Kutluk Kağan Sümer

Tüm yazıları
...

Modern Çağın Donkişotları - I

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Kutluk Kağan Sümer

Cervantes’in ölümsüz eserine de ismini veren başkarakteri çoğumuz duymuşuzdur. Bu karakter Don Kişot’tur. Dünyanın yaşanabilir bir yer olduğuna inancını kaybetmemiş ve bunun için elinden gelen sorumluluğu üstlenmeye hazır, hatta ilerlemiş yaşına rağmen şövalye olarak bunu yapmak isteyen biridir. Fakat yazar, o zaman dahi bunu yapabilecek bir insanın akıl sağlığının yerinde olmadığını varsayarak, Don Kişot’u yel değirmenlerini dev sanacak kadar bunamış bir ihtiyar olarak tasvir eder.

Günümüzde durum farklı mıdır? Şimdi birisi çıksa ve “Ben bütün menfaatlerimden arınarak, tamamen kendimi adaletin tecelli etmesine ve insanlığın hizmetine adıyorum.” dese hangi akl-ı selim bu adama normal der? Çünkü o kadar alıştık ki insanların bencil ve egoist olmasına, kendi menfaatlerini elde etmek için hiç bir değeri tanımamasına, hak-hukuk gözetmemesine, adaletsizlik yapmasına, kul hakkı yemesine, düşene bir de o vurmasına, ezilene duyarsız kalmasına, zalime tabi olmasına… Bunlara aykırı davranan insanları kınadık, onlardan uzaklaştık ve onları toplumda barındırmaz olduk.

Machiavelli olmayı, Don Kişot olmaya tercih ettik kısaca. Para, ünvan, mevki, zevkler çoğunlukla Machiavelli’nin öğütlerini tutanların oldu. Don Kişot’u model kabul edenler ya bunak ya deli ya uyumsuz ya da cüzzamlı muamelesi gördü. Asılan, kesilen, itilen, sövülen, dövülen de hep onlar oldu. Mantıklı bir insan hangi modeli seçer sizce?

“İnsanı mutlu kılan şey, yığınla para, pul sahibi olmak değil; bunları kullanış biçimidir. İnsanoğlu elindekini harcamayı bilmelidir. Yoksul bir şövalyenin elinde ise soyluluğunu gösterebilmek için erdemden başka araç yoktur. O ancak dili terbiyeli, ince, ölçülü, küstahlık etmeyen, dedikodu yapmayan, yardımsever, gurursuz bir insan olarak kendini sevdirebilir.” “Güzel dilin temeli akıldır. Dil, kullanıla kullanıla güzelleşir.” En ihtiyatlı adamın bile ruhuna sızan iki düşmana , boş gurur ile ikiyüzlülüğe açık kapı bırakmamak için gösterişe yeltenmemek gerekir.

Bugün bu etik değerler saptırılmıştır. Herkes tarafından ihtiyaç olarak hissedilir ama kimse tarafından uygulanmaz. Hatta etik değerleri sorgulanır; “kime göre doğru?, kiminki kadar cömertlik?” gibi… Hayatımızda yolumuzu şaşırdığımız zaman, bize deniz feneri olabilen bu unsurlar kişiye, mekana ve zamana göre değişmez. Oysa ki “Tanrı ya da talih senin karşına, bütün dünya kuyumcularının en katıksız, en değerli taş diye gördüğü harika bir elmas çıkarsa, sen de bunu bilsen ama sonra onu alsan, bir örsün üstüne koysan ve dayanıklı mı diye, sahici mi diye tepesine bir çekiç indirsen, akıllıca bir iş mi yapmış olursun?” Erdemleri biliriz ama onları uygulamak işimize gelmez.

Don Quijote bir semboldür. Göremediğimiz ama gerçek olan, görünmez bir dünyanın, görmediğimiz bir şeyin fiziksel temsilidir. Bu şekilde bize, fiziksel bir görünüş altında sembolik bir dil sunulmaktadır. Bu sembolik dilin amacı, görmek isteyenlerin gözünde, kendi ahlaki özündeki saklı gerçekleri keşfetmekten başka bir şey değildir.

