Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e Türk Milliyetçiliğine Genel Bakış - 6

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

Tanzimat döneminde dilde milliyetçilik

(Yazımızın 4. Bölümünde (Resmî Dilde Milliyetçilik), 5. Bölümünde ise  (İlmî Dilde Milliyetçilik) konusu üzerinde durmuştuk. 6. Bölümünde ise (Edebî Dilde Milliyetçilik) konusu üzerinde duracağız.)

Edebî Dilde Milliyetçilik

Tanzimat döneminde edebî dilin durumu; gazetecilik dili, tercüme dili, sarf- nahiv-lûgat dili,  nesir dili ve nazım dili olarak ayrı ayrı ele alınarak incelenecektir.

Gazetecilik Dili

Tanzimat döneminde nesir dilinde ilk milliyetçi tavır,  gazetecilikte ortaya konulmuştur. Tanzimat’ın ilânından sekiz yıl önce (H.1241-M.1831) Reşit Paşa’nın teşvikiyle Sultan II. Mahmut tarafından kurulan ilk resmî gazete Takvim-i Vakayi’dir.  Takvim-i Vakayi’nin dili, şüphesiz, devrin istediği resmî dilden farksızdı. Devletin resmî işlem ve yazıları bu gazetede yayımlanıyordu. Tanzimat Fermanı bile, 1839’da Takvim-i Vakayi’nin 187’nci sayısında yayınlanmıştır.

Haftada iki defa yayınlanan bu gazetenin dili dikkatle incelendiğinde, iki türlü dil kullanıldığı görülmektedir. Birincisi, padişahın icraatına ait şatafatlı lûgatlı yazılar; ikincisi, dâhilî ve haricî haberler ihtiva eden sade yazılar. Resmi yazı dilinin sade Türkçeye geçişinde önemli yeri olan bu gazetedeki yazılara örnek olarak şu iki parça gösterilebilir:

“Mukaddemei Takvim-i Vekayi

Çünkü tarih denilen fenn-i celil kârgâh-ı âlemde vuku bulan ahvâli vakt-ü zamaniyle zapt-ü beyan etmekten ibaret ve seleften halefe hisse alacak bir yadigâr bırakmaktan kinayettir ve bu fennin faidesi çok olup hatta bazı ûlemâ ilm-i tarih devletin hıfz-ı kanunu mucip ve milletin rapt-ı ahvâlini müstevip olduğu için vücup derecesine de yakın olduğunu tasrih etmişlerdir…”(1)

“İngiltere kralı cenaplarının meşveretgâh-ı vükelâ ve meşveretgâh-ı hanedan tabir olunan iki meclis erbabına hitaben takrir eylediği makaleni ...”(2)

Zamanla resmî dil, gazete vasıtasıyla yavaş yavaş ağır ve ağdalı durumundan kurtulmuştur. Bu konuda, dokuz yıl sonra yayın hayatına başlayan Ceride-i Havadis’in de Takvim-i Vakayi’ye yardımı olmuştur. Ceride-i Havadis yarı resmî bir hüviyet taşıyordu. 1860 yılında Şinasi ve Agâh Efendi’nin çıkardıkları ilk özel Türk gazetesi Tercüman-ı Ahvâl’le gazetecilik dili, III. Selim döneminden başlayan Türkçecilik hareketinin başarıya ulaştığının en önemli göstergesi olmuştur. Şinasi, bu gazeteye yazdığı ‘Mukaddime’ başlıklı ilk başyazıda “umumun anlayacağı bir dil” kullanmanın gereği üzerinde durmuştur.

Gazetecilik dilinde Türkçecilik hareketinde en önemli yer, Şinasi’nin 1861 yılında yayınlamaya başladığı Tasvir-i Efkâr gazetesindedir. Şinasi ve Namık Kemal’in yönettiği bu gazeteyle, resmî dilde görülen sadeleşme gayretleri, edebî dille telif edilmiştir. Bu gazete, halkın ihtiyaçlarını dile getirmeyi, halkı düşünmeyi ve gerçekleri halkla paylaşmayı ön plâna aldığı için, mümkün olduğu kadar sade bir Türkçe kullanmayı politika olarak benimsemiştir.

