Meslek hayatı boyunca (1984-2015) değişik kademelerde görev yapmıştır. Bu çerçevede; Hava Kuvvetlerinin değişik birlik ve kurumlarında, Millî Savunma Bakanlığı Dış Tedarik Daire Başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığında ve Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Komutanlığında değişik kademelerde proje subayı, yönetici ve komutan olarak; Millî Güvenlik Akademisinde öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak, 1999-2002 döneminde de üç yıl süreyle Almanya’da Savunma Bakanlığı bağlısı kısa adı BWB olan Federal Savunma Teknolojisi ve Tedarik Dairesi nezdindeki Türk İrtibat Ofisinde Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen irtibat subayı olarak görev yapmıştır.

1991 yılında girdiği Hava Harp Akademisini (1) (Yenilevent-İstanbul) 1993 yılında tamamlamış (2) ve kurmay subay olmuş, 1998 yılında 69. dönem müdavimi olarak Silahlı Kuvvetler Akademisinde (3) (Yenilevent-İstanbul), Eylül 2011-Şubat 2012 döneminde de Millî Güvenlik Akademisinde (Ankara) eğitim görmüş, 2007-2009, 2011 -2013 dönemlerinde de Millî Güvenlik Akademisinde (4) öğretim elemanı ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapmıştır.

2003 yılında Erciyes Üniversitesi (Kayseri) Tarih Ana Bilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Bilim Dalında başladığı doktora eğitimini 2008 yılında tamamlamış “Tek Parti Dönemi Siyaset Kültürünün Sonrasına Etkileri” başlıklı tezi ile “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Doktoru” unvanını almıştır.

Yazar Eylül 2017 ayında Ankara Üniversitesi Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi Bölümünde başladığı yüksek lisans eğitimini “1858 Arazi Kanunnâmesi Bağlamında Tanzimâttan Cumhuriyete Arazi Mülkiyet Sistemi” konulu çalışması ile 18 Ocak 2020 tarihinde tamamlamış olup Şubat 2020 ayından beri Ankara Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesinde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Yazarın 2018 yılında yayımlanmış “Cihan Harbi’nde Osmanlı Devleti”, 2020 yılında yayımlanmış “Bilgelik Okumaları” ve 2021 yılında yayımlanmış (müşterek bir çalışma olan) Enver Paşa (Hürriyet, Adalet, Müsâvât)” ve “Azerbaycan Aydınları” isimli araştırma-inceleme dalındaki eserleri ile yayımlanmış birçok makalesi bulunmakta olup değişik dergi ve yayın organlarında belirli aralıklarla da makâle yazmaktadır.

Yazar evli olup, iki evlat ve bir torun sahibidir.

 

DİPNOTLAR:

(1) Harp Akademileri bünyesinde verilmekte olan iki yıl süreli kurmaylık eğitimi YÖK ile Gnkur.Bşk.lığıjnda yapılan protokol gereği “Yönetim, Uluslararası İlişkiler, Kamu Yönetimi ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” bilim dallarında yüksek lisans eğitimine muadil kabul edilmiştir.

(2) Yazarın Hava Harp Akademisi eğitimi esnasında “TSK’da şeffaflık ilkesinin amaç, ilke ve esasları nasıl olmalıdır?” başlıklı tezi hazırlamıştır.

(3) Yazarın (uluslararası ilişkiler, küresel ve bölgesel ilişkiler ve güvenlik, bölgesel ve küresel ekonomi, kriz yönetimi, ulusal güvenlik ve strateji konularında disiplinlerarası bir eğitim niteliğinde olan) 4,5 ay süreli Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimi esnasında “Hava Kuvvetleri Komutanlığının 21’inci Yüzyılda Lojistik Yapılanması Nasıl Olmalıdır?” başlıklı bir tez hazırlanmıştır.