***

İki büyük donanma, dünya tarihinin en büyük deniz muharebelerinden birine başlar. Osmanlı donanması bozulur. 142 gemi yok olur, 20 bin Osmanlı askeri ölür. Bu gerçekten büyük bir savaştır ve bu savaşa katılan ilginç bir isim vardır. Don Kişot’un yazarı dünyaca ünlü romancı Cervantes. “Yüzyılların gördüğü en büyük savaş” olarak nitelendirdiği İnebahtı Deniz Muhârebesi’ne 1571 yılının ekim ayında katılan Cervantes, Marquesa gemisinin bordasındadır. İkisi göğsünden, biri de sol kolundan olmak üzere üç kez yaralanır. 1572’de Türklere karşı Navarin ve Modon’da savaşır.

1575’te ordudan ayrılıp kardeşleriyle bindiği El Sol adlı gemi, Türklerin saldırısına uğrayınca esir düşen Cervantes, Cezâyir’de 5 yıl esâret hayâtı yaşar ve kaçmaya kalkınca prangaya vurulur, tek kollu kürek mahkûmu bir forsa olur. Nihâyet İstanbul’a yollandığı iddia edilir. İşte tam bu sıralarda Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa, Sultan 3. Murat’tan destur almış, Tophâne’deki câmiini yaptırmaktadır.

Tek kollu yazar Cervantes de Tophâne’deki Kılıç Ali Paşa Câmi inşâatında duvar işçisi olarak çalıştırılır. Câmi 1580’de tamamlanır ve Cervantes, beş senelik esâret hayâtından sonra nihâyet memleketine dönebilir.

Hayâtının kalan 36 yılını özgürce yaşadığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz.

Ömrünün sonlarına doğru yazdığı ve kendi hayâtıyla alay ettiği meşhur eseri Don Kişot’u yine hapishânede yazmıştır. Cervantes, 1616 da Madrid’de ölür. Akdeniz’de 5 yıl boyunca Osmanlı leventleriyle savaşan Cervantes, Türklerden o kadar korkmuştur ki, Don Kişot gibi bir hikâyeyi yazmıştır. Hikâyedeki yel değirmenlerinin Türkleri temsîl ettiği söylenir. Don Kişot da burada aptal bir savaşçıyı, yani hakla ve haklıyla savaşan maddeci Avrupalıları temsîl etmektedir.

Cervantes, esir kaldığı dönem boyunca açıkça Türk cihan hakimiyeti mefkuresinden etkilenmiş midir ?

Avrupanın maddeci felsefesi gelecek yüzyıllara damgasını vururken iki önemli imparatorluk tarih sahnesinden silinmektedir. Osmanlı ve İspanya…

Batıya yön veren felsefede bizim algılarımız yarı delilik olarak algılanmaktadır. Yok olan İspanyanın felsefesi de bu yarı delilikten ibarettir.

Özümüze dönelim mi? Anadolunun en az yarısı bu geçmişte yaşama yarı deliliğindedir. Ertuğrul seyrederken kılıç kuşanan, örme zırh giyen, Allah’a, Kuran’a ve ilay-ı kelimetullah’a  ve Türk cihan hakimiyeti mefkuresine katiyetle inanan Avrupai algı için yarı deliler sosyal medya sayfalarında hepimizi gülümsetmektedir.

Ülkücü algının temel felsefesi olan Atsız atanın Urungusu, Deli Kurt’u, Selim Pusat’ı farklı mıdır?

Daha ilginci Don Kişot’ta delice aşık olunan maddeden öte mana ile ilgili Dulcinea, neden bu kadar ilginç şekide Ayhanımdır, Almıladır, Gökçendir, Güntülüdür?

Türk cihan hakimiyeti mefkuresini gelecek köşe yazılarımda paylaşırım. Kutatgu Bilig karakterleri bu kadar mı Don Kişot karakterinde tecelli bulur?

Seçim bizim elimizde, Don Kişot olmak da, Machiavelli olmak da. Daha doğrusu, şu geçici yolculukta bir ayak izi bırakmak da, anlamsızca yok olup gitmek de…

Ülkücünün tavrı Donkişot olmaktır.

Her ne kadar bunu, devletindeki çıkar gurupları yadsısa da. Halkı onları yarı deli ama lüzumlu görse de. Onlara özenip yine de Machiavellist yani maddeci olsa da.

Donkişot sendromu psikolojiye ve pisikiyatriye girmiş bir kavram.

Bizde de karşılığı yok mu?

“Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli” derler..          

Biz var olmazsak devlet var olmaz.

Biz modern çağın Donkişotlarıyız…

Yusuf Has Hacipleriyiz…

Atsızlarıyız….

Kürşatlarıyız…

Bu gün deli bile deseler bizi ancak tarih yargılar…