Hakan Paksoy

Tüm yazıları
...

Suriye’de gelinen son durum

1960 yılında Isparta’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketi olan Kahramanmaraş’ta, yüksek öğrenimini Ankara’da, Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Elektrik Bölümünde yaptı. O zamanki adı Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) K. Maraş İl Müdürlüğü’nde mühendis olarak göreve başladı. Mühendis, başmühendis ve müessese müdür yardımcılığı görevlerini yaptı. 1999 yılında TEDAŞ Genel Müdürlüğünde Şube Müdürlüğü yaptı. Temmuz 2017’de emekli oldu.

Kahramanmaraş Türk Ocağı Şubesinin kuruluşundan itibaren; yönetim kurulu üyeliği, sekreterlik, başkan yardımcılığı ve iki dönem başkanlık yapmıştır. 1995 Genel seçimlerinde MHP’den milletvekili adayı olmuştur. Türkiye Kamu Sen’in kuruluşunda ilk şube başkanlarındandır. Ankara’da çalışmaya başladıktan sonra Türk Enerji Sen Genel Merkez Yönetim Kurulunda çalışmıştır.

1985-87 arasında askerlik görevini yapmıştır.

Millî Düşünce Merkezi (MDM) Yönetim Kurulu üyesidir ve internet sitesinde yazıları yayınlanmaktadır.

Evlidir. Biri kız diğeri erkek iki çocuğu vardır.

İletişim:uhakanpaksoy@gmail.com

Hakan Paksoy

Her geçen gün daha da artarak ülkemizi etkileyen Suriye meselesinde yeni bir aşamaya geçildi. 4 Nisan 2018’de Ankara’da yapılan Türkiye, Rusya ve İran Devlet Başkanları zirve toplantısından sonra, Suriye meselesi çözüme doğru yöneldi. Gerek Irak’ta gerekse Suriye’de bölge devletlerinin, aslında başlangıçtan itibaren olması gereken şekilde, birlikte hareketinden sonra ABD’nin başı çektiği ve İsrail’in neredeyse gizli ortak olduğu ittifak gerilemeye, bölge (Suriye ve Irak) kendi şartlarının zeminine doğru yönelmeye başladı.

Öncelikle toplantının ortak açıklamasına bakarak birtakım değerlendirmeler yapmak gerekmektedir. Toplantının sonuç açıklamasına[1]  göre devletler, “22 Kasım 2017 tarihinde gerçekleştirilen son toplantılarından bu yana Suriye’ye dair gelişmelerin değerlendirildiğini” belirterek:

- “Terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişimi” reddetmişler, [Özerk bölge ya da federatif yapı ol(a)mayacak H.P]

- “Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine, toprak bütünlüğüne ve belli bir mezhep temelinde olmayan yapısına olan kuvvetli taahhütlerini” yinelemişler,

- “Suriye ihtilafına kalıcı siyasi çözüm bulunması için tek etkili uluslararası girişimin Astana formatı olduğunun” altı çizilmiş, [ki bunu artık Cenevre yerine Astana süreci var diye görmek gerekir. H.P]

- “Suriye Arap Cumhuriyeti Hükûmeti temsilcileri” ve “Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine, toprak bütünlüğüne ve belli bir fraksiyon temelinde olmayan yapısına bağlı olan muhalefete ve uluslararası topluma” çağrı yapılmış, [Mevcut hükümetle ilişki kurulması istenmektedir. H.P]

- “BM Güvenlik Konseyi tarafından tanımlandığı üzere Suriye’deki DEAŞ, Nusra Cephesi ve El Kaide veya DEAŞ’la bağlantılı tüm diğer bireyler, gruplar, teşebbüsler ve oluşumların ortadan kaldırılması amacıyla aralarındaki iş birliğini sürdürme kararlılıklarını teyit” edilmiş, [PYD, BM tarafından terörist olarak tanımlanmamıştır.]

