Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e Türk Milliyetçiliğine Genel Bakış -7

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

Tanzimat Döneminde Dilde Milliyetçilik

(Yazımızın 4. Bölümünde (Resmî Dilde Milliyetçilik), 5. Bölümünde ise  (İlmî Dilde Milliyetçilik) konusu üzerinde durmuştuk. 6. Bölümünde ise (Edebî Dilde Milliyetçilik) konusu üzerinde bilgi vermeye başlamıştık. (Edebî Dilde Milliyetçilik) konusunda (Gazetecilik Dili) ve (Tercüme Dili) hakkında bilgi vermiştik. Bu bölümde ise Sarf, Nahiv ve Lügat Dili ile Nesir Dili hakkında bilgi vereceğiz.

Edebî Dilde Milliyetçilik

Sarf, Nahiv ve Lügat Dili

Tanzimat döneminde dilde milliyetçilik yapanlar arasında edebiyatçılar kadar, dilin sarf (kelime, şekil bilgisi), nahiv (cümle bilgisi) ve lügat (sözlük) gibi dilin bünyesiyle uğraşan dilci şahsiyetler de bulunmaktadır. Bu şahsiyetlerin başında Şemsettin Sami gelir. Sami Bey’in en önemli eseri, “Kâmus-ı Türkî” isimli lügat kitabıdır(1).

Sami Bey,  lügatının mukaddimesinde lügat ve sarf kitaplarının ehemmiyetini şöyle ortaya koymuştur: “Lisanının varlığını, yazıları ile edipler muhafaza eder. Lügatı ve kavâidi mazbut olmayan lisanın hiçbir zaman edebî lisanlardan sayılamayacağı muhakkaktır. Lügat ve kavâid kitapları (gramer) edebiyatın esasıdır. Sarf ve nahiv kitabı olmayan bir lisan, zamanla yanlış söylenmek, bozulmak tehlikesine maruzdur.

Bin senedir edebî yazı lisanına sahip olmamıza rağmen, maalesef lisanımızın bugün bile ne güzel bir kâmusuna, ne de kavâidine bihakkin ehemmiyet vererek sarf ve nahiv kitabına malikiz. Haddizatında zengin Türkçemiz, zamanla, Arab ve Acem kelimelerinin istilâsıyla fakirleşmiş dar, bir lisan haline gelmiştir.

Çağatayca bizim Osmanlı Türkçesine nazaran Türkçe kelimeler itibariyle daha zengin kalmıştır. Bir Kâmus-ı Türkî’nin mükemmel olması için, bütün Türk lehçelerindeki kelimeleri ihtiva etmesi lâzım gelir. Fakat benim, bu büyük işi başarmama imkân olmadığı için Türkçenin mümkün mertebe kullandığımız bütün kelimelerini toplamaya gayret ettim.”

Bu mukaddimeden başka Sami Bey’in lisan hakkındaki fikirlerini ihtiva eden ayrıca bir risalesi de vardır. Bu risalesi umumî lisaniyat ile ilgilidir.

Kamus-ı Türkî kadar önemli olan bir eser de Ahmet Vefik Paşa’nın “Lehçe-i Osmanî ”sidir(2). Tertip bakımından Kamus-ı Türkî’den karışık olan bu eser iki cüzden meydana gelmiştir. Eserin birinci cüzünde asıl Arabî ve Farisî olmayan kelimelere, ikinci cüzünde ise aslı Arabî ve Farisî olup, Osmanlıcada kullanılan kelimelere yer verilmiştir. Aynı zamanda kelimeler, meftuh, maksur, mazmum olarak Arab imlâsına göre tertip edilmiştir.

Ahmet Vefik Paşa, Lehçe-i Osmanî’nin mukaddimesinde, bir lisanın lügatının ancak elbirliğiyle meydana geleceği kanaatinde olduğunu belirtmiştir. Aynı mukaddimede Türk lehçeleri hakkında kısa ve basit bilgiler vermiştir.

Bu dönemin en önemli bu iki lügatının yanında, sarf ve nahiv kitapları hemen hemen yok gibidir. Meselâ: Ahmet Cevdet Paşa’nın yazdığı küçük sarf kitabının kabında “Sıbyan mekteplerine mahsustur” ibaresi vardır(3). Süleyman Paşa’nın “İlm-i Sarf-ı Türkî”si de mektepler için yazılmış küçük bir risaleden ibarettir(4).

