Yümni Sezen

Tüm yazıları
...

ALTI YAŞINDA GELİN ve İSLAM

1938’de Urfa’nın Birecik İlçesinde doğdu. Aynı yerde ilk ve ortaokul öğreniminden sonra 1957’de Gaziantep Lisesini bitirdi. 1961’de Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı çeşitli okullarda öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. 1975’de İstanbul Ortaköy Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptı. 1976-78 İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Müdürlüğü görevinde bulundu. 1985’de Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesine öğretim görevlisi olarak geçti. Bir yıl sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Yapı ve Sosyal Değişme Anabilim Dalında doktorasını tamamladı. Sırasıyla Yardımcı Doçent, Doçent ve sonra Profesör ünvânlarını aldı. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde Din Sosyolojisi öğretim üyeliğinden emekli olarak çalışmalarını sürdürmektedir.

Çalışmaları felsefe, sosyoloji, din sosyolojisi ve İslâmi sosyoloji çalışmaları üzerinde yoğunlaşmıştır. Evli ve üç kız babasıdır.

İletişim: sezenyumni@gmail.com

Yümni Sezen

ALTI YAŞINDA GELİN ve İSLAM

Altı yaşındaki kız çocuğu evlendirilince, gerçekte tecavüz edilince, haklı olarak kıyamet koptu. İster istemez din tekrar gündeme geldi. Bu olayda hukuk, şahsi yükümlülükler, suç, ceza, ayrı kanaldan işler, tabiatıyla işletilirse. Biz gündeme gelen, getirilenlerden söz edeceğiz.

Olanlara bakınca kimileri şaşırıyor, kimileri kendi inançlarını sorguluyor, kimileri inançsızlıklarını desteklediği kanaatiyle olanları fırsat biliyor. Dine uygun ve doğal olduğunu, dinden uzaklaşmış olanların bunları yadırgadığını söyleyenler de yok değil. Gerçekte bunların dinden uzaklaşanların kendileri olduğu ve bunun farkında olmadıkları daha doğru olacaktır. En tehlikelisi de bunlardır. İşin aslını bilenlere gelince, şaşırmıyor ama üzülüyor. Olacağı buydu, tren raydan çıkarılınca, peş peşe kazaların olması kaçınılmazdır. Dinin rayından çıkarılması yeni değil, onüç yüz yıllık olaydır. Siyaset din üzerinde korkunç hakimiyetini kurmuş, iktidarlar dini kullanmayı adeta gelenekselleştirmiş, din ticareti yerleşmiş, fıkıh, olur olmaz kurallarla yolu daralttıkça daraltmış, yolcuyu bıktırmış, şekilden şekle sokmuştur. Bunalmış insanlar, özgürlük, din-iman rahatlığı, gönül aydınlığı için ve ahlak önceliği diye, “sûfi” düşünceye ve bunun önde gelenlerine sığınmış, fakat din ve felsefe kaosunda ilerleyen bu süreç, her türlü yararlı ve güzel yanlarına rağmen, kurumsallaşıp dine ortak olmuş, giderek dinin kendisinin yerine geçmiş, nihayet merdiven altına kadar düşmüştür. Ne olduysa, halis, saf, tertemiz, vahiy odaklı dine olmuştur. Müslüman birçok şey arasında sıkışıp kalmıştır. Tebliğ edilen dinin başına gelmeyen kalmamıştır. Şu tarikat ve cemaatler devam ettikçe, cehalet sürdükçe, yamukluklar ne ilk ne de son olacaktır.

Altı yaşındaki kızla evlenme-evlendirilme ne yazık ki yeni değildir. Şaşırtıcılığı da geç kalmış bir şaşırtıcılıktır. Dinden fetva almak isteyenler, raydan çıkarılmış dinden fetva almakta gecikmemişlerdir. Küçük yaşta evlendirme, örneklerden biridir. Bunun İslamla ilgisi yoktur. İslam, tabiat kurallarına aykırı bir yöneliş göstermez. Aksini söylemek iftira olur. Bu, isterse Buhari’de yer alsın, ister Taberi’de fark etmez. Tabiat kanunları Allah’ın kanunlarıdır. Sünnetullah, yani Allah’ın adetidir. Allah kendi kanunlarını çiğnemez. Kanunlarının dışında bir şey yapmışsa, onu açık açık beyan eder. Mucize gibi.