Şinasi’nin büyüklüğü, büyük edebî eserler yazmış olmasından veya edebî bir dil inşa etmiş olmasından değil, küçük ve kısa haberleri çok düzgün yazmış olmasından ve o devirde edebiyat ile meşgul olanlara verdiği örneklerden ileri gelir. Şinasi bu işi, halkın konuştuğu dili daima göz önünde tutarak ve yazılarının yazılışında hiçbir zaman edebî olmayı düşünmeyerek başarmıştır. Şinasi, yaradılışından şair veya sanatkâr değildi. Onun bütün değeri ve büyüklüğü, kendinden evvel geleni iyi bilmesi,  toplaması ve bunu istediği şekilde ortaya koyabilmesidir. İşte dil, sahasında Şinasi’nin oynadığı rolün esası budur.(3)

Tasvir-i Efkâr’ın dilinin, devrine göre ne kadar sade olduğunu göstermek bakımından aşağıya bu gazetede yer alan iki haberden kısa birer bölüm alınmıştır:

“Bu sene Urfa’nın bazı nevahisine çekirge tasallût ederek mahsülât-ı araziyesinin birer rüb’ünü telef eylediği misillû Halep’in nevahi-i şarkiyesinde dahi dut ağaçlarının yapraklarını harap etmekle ipek mahsülâtının iki sülüsüne isal hasar ettiği mervidir.” “Geçen hafta Girit adasında beş defa hareket-i arz vukubularak Hanye’de bazı haneler zedelenmiş ve Resmor’da iki minare ile birkaç hane münehdem olmuştur.”

Şinasi’nin dilde şuurlu bir milliyetçi olduğunu gösteren bir olay da, Tasvir-i Efkâr gazetesi ile Ruznâme-i Ceride-i Havadis gazetesi arasında geçen “mebhusu anha” meselesine de kısaca temas etmekte fayda vardır.

Bu münakaşa, Tasviri Efkâr’da Şinasi ile Ruznamei Ceride-i Havadis’te de Küçük Sait Paşa arasında geçmiştir.

Bu mesele şöyle gelişmiştir. Bir Fransız tarafından Beyoğlu’nda çıkarılan ‘Kurye Doryan’ isimli gazetenin bir makalesine ‘Ceride-i Havadis’ sahibi (Viliyam Çorçil)’in verdiği cevaba, ‘Kurye Doryan’ın Tasvir-i Efkâr vasıtasiyle yaptığı itirazdan çıkmıştır. Sonradan mesele asıl konudan ayrılarak, Osmanlı sarf ve nahivine intikal etmiştir. Bu münakaşada gençler Tasvir-i Efkâr’ı, yaşlılar ise Ceride-i Havadis’i tutmuşlardır. Şinasi, sonradan sahibi Küçük Sait Paşa olduğu anlaşılan, Ceride-i Havadis’teki (Kurya Doryan) gazetesiyle alâkalı yazıdaki (mebhusu anha), (tul ve dıraz) ve (terceme-i salifüzzikr) terkiplerine itiraz etmiştir. Münakaşa iki buçuk ay, Ceride-i Havadis ile Tasviri Efkâr arasında devam etmiştir. Sonuçta bu münakaşadan Şinasi galip çıkmıştır. Şinasi, Küçük Sait Paşa’nın belirtilen yazısındaki yanlışları, ‘Mebhusu anha’ tertibi ile tashih ederek bir liste halinde yayınlamıştır.(4) Fuad Paşa bu münakaşadan sonra Şinasi’nin değerini bir defa daha anlayarak kendisine devletin Takvim-i Vekayi’den sonra ikinci resmî gazetesi olan Ceride-i Askerîye’yi kurması için ricada bulunmuştur.

Tercüme Dili

Tanzimat döneminde dilde milliyetçilik konusu içinde, tercüme dilinin de özel bir yeri vardır. Onun için, özellikle tercüme dilindeki milliyetçi çalışmalar ve bunların sonucu meydana getirilen eserler üzerinde durmak gerekir.

XIX. yüzyılın başından ortalarına kadar dilimize tercüme edilen eser sayısı çok azdır. Mütercim Asım Efendi (1755-1810), bu alanda dikkatimizi çeken ilk mütercimdir. Bu zat, tercümelerinin Batı ile hiç ilgisi olmamasına rağmen, Farsçadan (Burhan-ı Kat’ı) lûgatını, Arapçadan  (Kamus)’u tercüme ederken, bu lûgatlarda geçen, Farsça ve Arapça kelimelerin karşılığı olarak çok değerli ve isabetli Türkçe kelimeler bulup kullanmıştır. Bu itibarla o, Türk tercüme dilinde sade Türkçe hareketinin öncülerinden sayılır.