- “… gerginliği azaltma bölgelerinin 4 Mayıs 2017 tarihli muhtırada belirtildiği üzere ‘geçici nitelikte’ olduğu” vurgulanmıştır. [Girilen bölgelerde kalıcı olmama olarak da anlaşılmalıdır. H.P]

Bu açıklamaların analizine geçmeden önce 22 Kasım 2017 Soçi Zirvesi açıklamalarına bakmakta fayda vardır. Soçi’de de:

- “DEAŞ, Nusra Cephesi ve BM Güvenlik Konseyi tarafından tanımlanan diğer tüm terör örgütlerinin ortadan kaldırılması”

- “Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti temsilcilerini ve Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine, toprak bütünlüğüne ve parçalanamaz karakterine bağlı olan muhalefeti yakın gelecekte Soçi’de düzenlenecek Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne yapıcı şekilde katılım sağlamaya çağıran devlet başkanları…” ifadeleri kullanılmıştır.

Her iki zirve sonucunda da Suriye’nin; Arap Cumhuriyeti ifadesi ile egemenliğin sahibinin Araplar olduğu vurgulanmış, ‘birlik’ ifadesi ile de Arap millî devleti olduğu açıkça ortaya konulmuştur. Üç lider de imzaları ile bu hususları ilan etmişlerdir.

Soçi Zirvesi’nden sonra ise Türkiye Zeytin Dalı Harekâtı sonucunda Afrin’e girmiş, PKK/PYD oradan sürülerek çıkarılmıştır. Harekâtın en başından itibaren çok dikkatsiz dil kullanan her kademedeki sorumluluk sahipleri, sanki Afrin’i fethe gitmiş gibi davranmışlardır. Savunma Bakanının Meclis konuşması ve hükümet sözcüsünün açıklamaları arşivde yerini almıştır. Cumhurbaşkanı da parti il kongrelerinde benzeri ifadeleri sıkça kullanmıştır.

Eski proje ortaklarının(!) toplantıları

Bu arada (artık eski) ABD Dışişleri Bakanı Tillerson Türkiye’ye gelmiş, Cumhurbaşkanı ile sadece Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun katıldığı, 3 saat 15 dakika süren, tutanak veya kayıt tutulmayan bir toplantı yapılmıştır. Ertesi gün Dışişleri Bakanları yeniden bir araya gelmiş ve 2 saat 45 dakika süren bir toplantı daha yapılmıştır. Anlaşılan o ki, akşam Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda birtakım konularda varılan mutabakatların detay görüşmeleri yapılmıştır.

Ertesi günden itibaren ortaya çıkan sonuçlara dair yapılan açıklamalar ve basında yer alan haberler, Münbiç’te PYD/PKK’nın çekilerek ABD ve Türkiye’nin ortak yönetim için anlaştıkları yönünde olmuş, ancak ilerleyen günlerde ABD’den bunun tersi açıklamalar yapılmış, bu arada daha önce bakanlıktan ayrılacağına dair haberlerin basında yer aldığı ABD Dışişleri Bakanı da görevinden alınmıştır.

Anadolu Ajansı’nın televizyonlarda canlı yayınlanan Editörler Masası [2] programına çıkan Çavuşoğlu; “Devlet politikası olarak bizim yaklaşımımız nettir. ABD tarafından da özellikle son zamanlardaki bu çalışmaların Trump’ın talimatıyla olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, ABD yönetiminin Türkiye’ye yönelik politikaları radikal bir şekilde değişmediği sürece yeni gelecek Dışişleri Bakanı da aynı anlayış içinde olacaktır diye düşünüyoruz. ABD içinde şu anda farklı kurumların, farklı pozisyonları ve açıklamaları var bundan duyduğumuz rahatsızlığı da kendilerine ilettik.” açıklamalarını yapmıştır. Anlaşılan o ki Tillerson ile Münbiç konusunda dolayısıyla Fırat’ın doğusu üzerinde mutabık kalınmış ancak ABD, eski Dışişleri Bakanının mutabakatını yok saymıştır. Buradaki dikkati çeken hususlardan birisi Türkiye’nin dış politikasını kayıt dışı diplomasi ile yürütmesi, diğeri ise bölgedeki iki büyük aktörle de aynı anda ve biri diğerine ters sonuçlar doğuracak ilişkiler kurmasıdır.

Peki, yeni yol arkadaşı bu işe ne der?

15 Şubat’ta (2018) gerçekleşen bu toplantı öncesinde, Suriye için yeni partnerimizin açıklamalarına bakmak faydalı olacaktır.