Evlenmenin dayandığı cinsel olay, akıllı olmaya ve buluğa göredir. “Âkil ve bâliğ” olmak, meşhur olmuş bir kuraldır. İki kavram da birbiriyle ilgilidir. Sorumlu olmak, ikisini birleştirir. Hem dini hem dünyevî-sosyal yükümlülüklerin başlangıcıdır. Aklı yerinde olacak, aklı erer, aklı kullanır hale gelecektir. Biyolojik (cinsel) dönüşüm buna eşlik etmektedir. Bunlar olmamışsa evlenme olmaz. Bir deliyi evlendiremeyeceğimiz gibi, bir çocuğu da evlendiremezsiniz. Matematik yaşı, iklime göre değişse de belirli sınırlar vardır. Bu sınırlarda, gelenekler değil, doğal kanunlar ve dinin aslî kaynağı geçerlidir. Gelenekler çoğu kez istismar edilmektedir. Bu konuda da Kur’an’ın temel ilkesi bulunur. “Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu bulamamış idiyseler” denir (Bakara-170). Kadın, kız evlenme yaşı ve ilgili konular için kaynağımıza bakalım. Kur’an “evlilik çağına gelmek”ten söz eder. “Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri gözetip deneyin. Eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin...” (Nisa-6). Yetimler üzerinden bütün kız çocukları için kural belirtilmiştir: Olgunlaşmak, aklını kullanabilmek, malın-mülkün, aile kuracaksa ailenin sorumluluğunu yüklenebilmek. Âkıl ve baliğ olmanın da yukarısındadır bu seviye. Olgunlaşmak ve parasını, malını mülkünü kullanabilecek kadar sorumlu olmak. Mallarına el koyabilmek suçu gibi hassas konudan dolayı yetimlerin öne çıkarılması, çocukların olgunlaşma çağını hatırlatmak içindir. Kuralın aksine davrananlar, Allah’ın kanunlarını çiğnemiş, hem din, hem beşerî kanunlar ve hukuk nezdinde suç işlemiş olur. Altı yaşında kızını evlendiren anne-baba veya çocukla evlenen tarikat mensubunun veya bir başkasının Kur’an’la ilgileri olmadığı bellidir. Bunlar kendi uydurdukları dinin bağlısıdırlar. Rotayı din değil, menfaat ve benlik tayin etmektedir ve dine de iftira etmektedirler.

Şimdi, fırsatçıların tozu-dumana kattıkları ve örnek verdikleri örneğin aslına bakalım. Hz. Ayşe’nin 6 yaşında nişanlanıp 9 yaşında peygamberimizle evlenmesine gelelim. Çok yazıldı çizildi ama tekrar etmekte fayda var. Hz. Ebubekir Müslüman olduğunda (610) 38 yaşındadır. Kızı Ayşe ile Hz. Peygamberin evlenmesi Medine’ye hicret edildikten bir yıl sonra, 623’tedir. Bu tarihe inanan inanmayan hiç itiraz eden yoktur. Hicretten sonra, 622’deki Bedir savaşında, yaralıları tedavi için kurulan çadırda evlenmeden önce Ayşe’nin görev yaptığı da bilinir. 623’ten 9 ve 6 yaşlar için geriye gidelim. Ayşe’nin 614 yılında doğmuş olması, 6 yaşında, yani 620 de nişanlanması ve 9 yaşında, 623’te evlenmesi gerekiyor. Oysa Ayşe’nin İslam’ın tebliğinden, yani 610’dan önce doğduğu biliniyor. Bir müşrikin oğlu, mut‘im oğlu Cübeyrle söz kesilmiştir. Bir veya iki yıl sonra, Müslümanlık gelince, evlenecek çocuğun annesi, ben oğluma din değiştiren birinin kızını almam demiş, nişan bozulmuştur. Bu olayın İslam’ın gelişinden sonra olması mümkün müdür? İlk dört Müslümandan biri ve peygamberin yakın dostu olan Ebubekir’in, müşriklerle mücadeleye başlamış birinin, kızını bir müşrike vermesini akıl ve iz‘an kabul eder mi? Demek ki tarihler yanlış ve saptırılmıştır. Başka bir delile ihtiyaç yoktur ama, utançtan dolayı kız çocuklarını küçükken öldüren Arapların, kızların yaşı konusunda adet haline getirmiş oldukları bir tuhaflığı da ekleyelim. Buluğa kadar öldürülmekten kurtulmuş kız çocukları, o tarihte bir yaşında sayılmıştır. Yani 9 deyince buluğun üzerine eklenmelidir. Ayşe’nin ablası Esma ile ileri yaşlarda ölmeden önce yapılan bir konuşmada, Ayşe’nin yaşının hesap edildiği de tesbit edilmiştir. Sonuçta Ayşe, Hz. Peygamberle evlenirken 19-20 yaşlarındadır. Uydurma rivayetlere dayanan uydurma hadislerle veya bazı tarihçilerin aldanışlarıyla, bu gerçek değiştirilemez. Geçmişte ve şimdi doğruları yazanlar elbette oldu. Yanlışlığı ortaya koyan, İslam’ın hâlâ anlaşılamama talihsizliğine, Hz. Peygamberin büyük devrimini kavrayamayanlara değinen Soner Yalçın, bunlardan biri oldu. Bir kere daha anladım ki, yazar, bilim adamı olabilmek için, ne kadar önemli olursa olsun, zekâ, akıl, bilgi ve tecrübe yetmiyor. Olmazsa olmaz bir şeye daha ihtiyaç var: Vicdan. Soner Yalçın böyle bir vicdan sahibi olduğunu göstermiştir. Başka yazdıklarında da aynı şeyi gördüğümü söylemeliyim.