Bizde ilk edebî eser tercümesi, Yusuf Kâmil Paşa’nın 1859’da Fenelone’dan yaptığı Telemaque (Telemak) tercümesidir. Bunu Robenson, Pol ve Virjini, Monte Kristo ve “Mağdurin” ismiyle Sefiller romanlarının tercümeleri takip etmiştir. Daha sonra Ziya Paşa, Endülüs Tarihi ve Emil tercümelerini yapmıştır. Yine bu dönemde Münif Paşa, Voltaire’den ‘Muhaveret’ül-Hikemiye’ ve daha sonra Hasan Sırrı isimli bir zat, Shakespeare’den “Venedik Taciri” isimli eseri tercüme etmişlerdir. Bu tercümelerde dil, Telemak’tan sonra güzelleşmiş ve Türkçe daha düzgün ifade edilmeye başlanmıştır. Daha sonra Ahmet Vefik Paşa’nın, Moliere’den yaptığı tercümeler, dil yönünden çok mükemmeldir. Bilhassa bunların içinde yer alan adaptasyonların dili, telif eserleri aratmayacak tabiilik ve sadeliktedir. Namık Kemal’in Farsçadan yaptığı ‘Bahar-ı Dâniş’ tercümesi, Türkçenin güzelliğini ortaya koyan başarılı bir tercümedir. Namık Kemal, ‘Bahar-ı Dâniş’ tercümesinin ‘Mukaddime’sinde, zamanına kadar yapılan tercümelerin dilini ve genel olarak Osmanlıcadan sade Türkçeye geçiş için sarf edilen çabaları şöyle anlatmıştır: “İkinci Mahmud zamanında bazı edibler, lisanı Türkçeleştirmek istediler. Fakat meydana getirdikleri divanlara bakılırsa en güzelleri bile, Nef’î ve Nabî devirlerinin en fena ve en muğlâk âsârından aşağıdır. Fakat yalnız Mahmud devri şuârasının Türkçeleştirdikleri sadece elfazdır. Nesrimizin inşasında Mütercim Asım ve Akif Paşalar lisanımızda yeni bir çığır açılmak kabil olduğunu gösterdiler. Fakat ikisinin de âsârı, âsâr-ı İraniye piyrevliğinden hâli değildir. Şive-i acemânenin üdebâmız arasında en ziyade menfur olduğu zaman, bizim zamanımız iken yine en muteber olan eserlerimizi, o şiveden beri görmüyoruz: Cevdet ve Endülüs tarihlerine, Telemak... tercemelerine dikkat buyurulsun” Bu düşüncelerden sonra Namık Kemal, bu mukaddimede şu sonuca ulaşmıştır: “Yazılışta güzellik aramamız lâzım gelirse, içte aramayınız. Dış ne kadar düzgün ve sade olursa, iç de o kadar güzel ifade edilir. Bunun için de, lisanımızı fazlalıklardan temizlemek, evvelâ acem tesirinden kurtulmak lâzımdır.”

Ne Namık Kemal, ne de onunla bu düşünceleri paylaşan Ziya Paşa, söylediklerini uygulayamamışlardır. Fakat nazarî de olsa, Şinasi’nin başlattığı sade Türkçeye gidiş hareketine destek olmuşlar, hız vermişlerdir.

İhtiyacımız olan dilin en başarılı örneklerini veren Ahmet Vefik Paşa’yı takdir eden edebiyatçılarımızdan Ali Ekrem Bey, tercüme ve adapte eserlerle ilgili olarak şu görüşleri ortaya koymuştur:

“Nakil ve tercüme, Şinasi Mektebi tarafından iki şekilde yapıldı:

1- Efkâr-ı garbiyeyi alarak şark kisvesi altında göstermek.

Fransızların nasıl yazdığını değil, ne yazdığını tetkik ederek bizim anane ve milliyetimize göre eser vücuda getirmek,

2- Fransız lisanının eşkâl ve beyâtını kabul etmek.

Tanzimat muharrirlerinde bu iki nokta için, pek çok örnekler bulabiliriz. Meselâ: Ethem Pertev Paşa’da ve Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere tercümelerinde. Şinasi ve Namık Kemal’de ...”(5)

Tanzimat döneminin tercüme ve adaptasyon faaliyetlerinde genel olarak takip edilen yol, Ekrem Bey’in dediği gibi “Efkâr-ı garbiyeyi alarak, Şark kisvesi altında, sade bir lisanla ifade etmektir.” Bu yolun en başarılı yazarı, Ahmet Vefik Paşa’dır.

(Devam Edecek…)

 

(1)Takvim-i Vakayi sy. 1, s. 1,2

(2)Takvim-i Vakayi sy. 4, s.4

(3)Samim Kocagöz, a.g.e., s.17

(4)Ahmet Rasim, Büyük Muharrirlerimizden Şinasi, İstanbul 1927, s.80

(5)Ali Ekrem, Edebiyat Dersleri, İstanbul 1330, s.151