Liath Macgorman

Tüm yazıları
...

Hazine bonesi, hisse sanatları ve tahvilevalliye binmek üzerine

Lisans ve yüksek lisans eğitimini, Türkiye’de yaşadığı dönemde yarı zamanlı öğretim üyeliği de yaptığı Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamlayan Liath MacGorman, değişik bankalarda müfettişlik yaptıktan sonra şube müdürlüğü ile noktaladığı on bir yıllık bankacılık kariyerinin ardından yaklaşık yedi yıl boyunca yoluna uluslararası holdinglerde teftiş kurulu başkanı olarak devam etti. 2016 yılından bu yana, finans dünyasının sunduğu zengin yelpaze boyunca, pek çok farklı sektör, kurum ve coğrafyada edinme şansına sahip olduğu deneyimi, en köklü ve gözde küresel finans merkezlerinden Londra’da temas ettiği farklı boyuttaki firmalarla paylaşmasını elveren kendi şirketi bünyesinde, şimdilik Türkiye, Bosna-Hersek, Körfez Bölgesi ve Birleşik Krallık özelinde, eğitim ve danışmanlık faaliyetlerini sürdürmektedir. SMMM, ACCApq, CIA, CCSA, CRMA, CSL ve PRINCE2 unvanlarına sahip olan Liath MacGorman evli ve iki çocuk babası olup İngilizce ve İspanyolca bilmektedir. İflah olmaz bir sinema ve tiyatro aşığı olan MacGorman, Soho ve West End oyunlarını izlemekten ve Britanya’nın tarihi ve doğal zenginliklerini keşfettiği gezilere çıkmaktan hoşlanmaktadır.

Liath Macgorman

Hiç unutmam; vakti zamanında, 90’lı yılların bankacılık bakımından ‘çılgın’ yüzde yedi bin beş yüz faizli günlerinde - bu arada bu rakam otogar kafeteryasında talim etmek zorunda kaldığımız metalik tatlı çay gibi sallama değil gerçek bir oran, bir üstadımız ilgili fişi bastırıp çerçeveletmiş ve müfettişlikten sabite geçince genel müdürlükteki odasının duvarına asmıştı- bir reklam vardı. İsmi lazım değil, babamın logosundaki koşturan attan ötürü “Beygir Bank” dediği bir banka, kendi medya grubunun kanallarında hep aynı reklamı aynı sloganla döndürür dururdu:

“İ…. Bankası, dövizinize, TL’nize, bütün yatırımlarınıza çok kazandıran banka!”

Bu sloganının seslendiren dublaj sanatçımızın tonlamasındaki ‘erken dönem bal deresi edası’ndan şüphelendiğimden midir nedir, bu reklama ilk maruz kaldığım öğrencilik yıllarımdan beri ben de hep kendime sorardım:

“Yahu, el âlem ikiyi zor verirken bunlar yirmiyi nasıl kürek kürek dağıtıyor? “diye…

Konumuz; tam olarak bu öznel vak’a değil. Ancak, gerek özel sektör gerekse devlet tarafından borçlanma için kullanılan araçların en temel üç tanesine birlikte bakalım istiyorum. Sonrasında da çok önemli bir soruyu yine beraberce kendimize soralım.

Başlıkta hafiften tiye aldığımız bu üç borçlanma aracını sırasıyla ve kısaca şöyle tanımlayabiliriz:

Hazine Bonosu: Devlet hazinesi, ülke ihtiyaçlarına yönelik olarak (örneğin: yol, okul…) bir yıl daha kısa vade ile yatırımcılardan borç alır. Daha sonra bu borcu vadesi geldiği zaman faiz ve anapara olarak geri öder. Alım-satımı yapılan fiziki bir senet değildir. Devletin borç alması oldukça yanlış bir düşünce gibi görünebilir ama önemli olan bunun nasıl yönetilip maliyetlendirildiğidir. Ama dünya üzerindeki tüm devletler, aynı yöntemi uygulamaktadır. Ayrıca bir ülkenin borçlanabilmesi, ileriye dönük finansal sağlığın göstergesidir. Bu nedenle hazine bonoları, risksiz yatırım araçları olarak görülmektedir. Tabi bu, günün sonunda, geri ödemelerin sevgili vatandaşlardan tahsil edilen vergilerle yapıldığı gerçeğini değiştirmez. Alım-satım işlemleri, hisse senetlerinde olduğu gibi aracı kurumlar ve bankalar vasıtasıyla yapılmaktadır. Belli bir vadeye sahip hazine bonosunu, bir gün içinde alıp satmak isteyen yatırımcılar da bulunmaktadır ki Tobin Vergisi’nin yokluğunda maalesef memleketimiz fiziken olduğu gibi yatırım ortamı bakımından da yolgeçen hanına dönmüş vaziyettedir. Fiyatlar ise bu alım-satım dengesine göre artmakta veya azalmaktadır. İleriye dönük beklentiler, ülkenin finansal derecelendirme notu, enflasyon ve faiz oranları, bir hazine bonosunun fiyatları üzerinden etkilidir. Yatırımcılar da bu verileri takip ederek, hazine bonolarını alı veya satarlar.