Nesir Dili

Tanzimat döneminde dilde milliyetçilik, düşünce plânında hem nesir hem de nazım alanında yapılmıştır. Fakat uygulamada milliyetçilik, nesir dilinde daha başarılı olmuştur. Bu başarının çeşitli sebepleri vardır:

a.            18. yüzyılda başlayan ‘mahallileşme cereyanı’nın etkileri,

b.            III. Selim ve II. Mahmut gibi padişahların ve bazı devlet adamlarının, halkın yasal düzenlemeleri kolayca anlayabilmeleri için başlattıkları Türkçecilik çabalarının yansımaları,

c.             Batı’daki Türkoloji çalışmalarının tanınması ve Türkçeye ilginin artması,

d.            Fransız ihtilâlinin getirdiği ‘millet’ ve ‘milliyetçilik’ mefhumları ile bunların beraberinde gelen ‘halkçılığın’ benimsenmesi, bunun sonucu olarak I. Tanzimat sanatçılarınca “cemiyet için sanat” anlayışının takip edilmesi ve edebiyatın halkın aydınlatılması, eğitilmesi ve yönlendirilmesi için en uygun vasıta görülmesi,

e.             Batı’da tanınan başta gazete yazıları, hikâye, roman ve tiyatro gibi bizim için yeni edebî türlerin halka kolayca tanıtılabilmesi, bu türlerde meydana getirilen edebî eserlerin geniş halk kitlelerince rahatça okunabilmesi düşüncelerinin egemen olması,

f.             Bu düşünce ve amaçların ancak; uzun, süslü, secili ve ağdalı Osmanlı Divan nesir cümlesi yerine, kısa, sade ve açık Batı nesir cümlesi ile gerçekleştirilebileceğinin sanatçılarca anlaşılması.

Pertev Paşa, Münif Paşa, Kâmil Paşa ve Âkif Paşa gibi devlet adamları, Tanzimat döneminde sade Türkçeye gidiş hareketini destekleyen devlet adamlarıdır. Sade Türkçe yazma konusunda en büyük emek Şinasi’ye aittir. Bu yüzden bu çabalar “Şinasi Mektebi” adıyla nitelendirilmiştir. Bugünkü edebî Türk nesrinin düğümünü, Şinasi çözmüştür. Namık Kemal ve Ziya Paşa ise bu nesir diliyle eserler inşaya girişmişlerdir.

Tanzimat’ın birinci nesli olan Şinasi-Namık Kemal-Ziya Paşa, Fransız ihtilâlinin getirdiği vatan, millet milliyetçilik, devlet, hürriyet, hak, hukuk, adalet, demokrasi ve cumhuriyet gibi fikirlerden çok etkilenmişlerdir. Bunlar içinde en etkilendikleri fikir, milliyetçilik olmuştur. Fakat çeşitli etnik kimlikleri kucaklayan bir İmparatorluk aydını olarak, “millet-i hâkime” olan Türk ve Müslümanlar dışında kalan azınlıkları tedirgin etmemek için, ‘Türk milliyetçiliği’ mefhumunu açıkça ifade edememişlerdir. Bu yüzden, milleti oluşturan unsurların başında gelen dilin sadeleşmesi ve Türkçeleşmesi için yaptıkları çalışmalara da bir isim vermemişlerdir.

Bu yüzden, çok gizli yürüttükleri dilde milliyetçilik hareketlerinde, dilin adını ‘Osmanî’ veya ‘Osmanlıca’ olarak kullanmışlardır.

Meselâ; çok sade bir dil ile eserler ortaya koyan Ahmet Vefik Paşa, hazırladığı lügatının ismini, “Lehçe-i Osmanî” koymuş; Namık Kemal Türkçenin güzelliğinden bahsederken, ‘Osmanlıca’ tabirini kullanmıştır. Kemal’den sonra bu çalışmalar, daha hızlı bir gelişme göstermiştir. Şemseddin Sami, hazırladığı lügatının ismini, “Kâmus-ı Türkî” koymuş ve Türkçe hakkında açık ve kesin bilgiler vermiştir.

Tanzimat döneminde meydana getirilen birçok eserde, dil yönünden milliyetçilik kokusu sezilirse de, bu konuda en açık ifade kullanan Tanzimat yazarı Ali Suavi’dir. Ali Suavi, gerçekten Türk milliyetçiliği uğrunda çalışmış bir kimsedir. Ali Suavi’nin, dilde milliyetçilik konusundaki fikirlerinden biri, Türkçenin diğer dillere üstünlüğüdür. Suavi, bu konuda öncelikle Ali Şir Nevaî’nin Muhakemetü’l Lûgateyn isimli kitabını örnek gösterir. Bu konuda Batılı dil âlimlerinden de yararlanmaya çalışmıştır.

Ali Suavi’nin dille ilgili fikirleri şu üç noktada toplanabilir:

1. Türk dilinden, eski inşanın uzun cümlelerini, lüzumsuz ecnebi kelimeleri ve gramer kaidelerini kaldırarak lisanı sadeleştirmeliyiz.

2. İlmî ıstılahlarda Avrupa medeniyetinin kabul ettiği beynelmilel şekilleri kabul edip, Arapça ve Acemceden uydurulan Osmanlıca ıstılahları atmalıyız.