(4) Millî Güvenlik Akademisi eğitimi asker ve sivil orta ve üst düzey yöneticilere verilmekte olan ulusal ve NATO ittifakı ölçeğinde (stratejik seviyede) kriz yönetimi ve harp yönetimi konularında teorik ve uygulama düzeyinde bir eğitimi içeren; ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte politik, askerî, ekonomik ve sosyo-kültürel gelişmeler konusunda müdavimlerine vizyon kazandıran disiplinlerarası bir eğitimdir.

Dr. İrfan Paksoy

ABD’li tarihçi David Fromkin, Osmanlı Devleti’nin, İngiltere’ye (Çanakkale’den sonra) tattırdığı bir başka ulusal aşağılanmanın da General Townshend ve komutasındaki 6. İngiliz-Hint Tümeninin esir alınması olduğunu belirtmektedir.

Konunun öncesi

I. Dünya Savaşı başında İngilizler, Osmanlı Devleti ile savaşa girme ihtimâline karşılık Eylül 1914 ayından itibaren hem Hindistan yolunu hem de İran petrollerini emniyet altına almak üzere Irak’ı işgal hazırlıklarına başlamıştı. Gerek Irak’ta mevcudiyeti bilinen petrol havzalarını elde etmek, gerekse de Şattü’l Arap üzerinde bulunan Abadan'daki İngiliz petrol tesislerini koruma altına almak amacıyla İngilizlerin, Irak’ta askerî bir harekâta karar vermesi üzerine Batı Hindistan’da önemli bir garnizon olan Poona’da konuşlu olan 6. İngiliz-Hint Tümenine Irak bölgesine görevlendirilmek üzere seferberlik emri verilmiş, Bombay’dan gizlice gemilere bindirilen bu tümene ait 16. Alay 23 Ekim’de Basra Körfezi’ndeki Bahreyn önlerine gelmişti. Osmanlı Karadeniz Filosunun, Rus limanlarını bombalaması üzerine 5 Kasım’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eden İngiltere, bu Alaya, daha önceden hazırlanan harekât planını uygulaması emrini vermiş, eşzamanlı olarak 6. İngiliz-Hint Tümeninin diğer birlikleri de Bombay’dan hareket ederek 23 Ekim’de Bahreyn önlerine, 3 Kasım’da da Fav adası önlerine gelmiştir.

Savaşın başlangıcında İngiliz-Hint birliklerin eğitim ve disiplin durumu ile muharebe yetenekleri mükemmel denebilecek seviyedeydi. İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne savaş ilanını takiben Irak Cephesindeki muharebeler de başlamıştı. Nitekim 6 Kasım’da 6. İngiliz-Hint Tümeninden oluşan Hint Sefer Kuvveti “D”, Şattü’l Arap yakınında (nehrin Osmanlı yakasında bulunan) Fav Adası'na asker çıkardı ve Ada’yı işgal etti. Bu tarih ve noktadan itibaren İngilizlerin Mezopotamya Cephesi denen Irak coğrafyasındaki askerî harekâtı Şattü’l Arap ve Dicle Nehirlerinin her iki tarafında, bu nehirler boyunca kuzey batıya ilerlemeler ve Türk taarruzlarıyla güneydoğu istikametinde geri çekilme tarzında şiddetli muharebelerle Mondros Mütârekesi’ne dek sürdü.

Basra Körfezi’nde İngilizler ile yapılan ilk muharebeler

14 Kasım’da karaya çıkmış olan İngiliz-Hint Tümeninin hedefi Bağdat’tı. İngilizlerin, Fav adasından Şattü’l Arap deltasını ele geçirmeye yönelik harekât kapsamında gerçekleşen ilk muharebe Seyhan Muharebesi olup 15 Kasım’da Basra’nın güney doğusunda bulunan Türk mevzilerine İngilizlerin taarruzuyla başlayan bu muharebede Türk tarafındaki Arap aşiret gönüllülerinin kaçması sonucu savunmada oluşan zafiyet nedeniyle burasını savunan Türk müfrezesi daha gerideki Kutüzzeyn’e geri çekilmiştir. Üstün İngiliz birlikleri ile yetersiz Türk kuvveti arasında 17 Kasım’da gerçekleşen Kütüzzeyn Muharebesi sonucu da Türk birlikleri kuzey batıya çekilmiştir.