Müslümanların, özellikle aydınlarının, geçmişte de şimdi de sorumlulukları çoktur. Bu sorumluluğu yerine getirememişlerdir. Bu yüzden İslam’ın başına gelmeyen kalmamıştır. Bu günah, yukarıda zikrettiğimiz kız çocukları ve yaşları meselesinden ibaret değildir. Anlayış kıtlığından, işimize de öyle geldiğinden gerçekler görünmez kılınmış, yanlış fetvalara, asılsız veya saptırılmış dayanaklara sığınılmıştır. 150-200 yıl sonra kayda geçirilen rivayetlerdeki problemler, ancak bugün anlaşılmaktadır. Zamanında tartışanlar da olmuştur ama bunlar hep perde arkasında kalmış, itibar edilmemiştir. Anlama ve rivayet problemi geçiştirilmiştir. En önemlisi, İslam’ın Arap kültürünün içine hapsedilmesi, bundan ibaret zannedilmesi, zannettirilmesidir.

Yanlış fetvalar, çarpık bakışlar çoktur da bir misal daha vererek bu konuyu geçelim. “Müzik zinaya yol açar.” İslam’ı tanıyamamanın ölçütlerinden biri budur. Zinaya yol açanları izah edemeyince, kolay yol bulunmuştur. Oysa, birbirinden ayrılmayan, ruhî üretimi sağlayan üç kültür çekirdeği vardır. Dil-din-musiki. Dil olmadan din, din olmadan musiki, musikisiz din olmaz. Güzel ses ve bununla icra, işin aslını anlatır. Tarikat bağımlısı, malayani musikiyi kastediyoruz, diyecektir. Hz. Peygamber’in, Hz. Ayşe’yi omuzuna alarak duvar arkasından çalgılı çengili düğün ve eğlenceyi seyrettirdiğini bilmiyorlar mı? Hz. Peygamber döneminde, evlenme ve sünnet düğünlerinde, diğer bazı neşe zamanlarında, sahabenin eğlendiği, bu eğlencelerde güzel ses, musiki aleti kullanıldığı, şarkı, def, davul, ud, kaval, oyun, yarış, mizah, şiir, kullanılan usul ve vasıtalar olmuştur ve bunlar hadislerde de geçmektedir (Daha geniş bilgi için bkz. Nebi Bozkurt, Hadiste Folklor, Eğlence, İstanbul 1997, s. 56-131). İslam’a göre, bir müzik aletinin nağmelerinden çıkanlarla duygu titreşimi yaşanmayan yerde insan yoktur ki Müslüman olsun.

Birbirine saldıran cemaatler ve tarikatlar, İslam’ı adeta devralmıştır. Uzun hikâye olan geçmişi geçelim, şimdi Türkiye’de 3 milyonu aşan tarikat mensubu var. Tarikat okul ve yurtlarında 300 bin civarında öğrenci var. Devlet, tarikatlara her yıl milyonlarca lira para harcıyor. Gel de çık işin içinden.