Tillerson’un ziyaretinden iki gün önce (13 Şubat) Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov; ABD’nin attığı adımların, Fırat Nehri’nin doğusundan başlayarak Irak sınırına kadar devlet benzeri bir yapı oluşturmaya yönelik olduğunu… Herkesin ama özellikle de Türkiye’nin bu planlara yönelik itirazına rağmen sınır gücü kuvvetleri kurarak SDG’ye (PYD/PKK) geniş mali yardımlar” yaptığını belirtmiş, “Türkiye’nin farklı Kürt gruplara yaklaşımını biliyoruz. Bu farklı şekillerde değerlendirilebilir ancak bu yaklaşım bir gerçek ve bunu tamamen göz ardı etmek dar bir bakış açısı. Bu dar bakış açısının Afrin de dâhil olmak üzere yarattığı durumu görüyoruz.” diyerek, “Kürtlerin Suriye’deki siyasi çözüm süreçlerine katılmasından yana olduklarını…”  yineleyerek, “Kürtlerin, Suriye toplumunun değişmez bir parçası olduğunu” söylemiştir [3].

Lavrov tarafından hemen hemen aynı cümleler, toplantıdan hemen sonraki gün, Euronews’e verilen röportajda tekrar edilmiş ve daha sert ifadeler kullanılmıştır. Bu röportajda: ABD’nin; “Türkiye’yi hiçe saydığı, amaçları değişmediği, Suriye’nin egemenliğini ihlal ettiği, özerk bir devlet kurmayı planladığı, (planın) Kürtlerin yaşadığı diğer ülkelerde de büyük problemlere yol açabileceği, geçen yüzyılda Batılı meslektaşlarımızın yaptığı gibi bölgeyi karıştırmanın aksine, Kürtlerin bulundukları ülkelerin sınırları içinde eşit haklara sahip olması için çalışılması” vurgulanmıştır.

Röportajda: “Rusya, Türkiye ve İran’ı ortak bir Orta Doğu politikası oluşturmada müttefik olarak mı görüyor?” sorusuna Lavrov: “Öncelikle Suriye’de başlamış olduğumuz işi bitirmek zorunda olduğumuza inanıyoruz. Farklı yaklaşımlara sahip olsak da hala ortak tutum arayışına inanan, sözlerini tutan ve Suriye’yi tek bir bölge olarak koruyacak bir anlaşma arayışında olanlarla çalışmaktan başka bir seçeneğimiz kalmadı. Ve bunlar, Rusya gibi terörizmle mücadeleye yardımcı olmak için meşru bir hükümet tarafından Suriye’ye davet edilen İranlı ortaklarımızdı. Ayrıca Türkiye de aynı istek ve iyi niyeti gösterdi.” diye cevap vermiştir [4].

Üç gün ara ile aynı konuda hemen hemen aynı kelimelerle iki defa açıklama yapılmış olması alışık olunmayan bir husus olarak özel ilgiye muhtaçtır. Bu açıklamaya bakıldığında çok önemli uyarıların yer aldığı görülmektedir. ‘Farklı gruplar’ ifadesi ile Türkiye’nin PKK/PYD’ye yaklaşımı vurgulanıyor gibi anlaşılmakla birlikte aynı zamanda farklı bakışın darlığı da vurgulanmakta ve Türkiye’ye de uyarı yapılmaktadır. ‘Dar bakış açısının Afrin’de yarattığı durum’ ifadesi de doğrudan Türkiye’ye uyarıdır.

Türkiye’ye başka uyarılar da yapılmaktadır. Bunlar da gayet açıktır. Hatta tehdit olarak bile algılanabilecek sertliktedir. Benzeri uyarı, her türlü teamülün dışında, daha Ankara Zirvesi’nden 6 gün sonra yapılmış, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov: “Türkiye’nin sınırlarını terör gruplarından temizlemek için gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekâtı sonrasında kontrol altına alınan bölgenin Suriye hükümetine devredilmesi gerektiğini iddia etti. Ankara’nın daha önce ilan ettiği hedeflerine ulaşmasının ardından, meselenin en kolay çözüm yolunun Afrin’in Suriye rejimine devredilmesi olacağını, en azından böyle bir yol izleneceğini umut ettiklerini.[5]” söylemiştir.