Hisse Senedi: Hisse senetleri; anonim ve sermaye şirketlerinin ortaklarına, sermaye paylarını belgelemek adına verdikleri kıymetli kâğıtlardır. Her şirketin hisse senedi çıkartma yetkisi bulunmamaktadır. Çıkartabilen şirketler ise anonim şirketler, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketler, özel kanunla kurulmuş kurumlardır. Bu şirketler, halka arz edilip hisse senetleri borsaya kayıt ettirildiğinde ise alınıp satılmaları mümkün hale gelir. Hisse senedi çıkarma yetkisi bulunan şirketler, SPK’dan izin alarak bu işi gerçekleştirmektedir. Peki, bir şirket neden hisse senedi çıkarmak ister? Bunun birçok nedeni olabileceği gibi kısaca; kurumsallaşması ve şeffaflaşması için diyebiliriz. Hisse senetleri bu iki amaç için en önemli araçlardır. Temel olarak şirketler hisse senedi çıkararak gelir etmeyi amaçlarlar. Bunun için halka arz koşullarını sağlayarak, borsaya girerler. Hisse senetlerini ise yatırımcılara sunarak, hem onların hem de kendilerinin para kazanmasını sağlamış olurlar. Hisse senetleri, bir yatırımcının doğru bir şekilde yatırımını yapması ile kar elde edebileceği yatırım araçlarındandır. Aynı zamanda şirketler için kaynak sağlayabilecekleri en iyi araçlardır. Kıymetli kâğıt olmaları sayesinde de şirketlerin, yatırımcılar ve diğer kişiler tarafından değerlendirilmesini sağlayan menkul kıymetlerdir. Eğer hisse senedi bir kişinin adına göre düzenlenmişse o kişinin şirketin ortağı olduğunu kanıtlayan resmi bir belgedir. Şirket sermayesinin belli bir bölümünü temsil eden hisse senetleri, elinde bulunduran kişilere çeşitli haklar da sağlamaktadır. Bunların belki de en önemlisi temettü yani kardan pay alma hakkıdır. Şirketler için düşünüldüğünde ise özkaynak ihtiyacının giderilmesi için hisse senetlerinin oldukça önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir. Şirketlerin kuruluştan belli bir süre sonra halka açılarak, hisse senetlerini yatırımcılarla paylaşmasının nedeni de budur. Hisse senetleri borsada işlem gören şirketler, sergiledikleri başarılara göre ihtiyaçlarını giderecekleri kaynaklar bulmuş olurlar. Aynı zamanda şirkete duyulan güven de artmış olur. Borsanın ise en çok işlem gören yatırım araçlarıdır. Bu şirketlerin, gelecek projeleri için yatırım alabilmesi için borsada sergiledikleri performans önemli bir göstergedir. Yatırımcılar ise bu göstergeleri doğru bir şekilde yorumlayarak, meydana gelen düşüş ve yükselişlerden kendi paylarını almanın peşindedir. Bu şekilde hem şirketler hem de yatırımcılar için hisse senetleri, oldukça önemli araçlar haline gelmiştir.