Hassas Müslümanı üzen sadece Müslümanlığın ve Müslümanın kamburları değildir. Olumsuz malzeme toplayıp, inançsızlıklarına destek arayanlar, madalyonun öbür yüzüdür. Din karşıtları, zımmen veya alenen, din zaten böyledir, yanlış anlatım bahane edilmemelidir, özü de sözü de bundan ibarettir derler. Müslümanların nasıl bir Müslüman olduğu haklı olarak sorgulanırken, İslam’ın kendisi sorgulanmaya başlamıştır. Bu haksız ve adaletsiz tutumun, kendisi de bilgisizcedir. Son yıllarda dile dolananlardan biri şudur: Peygamber, Ebubekir’in kızıyla evlendi. 9 yaş yalanını da katarak. Osman ve Ali, Peygamberin kızlarıyla evlendi. Peygamber Ömer’in kızıyla evlendi. Ömer Ali’nin kızıyla evlendi. Çok yerde gerçeği açıklandığı halde, ısrarla Peygamber, evlatlığının boşadığı eşiyle evlendi. v.s. öyle bir karmaşa yaratılıyor ki, dalgın olur ve dikkatli davranmazsanız, sanki birbirinin kızını karısını almış gibi kaos oluşuyor. Torunların evlilikleri bile dile dolanmıştır. Önce belirtelim ki bu evliliklerin bir kısmı Hz. Peygamberin vefatından sonra olmuştur. İkincisi, toplumsal, fıtrî, doğal sınırlar da Kur’an’ın getirdiği sınırlar da aşılmamıştır. Kur’an, evlenilmeyecek yasakları saymıştır. Ana, kız, kız kardeş, hala-teyze, kardeş kızı, kız kardeş kızı, amca, dayı, oğul, süt anne, süt kardeş, kayınvalide, üvey kızlar, üvey anne, evli kadınlar ile evlenilemez (Nisa 22, 23, 24). Her toplumda, istisnai sapıklıklar hariç, bu sınır korunmuştur. İnsan fıtratındaki ve doğal düzendeki sınırları Kur’an hatırlatmıştır. Sınırlar korunmuştur ama, belli bir niyetin malzemesi olarak bahane edilebilecek bu kadar yakın evlenmeler neden? 7. yy. da Arabistan yarımadasında küçük bir kabile ve topluluktan söz ediyoruz. Müşriklerle evlenilemeyeceğine göre, çoğunluk olan müşrikleri de dışarda tutacaksınız. Mekke döneminde Müslüman sayısı (hicrette) 95 kişidir. Medine’de 632’ye kadar, 10 yıl içinde 40-50 bine çıkmıştır. Veda Hutbesindeki sayının 114 bin olduğundan söz edilir ama, bunların çoğu çevreden gelen Müslümanlardır. Özellikle başlangıçta, sınırlar korunarak, evlenme çemberi dardır. Klan, aşiret, kabile nedir, komünite ve sosyete nasıl işler, bilmeyenler, kasıt da taşıyorlarsa, laf üretip dururlar. Batının geçmişteki feodal düzeni ve olumsuzluklarıyla karıştırma, ihmal edilmemiştir. Bu kurnaz aydınların (!) ustası Turan Dursun olduktan sonra... Engels’e bile sadık kalınsaydı, bu densizlikler yapılmazdı.

Hint’te, İran’da, Yunan’da, Araplar’da, bütün dünyada kadın, bir metadan daha kötü iken, İslam’da kadın, insanlığına ve kişiliğine kavuşmuştur. Bunu yalan ve iftiralarla örülü, aptal ve ahmaklarla desteklenmiş kaynaklardan değil, samimi ehlinden öğrenmelidir. Gerekli bilgiler verilmiştir.