22 Kasım’da Basra’yı işgal eden İngiliz-Hint kuvvetleri Kurna (Kuveyt) istikametinde yeniden ileri harekâta başlamış, 4-7 Aralık döneminde Türk ve İngiliz kuvvetleri arasında gerçekleşen Birinci ve İkinci Mezira Muharebelerinde de varlık gösteremeyen Türk birliklerinin geri çekilmesi sonucu İngiliz-Hint birlikleri Fırat ile Dicle nehirlerinin birleştikleri Kurna’ya geldiler. Burada gerçekleşen Kurna Muharebesinin ardından 9 Aralık’ta da burasını işgal ettiler. Kurna’nın kaybedilmesi üzerine bölgeyi savunmaya çalışan yetersiz Türk birlikleri Dicle Nehri’nin 13 km kadar kuzeyindeki Rota mevkiine çekildiler.

Kurna Muharebesinde Türk birlikleri ciddî zayiat vermişti. Basra’nın düşmesi, İstanbul’da deprem etkisi yaratmıştı. Irak ve Havalisi Genel Komutanı Cavit Paşa, Kurna’nın düşmesinden sonra Başkomutanlık Vekâletine müracaatta bulunarak daha önce Irak’ta Jandarma Tabur Komutanı olarak görev yapmış Kurmay Binbaşı Süleyman Askerî Bey’in âcilen Basra Valiliğine ve bölgeyi savunmakla sorumlu 38. Tümen Komutanlığına atanmasını istemiştir. Rütbesi yarbaylığa yükseltilen Süleyman Askerî Bey 13 Aralık’ta Basra Valiliği ve 38. Tümen Komutanlığına atanmış, 17 Aralık’ta Bağdat’a gelmiş, 20 Aralık’ta da Irak ve Havâlisi Genel Komutanlığına atanmış, 2 Ocak 1915 tarihinde de bu görevi Cavit Paşa’dan devralmıştır. Basra ve Kurna’yı ele geçiren İngiliz kuvvetleri ilerleyemiyordu. Aralık 1914 ayı sonunda 6. İngiliz-Hint Tümeni Kurna civarında toplanmıştı. İngilizler, Irak’ı istila için 6. İngiliz-Hint Tümenini yeterli görmediklerinden Şubat 1915 ayında Cemal Paşa komutasında gerçekleşen Birinci Kanal Harekâtı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından Mısır’daki 12. İngiliz-Hint Tümenini Basra’ya göndermişler, sayısal olarak artırılan Irak’taki İngiliz Seferî Kuvveti de Korgeneral John Nikson komutasındaki “Dicle Kolordusu” ismiyle yeniden organize edilmişti.

Yarbay Süleyman Askerî Bey döneminde yapılan muharebeler

Binbaşı Süleyman Askerî Bey görevi devraldıktan sonra, Batı Trakya’da kendisiyle beraber savaşmış olan genç subaylardan oluşan bir birliğin yanı sıra, gönüllülerden topladığı yerel kuvvetlerle karşı harekât için hazırlıklara başlar. Binbaşı Süleyman Askerî Bey komutasında oluşturulan kuvvetin ilk hedefi, İran’ın Ahvaz kasabasına yönelerek, İngilizler için büyük önemi olan petrol boru hattını tahrip etmek oldu. Ancak bu kuvvet bahse konu operasyon esnasında 20 Ocak 1915 tarihinde, Dicle kıyısında keşif yapan İngiliz birlikleriyle karşılaştı. 20 Ocak 1915 tarihinde Dicle kıyısındaki Rota mevkiinde gerçekleşen ve Birinci Rota Muharebesi olarak adlandırılan bu muharebede İngiliz-Hint birliğinin taarruzu başarılı bir şekilde püskürtüldü. Bu muharebede iki bacağından birden yaralanan ve tedavi edilmek üzere Bağdat’a götürülen Süleyman Askerî Bey tedavisinin sonucunu beklemeden tekrar cepheye birliklerinin başına dönmüştür.

