Şevket Apuhan

Tüm yazıları
...

Ekonomik aklın inşası

1984 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi, Türk Dünyası İşletme Fakültesi’nde Uluslararası ilişkiler, Haliç Üniversitesi’nde İşletme eğitimi almış, yüksek lisansını aynı üniversitede tamamlamıştır. Uzun yıllar uluslararası bağımsız denetim kurumlarında çalışmış, ulusal gazetelerde yazarlık ve ulusal TV’lerde düzenli olarak yorumculuk yapmıştır. Türkiye’de ve Azerbaycan’da birçok konferansa konuşmacı olarak katılmış Apuhan’ın, yayınlanmış 4 kitabı bulunmaktadır.

İletişim:apuhan@outlook.com

Şevket Apuhan

Türk ekonomisi için zor günlerin çok yakında olduğunu defalarca belirttik. Yalnız biz mi? Tarafsızlığını yitirmemiş birçok akademisyen ve ekonomist bunu özellikle FED’in faiz arttırma kararını aldığı ilk günden bu yana çeşitli ispatlarla dile getirdiler.

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin bu yorumlara cevabı ise çok ilginç oldu: “Krizlerde kalasınız, kefen parasına muhtaç olasınız inşallah.” Bu cevap iktisadi gidişatımızı bakanlık seviyesinde temsil eden birinin ağzından çıkması dolayısıyla bizleri bir kez daha endişeye sevk etmişti.

Zira Sayın Bakan’ın bu cevabında, ülkemizin nasıl bir ekonomik akıl tarafından yönetildiği de gizliydi ve nitekim Zeybekçi’nin “Bir sorun yok” çıkışları devam ederken, dövizin artışı da hiç hız kesmedi. 

Sanayi Devrimini ıskalayan toplumumuz bunun iktisadi olduğu kadar sosyolojik ve psikolojik sıkıntılarını da çekmekteyken, karşımıza teknoloji devrimi gibi bir fırsat çıktı. Buna kısaca sanayi ötesi devrim dendi. Şüphesiz gerçekleri duyunca sinirlenip, ilginç beddualar eden bir ekonomik akılla söz konusu teknolojik devrimi kaçırmamız pek de zor olmadı.

Türkiye’nin en büyük şirketlerinden daha değerli olan internet sitelerinin ortaya çıktığı, yalnızca 50-60 çalışanı olan ancak Türkiye’nin yıllık ihracatı kadar piyasa değeri olan teknoloji temelli markaların dünyayı kasıp kavurduğu bir ortamda ülkemiz, sosyal medya sitelerinde resmi hesaplar açmak ve devletin bazı hizmetlerini internete taşımak dışında bir varlık gösteremedi.

Ağır sanayinin ithalatçısı olan Türkiye, ileri teknolojinin de ithalatçısı olmayı hiç yadırgamadı ve ‘fikir’ ithal ederken, bunu sosyal dokusuna da aşılamakta hiç güçlük çekmedi.

Sonuç olarak, ülkemiz bir anda asgari ücretle çalışan ancak maaşının iki katı değerinde cep telefonu kullanan insanların yaşadığı bir ülkeye dönüştü.

Geldiğimiz noktada ise ekonomik krizi tartışıyoruz. Bu nafile bir tartışmadır zira Türkiye şu an ağır bir ekonomik krizin zaten içerisindedir.

23 milyon icra dosyasının olduğu, yazılan her 100 çekten 75’inin karşılıksız çıktığı, 400 milyar dolardan fazla döviz açık pozisyonu varken dolardaki artışın önüne geçilemediği, insanların borçlarını ödeyemedikleri için canlarına kıydığı, işsizliğin çift haneli rakamlarda seyrettiği, tüketici güven endekslerinin sürekli düşüş gösterdiği bir ülkede krizden bahsedemeyeceksek nasıl bir ortam için krizden bahsedebiliriz ki?

Bugün Türkiye’nin odaklanması ve tartışması gereken asıl iktisadi konu ise ciddi bir ekonomik aklın inşa edilmesi olmalıdır.

Çünkü bu ekonomik aklı inşa edemezsek, içerisinde bulunduğumuz ekonomik kriz her geçen gün daha da artarak büyüyecek ve ortaya kriz ötesi bir çöküş hali çıkacaktır.

Asya’dan sarsılmaya başlayan dünya, hala toparlanmış sayılmayan Avrupa ve bölgemizdeki jeopolitik risklerin tetiklediği iktisadi problemlerin sonuçları ile ancak bu ortak ekonomik akılla mücadele edebiliriz.

Peki, ekonomik akıl bize ne söylüyor? Ülkemiz için neyi ön görüyor?

Öncelikle yapılması gereken ekonomiyi sağlam temellere dayandırmak ve yakın gelecekteki güçlü sarsıntıları en hafif hasarla atlatabilmek için ülkemizin hukuk ve demokrasi anlayışında baştanbaşa bir revizyona gitmek olmalıdır.

Üstünlerin hukukunun geçerli olduğu, hukukun üstünlüğünün rafa kalktığı rejimlerde hukuk halkın en çok tiksindiği ve korktuğu şey olmakta zira millet bütününe hukuk denilen kuralların, seçkinler tarafından kendilerini sömürmek için bir araç haline geldiğini düşünmeye başlamaktadır. Zaten bu düşünce de yanlış değildir! Büyük hırsızların saygıyla anıldıkları ve ihtişamla yaşadıkları ancak küçük hırsızların derhal yakalanarak cezalandırıldıkları bir ortamda ekonomi gelişmez, gelişemez.

Gerçek bir demokrasi ise yatırımların yani paranın, yoğunlaşmayı düşündüğü coğrafyada aradığı en önemli özelliklerdendir. Zira gerçek adalet, gerçek demokrasi ile birlikte varlığını sürdürebilir. Siyasi güven ve halkın gerçek manasıyla devlette temsil edilmesinin getirdiği özgür ortam yeniden yapılanmamız için olmazsa olmazımız olmalıdır.

Hukuk ve demokrasinin yeniden inşa edildiği Türkiye’nin diğer bir ihtiyacı eğitim anlayışındaki reform olacaktır. Mesleki ve teknik eğitime önem verilen, çağın gereklerini yerine getirebilen bir eğitim politikasının yetiştirdiği çocuklarımızın Türkiye’yi omuzlayıp, ileri taşımaları hiç de zor olmayacaktır.

Bunlarla beraber ülkemizin sadece ekonomik krizle baş edip, bir kriz ötesi çöküş tehlikesi ile karşı karşıya kalmaması için, Türkiye’nin güvenlik meselesi derhal halledilmelidir. Dünyada hiçbir hukuk devletinde, hiçbir demokraside sokaklarda ellerinde ağır silahlarla gezen, yollara hendekler kazıp bu hendeklerin içine patlayıcılar yerleştirerek güvenlik güçlerinin canına kasteden terör örgütlerinin siyasal uzantısına hoşgörüyle bakıldığına şahit olamazsınız. Güvenliğin olmadığı bir ortamda şüphesiz iktisadi gelişme de imkânsız olacaktır.

Türkiye’nin önünde iki yol var: Ya büyüyeceğiz ya da yok olacağız. Umuyoruz ki ülkemiz doğru olanda kırar kılacak ve bu kararının gerektirdiği zorunlulukları da eksiksiz yerine getirecektir.