Mevcut bazı halleriyle İslam olmadığı halde, olan bitene İslam diye bakmak, bugün “medeniyet” olmadığı halde mevcuda medeniyet diye bakmaya benziyor. Sigara üretir, paketin üzerine öldürür ha! diye yazarsın, ama üretmeye ve para kazanmaya devam edersin, zina kötüdür der ama onu suç olmaktan çıkarırsın, fuhşun önünü açarsın, evlilikten, soy soptan, şecereden, millî kimlikten bahsedersin ve fakat nikâhsız evliliği desteklersin, bütün kolaylığı gösterirsin. Adaletten söz eder, adaletten her geçen gün uzaklaşırsın, hileyi hurdayı, canbazlığı kandırmayı, entrikayı, adına politika dediğin her türlü “insanî düşüşü” adaletin içine boca edersin. Her şeyi paraya tahvil edersin. Bunların adına medeniyet dersin. Kızına, torununa tecavüz eden baba ve dedelerin, kız kardeşiyle yatanların, medeni (!) dünyada haddi hesabı yoktur. Uzantıları Türkiye’de de boy göstermektedir. Damadıyla kaçan kaynana, internette tanıştığı 15 yaşındaki çocuğa kaçan 4 çocuklu kadın, 4 torun sahibi ve evli anneanne ile kaçan üç çocuk sahibi evli adam, 70 yaşındaki adama kaçan 18 yaşındaki kız, 30 yıllık evli 7 çocuk 4 torun sahibi adama kaçan 25 yıllık evli ve 4 çocuk ve 3 torun sahibi babaanne, yabancı kadınla yaşayabilmek için ve kendisi evli olduğu için, öz babasıyla nikah kıydırtan adam... Daha neler neler, hepsini yazmaya gerek yok (daha geniş bilgi için bkz. Yılmaz Özdil, Sözcü Gazetesi, 14.12.2022). Bunlar iki dine, “özgürlük dini” ile “medeniyet dini”ne göre olanlardır. Zekâsı gelişmemiş olanlar, bizim özgürlüğe ve medeniyete karşı olduğumuzu zannedeceklerdir. Bunlar ne özgürlüktür ne de medeniyettir. İkisinin de istismarıdır. Tıpkı dinin istismarı gibi.

İstismarlar ve çirkinlikler oluyor diye ne özgürlükten, ne medeniyetten vazgeçeceğiz. İstismar ve çirkinlikler oluyor diye, yani Kitabın dini ile din diye yaşanan birbirine uymuyor diye İslam’dan vazgeçmeyeceğiz. İstesek de vazgeçemeyiz. Bir şey doğru ve gerçekse vazgeçme, ancak hayalde olabilir. Yapacağımız şey cehaleti gidermek, düzenbazlığı önlemektir. Söylenip durmuştur ve işi bilen mütefekkir, filozof, yazar, bilim adamı söylemiştir ki dinsiz toplum ne olmuştur, ne olabilir. O güne göre oldukça medeniyette ileri olan Mısır'daki Firavunlar dönemi, ki aynı zamanda zulüm dönemidir, dini alana mağlup olmuştur. Avrupa, kilise-feodalite zulmünü, engizisyon dönemini yaşadı. Bilim gelişti, akıl dinine kadar değişmeler oldu, çeşitli fikir akımları, ideolojiler gelip geçti, ama dinden vazgeçmedi. İster bozulmuş haliyle, ister kültüre aktarılmış şekliyle olsun, yerinde duruyor. Rusya’da, 70 yıllık din karşıtı siyaset, ideoloji, yönetim, dinsizlik eğitim-öğretimine rağmen, Ortodoks kilisesi yerli yerinde duruyor. Çin’de de öyle, Hint’te de. İnananıyla, inanmayanıyla dini hayat her yerde devam ediyor. Ama bu dediklerimiz, sadece sosyolojik gerçektir. Dinin özü, doğru olan, olması gereken gerçeği değildir. Söylediklerimiz aynı zamanda inanmayan birilerini inandırmak için değildir. İnanmanın da inanmamanın da kendine göre psikolojik iklimi vardır. İnanan inanır, inanmayan inanmaz. Bütün delillere rağmen, inanmayan birinin kendine göre akli, tecrübi, bilimsel sebepleri olabilir. Bu, ayrı bir konudur. Ancak yanlışlara, iftira veya saptırmalara, dindarında dinsizinde kurban olmaması gerekir. Doğrusunu bilelim de yine inanmazsak inanmayalım. Bunu demek istiyoruz.

Türk milletinin geleceğini tehdit eden iki uyuşturucudan biri, madde bağımlılığı ile oluşan ve gençleri tehdit eden uyuşturucu, diğeri özünden ve rotasından saptırılmış din anlayışı olan uyuşturucu.

Fethullah Gülenle zirveye tırmanmış bozulma ile, 6 yaşındaki kız çocuğuna tecavüzü din zannetmiş tarikat ve cemaatlerle yaşanan afyonkeşlik, yakayı bir kere daha ele vermiştir.

Buna karşı gerekenler yapılmadıkça Türkiye’ye rahat yoktur. Son sözümüz budur.