İngiliz Hindistan Hükûmeti tarafından 24 Mart 1915 tarihinde İngiliz-Hint Dicle Kolordusu Komutanı General Nikson’a verilen talimatta; Basra’yı kapsayan aşağı Irak coğrafyasına hâkim olunması, İran petrol bölgesi ile petrol boru hatlarının güvenliğinin sağlanması, durum yerinde incelendikten sonra Bağdat üzerine yürünmesi için bir plan hazırlanarak gönderilmesi ve İran’ın tarafsızlığına mümkün mertebe dikkat edilmesi elden geldiği yer alıyordu.

Türk birliklerinin Ahvaz’a yaptığı akın ile eşzamanlı olarak mahallî güçlerden derlenerek oluşturulan 10-12.000 kişilik bir başka Türk kuvveti de Fırat Nehri yakınlarında bulunan Nasıriyye taraflarından ileri harekâta geçerek Basra tarafına doğru akınlarda bulunur. Üstün İngiliz-Hint kuvvetleri Türk ilerleyişini durdurmak üzere Basra civarında bulunan Şuayyibe mevkiinde savunma düzeni almışlardı. İki bacağından yaralı olan Süleyman Askerî Bey komutasındaki kuvvetlerin 13 Nisan’daki taarruzuyla başlayan Şuayyibe Muharebesinin ilk günü üstünlük lehte iken karşı tarafın sürekli takviye alması ve ertesi gün de yerel aşiretlerden temin edilen gönüllü milislerin kaçmaları nedeniyle karşı taraf önce durum dengelenmiş, ardından da üstünlük karşı tarafın lehine geçmiştir. Muharebeyi kaybedeceğini anlayan Süleyman Askerî Bey yaralı iken götürüldüğü arabada İngilizlere esir düşmemek için tabancasıyla hayatına son verdi. Şuayyibe Muharebesinde yenilgiye uğrayan Türk birlikleri Nasıriye’ye doğru geri çekildi. Ocak 1915 ayından beri taarruz üstünlüğünü elinde tutan Türk kuvvetleri bu muharebenin sonunda üstünlüğü İngilizlere bırakmış oldu.

Tarafların komuta kademelerinde yapılan değişiklikler

6. İngiliz- Hint Tümeni Komutanı Korgeneral Arthur Barret sağlık problemleri nedeniyle görevinden alınması üzerine bu göreve 22 Nisan 1915 tarihinde Tümgeneral Charles Townshend atanmıştır. Bundan sonraki muharebelerde İngilizler planlı bir şekilde adım adım Irak içinde ilerlediler.

Yarbay Süleyman Askerî Bey’in ölümü üzerine kısa bir süre Irak ve Havalisi Genel Komutanlığına vekâlet eden Binbaşı Ali (Çetinkaya) Bey Şuayyibe Muharebesinde yaşanan yenilginin ardından komuta ettiği birlikleri Nasıriye’ye doğru geri çeker. Bu göreve atanan Albay Nurettin Bey 19 Mayıs 1915 tarihinde komutayı devralır.