Devlet Tahvili: Devletin bir yıldan uzun vadeli borçlanma ihtiyaçlarını karşılaması için Hazine Müsteşarlığı tarafından çıkarılan borçlanma senetlerine devlet tahvili denir. Devlet iç borçlanma senedi (DİBS) adıyla da bilinirler. Devlet tahvillerinde, devlet belirtilen vadede faiz getiriyle beraber ödeme yapmayı garanti eder. Finansal bir araç olan devlet tahvillerinden tüzel kişiler faydalanabilir. Aynı zamanda bankalar, tahvilleri bilançolarının aktif kaleminde yatırım aracı olarak bulundurmaktadır. Devlet iç borçlanma senetleri, dövize endeksli, sabit ve değişken faizli olabilmektedir. Bir yıl ve daha uzun vadeli olarak yabancı para veya dövize endeksli devlet iç borçlanma senetleri olarak da bilinmektedirler. Devlet tahvilinde anaparanızı faiziyle geri alma garantiniz vardır. Yani vade tarihine kadar bir devlet tahvilini elinizde tutarsanız, vade sonunda anaparanızı ve faiziyle geri alırsınız. Bu arada gereksiz bilgi; sırf neye benzediğini merak ettiğimden gidip yerinde bizzat görmüştüm; devlet tahvili adına yakışır biçimde böyle “janjanlı” üniversite diploması gibi kenarı çiçekli çelenkli meslek ruhsatnamesine benzeyen bir belge. Neyse, kaldığımız yerden devam edelim. Daha doğrusu, çok karıştırıldığı için hisse senediyle devlet tahvili arasındaki temel farklılıkları kısaca sıralayarak bir an önce can alıcı sorumuza geçelim:

  • Hisse senetleri sahibine ortaklık hakkı sağlarken, tahvil alacak hakkı sağlar.
  • Hisse senedi sahibine yönetime katılma hakkı verirken, tahvil bu hakkı vermez.
  • Tahvil sabit iken, hisse senetleri değişken getiri sağlamaktadır.
  • Tahvilin herhangi bir riski yokken, hisse senetleri risk içermektedir.
  • Tahvilde vade bulunurken, hisse senetlerinde vade bulunmamaktadır.
  • Hisse senetleri, anonim ve sermayesi bölünmüş komandit şirketler tarafından çıkartılırken, tahvil tüzel kişiliğe sahip kamu kuruluşları tarafından çıkartılmaktadır.
  • Özetle birisi fabrika nizamiyesi, diğeri devlet kapısıdır.

Gelelim zurnanın zırt dediği yere:

Hisse senedini anladık; sonuçta özel sermayenin yükümlülüğünde bir araç. Fakat hazine bonusu ve devlet tahviline ilişikin sorulması gereken temel bir soru var:

Bir devletin borçlanma gereksinimini karşılamak için çıkarttığı/piyasaya sürdüğü bu araçların faizlerini belirleyen ana etken nedir? Bir devletin kendisi hakkındaki uluslararası algıyı olumsuz etkileyen onca unsurla mücadele etmek şöyle dursun bu sorunların varlığını bile kabul etmeden işbu araçların faizini ve dolayısıyla kendi vatandaşlarının borçluluğunu düşürmesi mümkün müdür?

Ne gibi sorunlar mı bir devletin ekonomik ‘façasını’ etkileyip piyasadan borçlanma faizini arttırır? Hani bize tanıdık gelmeyeceği için en iyisi bazı sorunları misal olarak sıralayalım isterseniz:

  • Sorumsuz göçmen politikaları,
  • Genelde güvenlik ve özelde sınır güvenliği,
  • Sınır demişken o ülkenin komşularıyla olan ilişkileri,
  • Borçlarını çevirebilme kabiliyeti (ki mesela yedek akçeler bile maaş ödemeleri için harcanır hale gelmişse mevta ortadadır da yas tutucular arazidir!),
  • Devletin şeffaflığı (söz gelimi örtülü ödenek özel durumlarda kullanılan istisnai bir kalem mi yoksa parasal yemlemenin kılıfı haline mi gelmiş buna bakılır),
  • Hukukun üstünlüğü (şimdi bu hususta… Çok pardon, bana bir gülme geliyor ne zaman bu konuya girmeye çalışsam, nedendir bilemedim!)
  • Demokrasinin işlerliği (hani seçim güvenliği, kamu kurumlarının tarafsızlığı gibi “önemsiz” ayrıntılar felan…)

O halde asıl yakıcı soruyu soralım; ölümcül hastalıklara yakalanmış bir bedenin yüzündeki sivilceleri sıkmak herhangi bir vadede kalıcı çözüm getirir, sadre şifa olur mu?

Buckinghamshire’dan selamlar ve sevgiler herkese efendim.