Oğuzhan Saygılı

Tüm yazıları
...

Doktora, Doçentlik, Profesörlük Tezleri

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Oğuzhan Saygılı

Türk fikir hayatının mihenk taşı olarak adını andığımız Erol Güngör Hoca, Türk tarihi başta olmak üzere sosyal bilimler hakkında oldukça geniş bir kültür birikimine sahip düşünürlerimizdendir.

1959’lu yıllardan itibaren Türkiye’deki belli başlı fikir ve edebiyat dergilerinde ve gazetelerde pek çok makale, ansiklopedilerde ise madde yazmış olan Güngör Hoca, Türk kültür hayatına önemli hizmetlerde bulunmuştur. Erol Güngör çoğu zaman eserlerinde tarihsel konularda, kültürle milliyetçilik arasında kültür değişmesi ile milliyetçilik arasında, tarihle millet arasında birtakım tahlil ve tespitlerde bulunmuştur. Güngör Hoca, topluma mal olmuş bütün konuları ciddi birer mesele haline getirmiş ve ilmi çerçevede değerlendirmeler yapmıştır. Bu yazımıza konu olan kitap ise hocamızın doktora, doçentlik ve profesörlük unvanlarını alırken kaleme aldığı tezlerinin Yer-Su yayıncılık tarafından bir araya getirilmesi sonucu editörlüğünü hocamızın eşi olan Şeyma Güngör’ün yaptığı kitap 2018 yılının sonlarında biz okuyucularla buluşmuştur.

Toplam 3 ana bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde Güngör hocanın 1965 yılında tecrübi psikoloji üzerine yazdığı ‘Kelamı Sahada Estetik Yapı Organizasyonu’ isimli çalışması yer almaktadır. Bu çalışmada mizah durumlarında, hikâye ve romanın yapısal organizasyonlarının dayandığı prensipler araştırılmıştır. İlk olarak deneklere fıkraların komik kısımları pasaj içerisinden çıkarılarak deneklerin her fıkra için 5 farklı alternatif cevap içinden komiklik oluşturan alternatiflerin seçilmesi istenmiştir. Denekler olması gereken cevabın yanında araştırmacılar tarafından alelade bir şekilde hazırlanan cevapları da işaretlemişlerdir. Çalışmanın ikinci kısmında deneklerden yarım bırakılmış hikâyelerin tamamlanması istenmiştir. Verilen cevaplar sonucu araştırmacılar cevapları iki ayrı şekilde kategorileştirmişlerdir. İlk kategoride yarım bırakılan hikâyeleri devam ettiren deneklerin hikâyeye herhangi bir farklılık katmadığını gösteren cevaplar ter almaktadır. Diğer kategorideki cevaplar ise araştırmacıları hayrete düşürür derecede fark yaratmıştır lakin bu iki yönlü çalışma sonucu alınan cevaplarda anlamlı bir fark bulunamamıştır. Üçüncü kısımda ise yine yarım bırakılan hikâyelere araştırmacılar tarafından 2 farklı seçenekle hikâyeleri tamamlamaları istenmiştir. Cevaplardan biri hikâyenin orijinal ve mantıklı sonucunu içerirken diğeri ise araştırmacılar tarafından hazırlanan zıt cevapları içermektedir. Deneklerin birçoğu karşıt olan cevapları işaretlemişlerdir. Dördüncü yani son kısımda ise diğer bölümlerde yapılan çalışmalara dayanarak roman hakkında bazı spekülasyonlar geliştirilmiştir.

  • Fıkrada yapıyı oluşturan unsurların organizasyonu zıtlık prensibine dayanmaktadır.
  • Hikâyelerde hem zıt hem de ortak nokta prensibi kullanılmaktadır.
  • Hikâyede genel tercih eğilimi zıtlık prensibi üzerinedir.
  • Roman ve hikâye organizasyonları arasında çok yakın bir benzerlik bulunduğu söylenebilir.