İngilizlerin Bağdat üzerine yürümeleri

İngiliz-Hindistan Hükûmeti tarafından 24 Mart 1915 tarihinde Dicle Kolordusu Komutanı General Nixon’a verilen Bağdat üzerine yürünmesine ilişkin talimata uygun olarak bu kolorduya bağlı Tümgeneral Townshend komutasındaki 6. İngiliz-Hint Tümeni Mayıs 1915 ayında Dicle Nehri güzergâhından ileri harekâta başlar. İngilizler 21 Mayıs’ta Basra’nın kuzeyindeki Amâra’yı ele geçirdi. Amâra’nın düşmesinin ardından 31 Mayıs’ta gerçekleşen İkinci Rota Muharebesinde Albay Nurettin Bey kuvvet yetersizliği nedeniyle kuzeye doğru geri çekildi. Tekrar ileri harekâta başlayan 6. İngiliz-Hint Tümeni 6-24 Temmuz’da gerçekleşen Nâsıriye Muharebelerinde Türk birliklerinin geri çekilmesi üzerine 24 Temmuz’da Nâsıriye’yi ele geçirdiler. Kutü’l-Amâre’ye çekilen Türklerin buradan da geri çekilmesi üzerine 6. İngiliz-Hint Tümeni 28 Eylül'de burasını da ele geçirdi. Kûtü’l-Amâre’yi boşaltan Türk birlikleri 250 km. kuzeyde ve Bağdat’ın güneyindeki Selmânıpak Mevzilerine çekildiler.

Selmânıpak Muharebesi

Tümgeneral Townshend Kasım 1915 ayında başında Bağdat’a doğru 160 km.lik ileri yürüyüşe başladı. 6. İngiliz-Hint Tümeni yorgun olmakla birlikte 22 Kasım’da Bağdat’ın 25 km güneyindeki Selmânıpak’a ulaştılar. Tümgeneral  Townshend  komutasındaki 6. İngiliz-Hint Tümeni 22 Kasım 1915 tarihinde Selmânıpâk’taki Albay Nurettin Bey komutasındaki Türk mevzilerine taarruza ettiyse de 26 Kasım’a kadar devam eden muharebelerde sonuç alamayan 6. İngiliz-Hint Tümeninin Bağdat istikametinde ilerleme imkânı kalmayınca Kutü’l-Amâre’ye geri çekilmeye başladı.

Irak Cephesi’nde 6. Ordu Komutanlığının Teşkili

Irak’taki Türk kuvvetlerinin 28 Eylül 1915 tarihinde Kutü’l-Amâre Muharebesi’ni kaybetmeleri üzerine Başkomutanlık tarafından Irak’ta bulunan komuta heyetine karşı doğmuş olan güvensizlik sonucu komutayı yeniden düzenlemek üzere İran sınırı, Musul, Bağdat ve Basra vilayetleri bölgesinde görev yapan Irak ve Havalisi Genel Komutanlığı lağv edilerek bu bölgede 6. Ordu Komutanlığı kurulmuş, bu göreve de Nisan 1915 ayından beri (İstanbul ve havâlisinin güvenliğinden sorumlu) 1. Ordu Komutanlığı yürüten Mareşal (Alman) Colmar von der Goltz atandı. Mareşal Goltz 6 Aralık 1915 tarihinde Bağdat’ta “6. Ordu Komutanı” olarak yeni görevine başladı.

İngilizlerin Kûtü’l-Amâre’ye çekilmesi, kuşatma ve muharebeler

6. İngiliz-Hint Tümeni bağlısı birliklerin Kutü’l-Amâre’ye geri çekilmesi esnasında Türk birlikleri de takip harekâtına başlar. Geri çekilen İngiliz Kuvvetleri 3 Aralık sabahı Kutü’l-Amâre’ye ulaşmıştı. Tümgeneral Townshend, Kutü’l-Amâre’ye kapanarak burayı bir kale gibi savunmaya karar verdi.

Türk kuvvetleri 5 Aralık 1915 tarihinde Kutü’l-Amâre’ye taarruz eder. Mareşal Goltz, 8 Aralık’ta General Townshend gönderdiği mesajda, direnmemesi ve teslim olması çağrısında bulunur. Ancak Townshend’ın bu çağrıya olumsuz cevap vermesi üzerine kuşatmanın şiddetli bir şekilde devamı kararlaştırılır.