3. Hutbelerle, namaz surelerini Türkçeleştirip, Türkçe namaz kılınmasını sağlayabiliriz(5).

Fakat Tanzimat edebiyatı, Divan edebiyatından miras aldığı dili ıslaha çalışırken, Halk edebiyatına muhtaç olduğunu da biliyordu. Bu gerçeği en iyi kavrayan Tanzimat edebiyatçısı Şinasi’dir. Şinasi, Halk edebiyatını taklit ederek şiirler yazdığı gibi, bir de Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye ismiyle Türk atasözlerini toplayan bir kitap da hazırlamıştır.

Namık Kemal ise halk dilinin önemini belirtmek için, “Galat-ı meşhur denilen istimal-i umuminin, lügat-i fasiha itibar olunan vazı-ı aslîye tercih edilmesi lâzımdır.”(6)

Halk Türkçesinin malzemeleriyle halka gidiş yolunda ciddi eserler meydana getiren Ahmet Vefik Paşa ile Ahmet Midhat Efendi’nin çalışmalarından da söz etmek gerekir. Bu konuda, nazari olmaktan çok ameli sahada çalışan bu iki şuurlu Türk, II. Meşrutiyetten sonra meyvesini verecek olan ‘sade Türkçe’ veya ‘safi Türkçe’ yolunda önemli katkılar sağlamışlardır.

Ahmet Vefik Paşa, kullandığı sade dil nedeniyle, döneminin bazı yazarlarının çok şiddetli hücumlarına uğramıştır. Dilde sadeleşme ve halk Türkçesine yaklaşma konusunda Ahmet Vefik Paşa kadar başarılı olan yazarlarımızdan biri de, Ahmet Midhat Efendi’dir. O, gerek hikâyelerinde ve gerekse romanlarında, kişileri günlük hayatlarında olduğu gibi, tabii bir dille konuşturmuştur. Bazen onun dili, meddahların anlattıkları masalların diline benzetilebilir. O, dilinin bu özelliğiyle, 1860-1900 yılları arasında, halka okuyabileceği eserler veren tek yazar olmuştur. Eserlerinde; gerek konular, gerek tipler ve gerekse dil, tamamen ‘halkçı’dır.

Midhat Efendi dili sâdeleştirmek için şunları tavsiye etmiştir:

1. “Arapça gramer ve sentaksından izâfet ve sıfat tamlamaları ile müzekker ve müennesler, müfred ve cemiler dilimize sokulmasın,

2. Bir kelimenin Türkçesi, fakat bilinen Türkçesi varsa, onun yerine Arapça ve Farsça bir söz kullanılmasın”(7).

“Halkın Türkçesini millet dili” yapmayı teklif eden ve dilin sadeleşmesi konusunda ciddi teklifler getiren Ahmet Midhat Efendi’nin, samimi Türkçeciliği onun Avrupa Âdâb-ı Muaşereti yahut Alafranga isimli kitabının mukaddimesinde açıkça görülmektedir(8).

Tanzimat döneminde bazı edebiyatçılar fikirleriyle, bazı edebiyatçılar ise yazdıkları yazılar ve verdikleri eserlerle dilde milliyetçilik yaparak, dilimize büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.

Halk dili ve Halk edebiyatı ile eski klâsik edebiyatın bize kalması zarurî olan Türkçeye yerleşmiş kelimelerini telif ve yeni bir edebî dil ortaya koymak ve sade bir Türkçeye ulaşmak konusundaki bu çalışmalar, o zaman Tanzimat’ın bazı büyüklerince tepki ile karşılanmıştır. Fakat şurası bir gerçektir ki, bu çalışmalar, bugünkü nesir dilimizin, edebî dilimizin ve yazı dilimizin temellerinin atılmasını sağlamıştır.

(1) Şemsettin Sami, Kâmus-ı Türkî, İkdam Matbaası, İstanbul, 1317.

(2) Ahmet Vefik Paşa, Lehçe-i Osmanî, Tab-ı cedid, Dersaadet, 1306.

(3) Ahmet Cevdet Paşa, Kavâid-i Türkiye, İstanbul, 1299.

(4) Süleyman Paşa, İlmi Sarf-ı Türkî, İstanbul, 1293.

(5) İsmail Hâmi Danişment, Ali Suavi’nin Türkçülüğü, Cumhuriyet, 4 ikinci teşrin, 1941.

(6) Namık Kemal, , Makalât-ı Edebiye ve Siyasiyye, İstanbul, 1327, cüz 2, s.102.

(7) Faruk Kadri Timurtaş, Dil Davâsı ve Ziya Gökalp, İstanbul, 1965, s. 22.

(8) Ahmet Midhat Efendi, Avrupa Âdâb-ı Muaşereti yahut Alafranga, İstanbul, 1312, s.2.