Hocanın bu çalışması 60’lı yıllara dayandığı için o dönemlerde deneysel psikoloji üzerine yapılan çalışmaların azlığı dikkat çekmektedir. Hele ki yapmış olduğu çalışma estetik anlayışı üzerine insan psikolojisini ve davranışlarını değerlendirmekle ilgili olunca o dönem içerisinde bu tarz çalışmalar bir elin parmaklarını geçmez niteliktedir. Çalışmada Osmanlıca kökenli kelimelerin yoğunluğu dikkat çekmektedir ne var ki benim gibi okuma anında yanınızda bir sözlük bulundurmanızı tavsiye ederim.

Kitabın ikinci ana bölümünü oluşturan çalışma ise Güngör hocanın 1969 yılında yayımladığı ‘Şahıslar arası ihtilafların çözümünde lisanın rolü’ isimli çalışmasıdır. Çalışmada bireyler arasında fikir ve inanç farklarından doğan anlaşmazlıklar üzerinde lisanın oynadığı rolü incelemek amaçlanmıştır. Araştırmada objektif ve sübjektif anlam farklılıkları bazı etkileri karşılaştırıldığı zaman objektif anlam farklılıkları denekler arasındaki ilk anlaşmazlığı meydana getiren asli unsurlardan birisidir. 20 denemeli anlaşmazlık durumunun birinci yarısı esnasında taraflar anlaşmazlığın asıl unsurunu, yani aralarındaki objektif anlam farklarını yavaş yavaş ortadan kaldıracak bir ‘karşılıklı öğrenme’ süreci içine girmiş olmalarına rağmen, bu öğrenme sırasında sübjektif anlam farklılıklarının ortaya çıkması denekleri birbirlerinden uzaklaştırmaktadır. Buna bağlı olarak objektif anlaşmazlıkların lisan yoluyla belirtilmesi ve bunlar üzerinde bir anlaşmaya varılması mümkün görülmektedir. Bunun sonucunda da denekler arasında hem objektif hem de sübjektif anlam farklılığı halinde anlaşmazlıkları eğrisinde bir artış meydana gelmektedir. Tüm bu bulgularla beraber kognitif değişme bakımından elde edilen sonuçlar oldukça vaatkâr bir araştırma sahasına işaret etmektedir. Basit kognitif sistemlerle karmaşık sistemler arasında değişme ve uyum bakımından görülen farklar ise ideolojik oryantasyonlardaki değişmeden kültür değişmesine kadar uzanan geniş bir araştırma sahasının temel problemlerinden birini teşkil etmektedir. Sonuç olarak ‘tarifler üzerine anlaşmaya varmak’ diye ifade edilen klasik anlayış, anlaşmazlık halindeki taraflar arasında yeterli bir diyalog kurmak bakımından yeterli sayılamaz; anlaşmazlık hali aynı zamanda sübjektif anlam farklarının giderilmesine de bağlıdır.

Kitabın üçüncü ana bölümünde ise Erol Güngör’ün 1978 yılında yaptığı ‘Değerler psikolojisi üzerine araştırmalar’ isimli çalışmasıdır. Bu araştırma değerler psikolojisi sahasında teorik bilgileri ve deneysel bir araştırmayı içeren iki kısımdan meydana gelmiştir. Birinci kısımda çalışma sahamızın temel kavramları üzerinde gerekli açıklamalar yapıldıktan sonra, değerler arasında asıl konumuzu teşkil eden ahlâk değerleri üzerinde felsefecilerin ve ilim adamlarının görüşleri hem kronolojik hem sistematik bir sıra ile verilmiştir. Birinci kısmın ağırlık noktası ahlâk değerlerinin birer sosyal değer halinden ferdî değer haline nasıl geçtiğidir. Bu geçişe psikoloji dilinde genel bir terimle ‘sosyalleşme’ adı verilmektedir. Burada sosyalleşmenin özellikle bir taklit süreci halinde hangi değişkenlere bağlı olarak işlediğini çeşitli teorik görüşler açısından ele alınmıştır; psikanaliz, sosyal öğrenme ve kognitif gelişme teoricilerinin görüşlerini özetleyerek bunlar arasındaki temel farkları belirtmeye çalışılmıştır.