25 Aralık’tan kuşatmanın sonuna kadar Kutü’l-Amâre’yi savunan İngiliz kuvvetlerine büyük çaplı taarruzlar yapmak yerine günlük bombalama ve uçak saldırıları yapıldı. Bunun nedeni ise güneyden gelen İngiliz kurtarma birlikleri ile yapılan bir dizi muharebelerdi.

Kutü’l-Amâre’de mahsur kalan General Townshend komutasındaki 6. İngiliz-Hint Tümenini kurtarmak için Ocak-Nisan 1916 döneminde İngiliz-Hint birlikleri, Türk birlikleri ile birçok muharebeye girmiştir.

Bu muharebelerden ilki 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi olup, İngiliz-Hint birlikleri bu muharebede 4.000 personeli kaybederek geri çekilmiştir. Bu muharebede ricat emri veren 9. Kolordu Komutanı Albay Nurettin Bey görevden alınarak yerine 12 Ocak’ta (Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası) Albay Halil (KUT) getirilmiştir.

İkinci muharebe 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Kellal Muharebesi olup bu muharebede İngiliz-Hint birlikleri kısmî bir başarı sağlayarak Türk birliklerini 7 km gerideki Hana mevziine geri çekilmek zorunda bırakmışlardır. Türk birlikleri koridor şeklindeki Hana mevziinin tam ortasında bulunan Felâhiye’de 21 Ocak’ta taarruz eden İngiliz birlikleriyle muharebeye tutuştular. Birinci Felâhiye Muharebesi denen bu (üçüncü) muharebede İngiliz-Hint birlikleri başarı sağlayamadılar.

Mart 1916 ayı başında tekrar taarruza geçen İngiliz-Hint birlikleri, 8 Mart’ta Sabis mevkiinde gerçekleşen ve “Sabis Muharebesi” olarak bilinen bu (dördüncü) muharebede Albay Ali İhsan (Sabis) Bey komutasındaki 13. Kolordu karşısında 3.500 personel kaybederek geri çekildi.

İngilizlerin Kut’taki İngiliz Tümenini kurtarmak üzere sonraki girişimleri 11 Mart’ta gerçekleşen Zemzir Muharebesi, 6 Nisan’da gerçekleşen II. Felâhiye Muharebesi, 9 Nisan’da gerçekleşen III. Felâhiye Muharebesi, 17-19 Nisan 1916 tarihlerinde gerçekleşen I., II. ve III. Beyt-i İsa (Es Sinn) Muharebeleri ve 22 Nisan’da gerçekleşen IV. Felâhiye Muharebesi olmuş ve hepsi de başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Ve parlak zafer

Bu başarısız girişimlere ilaveten Dicle Kolordusu tarafından deniz ve kara yoluyla Kutü’l-Amâre’deki İngiliz Tümenine yardım gönderme girişimleri de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kutü’l-Amâre’de kuşatılan İngilizler, Osmanlı kuşatmasının kaldırılması karşılığında bölgedeki İngilizlerin bir daha Osmanlılarla savaşmayacağını ve 2.000.000 sterlin vermeyi taahhüt ettiyse de bu teklif kabul edilmedi. Mareşal Goltz’un 16 Nisan’da Bağdat’ta tifüsten ölmesi üzerine 6. Ordu’nun komutanlığına Halil Paşa atandı. Bundan sonra Türk makamlarıyla yapılan görüşmelerde teslim şartlarının müzakeresine başlanmış ve 29 Nisan’da Townshend komutasındaki 6. İngiliz-Hint Tümeni teslim olmuştur.