Dayanılması en kolay acı başkasınınkidir…

Bu yazı bitmek üzereyken Savunma Bakanı’ndan “Afrin’i terör tehdidi bitince seçilmiş hükümete teslim edeceğiz.” açıklaması gelmiştir. Bu Liderler Zirvesi’nde yapılan açıklamayı tekrar eden bir cevap olmuştur. Ancak Cumhurbaşkanı’nın gazetecilere verdiği cevap Savunma Bakanı’nın söylediklerinin tam tersi olduğu kadar ve 4 Nisan’da yapılan ortak açıklamaya da uygun olmamıştır. Böyle anlaşılabilecek ifadeler ve yönetimde farklı yaklaşımlar devletimizi zorlamaktadır.

Artık olaylar çok hızlı ilerlemeye hatta saatler içinde yeni şartlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Doğu Guta’da kimyasal silah kullanıldığı iddiası üzerine ABD Başkanının, bırakın diplomasiyi günlük hayatta bile rastlanmayacak ifadeler kullanması; Amerikan gemilerinin Suriye’ye yönelmesi ve Rusya’nın uçaklarını onlara doğru yönlendirmiş olması; her an savaşı başlatabilecek gerginlikler, meselenin ne kadar ciddi olduğunun göstergesidir.

Bölgesel bir savaşın çıkması an meselesidir. Böyle bir savaşı orman yangınına benzetebiliriz. Ancak yanacak ormanda savaşı çıkarabilecek güçlerin bir tek dikili ağacı yoktur. Başkalarının coğrafyasında çıkacak bir savaş, nihayetinde onları, çok az insan kaybı, biraz maddi ve en fazla siyasi güç açısından etkileyecektir. Fakat yangın derhal bizim ormanımıza da sirayet edecektir. Dolayısıyla Türkiye’mizin etkilenmesi ölçülemeyecek derecede yüksek olacak, canımız çok yanacaktır.

Askeri ve dış politika unsurları iç politikaya malzeme edilmemelidir. Dış politikanın kısa aralıklarla farklı davranışlar sergileyerek sürdürülmesi mümkün değildir. İç politikada olduğu gibi “Kayıt dışı, aldatıldık, kandırıldık, bana verilen sözleri tutmuyorlar, ben böyle istiyor/düşünüyorum, baktık olmuyor döner tersini yaparız…” gibi yaklaşımlarla da yönetilemez. Bu Türkiye’yi güvenilmez bir devlet hâline getirecektir.

Eğer gerçekten söylendiği gibi beka problemimiz var ise –ki bizce vardır- artık devletin bütün organlarının birlikte tespit edip hareket birliği içinde davranacağı, istikrarlı bir strateji üzerinde hareket edilmeli ve devletimiz salimen huzurlu bir limana girdirilmelidir.

Düzeltme: 22. Sayıda yayınlanan “Denizli’de tüten ocak” yazımızın 1’inci sütunun son paragrafı eksik çıkmıştır. Doğrusu: “Devlet gazetesinin geçmişte çok önemli bir görevi ifa ettiğini, bir döneme mührünü vurduğunu dolayısıyla yürütülmesinin zor olmakla birlikte ihtiyaç olduğundan bahsediyorduk. Milli birlik ihtiyacını vurgularken Türklüğün ve Müslümanlığın en önemli parçalarından birisi olan Aleviliği de söz konusu etmiş, bu minval üzre konuşuyorduk ki...” olacaktır.

 

[1] https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/92023/turkiye-rusya-iran-uclu-zirvesinde-suriyenin-toprak-butunlugunun-korunmasi-vurgusu.html

 

[2] http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-sayin-mevlut-cavusoglu_nun-aa-editor-masasina-verdigi-mulakat_-22-mart-2018.tr.mfa

 

[3] http://www.hurriyet.com.tr/dunya/rusya-sert-cikti-abd-suriyede-devlet-benzeri-yapi-kurmak-istiyor-40740734

 

[4] http://tr.euronews.com/2018/02/16/lavrov-kurt-meselesine-dar-bir-bakis-acisiyla-yaklasan-abd-cok-tehlikeli-bir

 

[5] http://www.hurriyet.com.tr/dunya/rusyadan-sasirtan-afrin-aciklamasi-40799308