İkinci kısım, başlangıçta verilen bilgilerle bağlantılı olmak üzere yapılan bir araştırmadan meydana gelmiştir. Bu araştırma araştırmacılar tarafından bir buçuk yıl içinde yapılmış olup aşağıda sıra ile belirttiğimiz problemlerin açığa kavuşturulması amacıyla düzenlenmiştir:

  • Genellikle her davranış, belli bir değer sahası ile ilişkili görülmektedir; meselâ iktisadî davranışın arkasında iktisadî değerin bulunduğu kabul edilir. Bu doğru olmakla birlikte, herhangi bir davranış sahasının tek bir değer sahasına göre belirlendiği söylemek mümkün değildir. Çeşitli değer sahaları arasında bir ahengin bulunması, böylece değerler arasında bağlantı bulunduğuna göre, belli bir davranışın da birden fazla değer sahası ile uyumlu bir münasebet içinde olması beklenir. Bu araştırmada, ahlâkî değer sahası ile ilgili hükümlerin diğer değer sahaları ile ne dereceye kadar ilişki içinde bulunduğu araştırılmıştır.
  • Belli birtakım değerleri ağır basan bireylerin başka değer tiplerine göre daha az veya daha çok hoşgörürlük sahibi olduğu söylenmektedir. Ahlâkî tavrın bir parçası olan hoşgörürlükle diğer değer sahaları arasında ne gibi bir münasebet vardır?
  • Ahlâkî gelişme zaman içinde olan bir süreci ifade ettiğine göre, acaba belli bir ahlâkî gelişme seviyesi insanın genel değer profili bakımından da bir özellik gösterir mi?
  • İnsanın ahlâkî bakımdan kendine verdiği değer ile başkaları hakkında verdiği ahlâkî hükümler arasında belli bir ilişki olduğu söylenebilir mi?
  • Bugün toplumumuzun çeşitli kesimlerinde değer farklılaşmaları ile ilgili olarak sık sık ilen sürülen görüşler ne dereceye kadar geçerlidir?

Bu problemleri incelemek üzere dört grubu ihtiva eden dört yüz denek üzerinde yapılan araştırmada elde edilen başlıca sonuçlar şunlardır:

  • İnsanlar genellikle kendi değer sahalarındaki norm-dışı davranışları diğerlerinden daha kötü bulmakta ve onlara daha şiddetle reaksiyon göstermektedirler.
  • Herkes kendi değer profilinde en yukarıda olan değer konusunda çok hassas bulunmakla beraber, hangi değeri ön planda tutarsa tutsun hemen herkesin ortaklaşa hassasiyet gösterdikleri bir değer var ki, bu da ahlâktır.
  • Bugünkü Türk toplumundan alınan 18 yaşın üzerinde, yüksek tahsilli kadın ve erkeklerin büyük çoğunluğu Kohlberg şemasında ahlâkî gelişmenin en üst seviyesi sayılan ‘evrensel ahlâk’ seviyesine varmış görünmektedirler.
  • İnsanlar ahlâkî bakımdan öz-değerlendirme yaptıkları zaman daima ortanın üstünde, fakat mükemmele varmayan bir seviyede olduklarını farz etmektedirler.
  • Bugünkü Türk toplumunda değer tipleri bakımından yüksek tahsildeki erkek ve kızlar arasında önemli bir fark yoktur. Bunlar arasındaki fark, aynı tahsil seviyesindeki orta yaşlı kadın ve erkekler arasında görülen farktan daha azdır.