6. İngiliz-Hint Tümeni, başta Tümgeneral Townshend olmak üzere 5 general, 272 İngiliz subayı, 204 Hintli subay, 2.592 İngiliz eri, 6.988 Hintli er, 3.248 muharip olmayan er olmak üzere toplam olarak 13.309 kişi esir olarak alınmıştır. Bunların 1.306’sı hasta ve yaralıydı. Townshend İstanbul’a götürülmüş, Hint askerleri ise Osmanlı Ordusuna katılmıştır.

Kutü’l-Amâre kuşatması süresince gerek kuşatma esnasında yapılan çarpışmalarda gerekse de İngiliz-Hint Dicle Kolordusu ile 6. Türk Ordusu birliklerde arasında yapılan muharebelerde İngiliz-Hint birliklerinin kaybı 23.000 ölü ve yaralı, Türk birliklerinin kaybı ise 10.000 şehit ve yaralı olmuştur.

Halil Paşa, Kutü’l-Amâre zaferi münâsebetiyle 29 Nisan 1916 tarihinde 6. Orduya bir kutlama mesajı yayımlar.

Görkemli zaferin yankıları

ABD’li tarihçi David Fromkin, İngiliz yetkililerinin beceriksiz olarak gördükleri ve 1916 yılında Arap İsyanı ile yıkmayı planladığı Osmanlı Devleti’nin, İngiltere’ye (Çanakkale’den sonra) tattırdığı bir başka ulusal aşağılanmanın da General Townshend ve komutasındaki 6. İngiliz-Hint Tümeninin esir alınması olduğunu belirtmektedir.  İngiliz tarihçisi James Morris da Kut'un kaybını “Britanya askerî tarihindeki en aşağılık şartlı teslim” olarak tanımlamıştır. Bu yenilgi İngiliz basınında ve kamuoyunda çok büyük bir infial uyandırmış, bunun üzerine Mezopotamya Sefer Kuvvetinin komuta kademesinde önemli değişiklikler yapılmıştır. 

Kutü’l-Amâre’deki 6. İngiliz-Hint Tümeni’nin teslim olması Bağdat’ı ele geçirmeyi hedefleyen İngiliz projesi ve savaş planları için acı bir sonuç ve yine İngiliz gururu için de tam bir ağır darbe olmuştur. İngilizlerin 1915 sonlarındaki Bağdat’ı ele geçirme hayali, 1916 yılında unutulmayacak acı bir trajediye dönüştü.

Sonuç

Kutü’l-Amâre Zaferi bir yandan Osmanlı Devleti’nin ayakta kaldığını ortaya koyarken, diğer yandan da İngilizlerin Irak Cephesindeki taarruz ve ilerlemesini durdurmuştur.

Daha önce kazanılan Çanakkale Zaferi, Osmanlı Devleti’nin Batı Anadolu’daki hâkimiyetini sürdürmesini sağlamışken, Kutü’l-Amâre Zaferi de Osmanlı’nın Irak’taki varlığını sağlama almış, İngilizlerin Irak Cephesindeki taarruz ve ilerlemesini durdurmuştur. Bu zaferler Osmanlı’da Sarıkamış ve Kanal yenilgileri ile yaşanan bozuk moralleri de düzeltmiştir.

Adeta unutulan Kutü’l-Amâre Zaferi son yıllarda resmî ve akademik çevrelerde tekrar ilgi konusu olmuştur. Bu önemlidir. Zira geçmişini unutan milletlerin yaşadıkları anı doğru-dürüst değerlendirebilmeleri ve geleceği de sağlıklı bir şekilde inşâ edebilmeleri mümkün değildir. Bu vesileyle görkemli Kutü’l-Amâre Zaferinde katkısı olan komutanından neferine kadar her seviye ve kademedeki komutan, subay, nefer ve diğer zevâtı saygı, minnet ve şükranla anmak bizler için de bir borç olsa gerek…

 

 

[*] İrfan Paksoy: Emekli Hava Kurmay Albay, tarih doktoru, akademisyen ve yazar.

© 2021. Bu makalenin / yazının içeriğinin telif hakları yazarına ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.