Konuk Kalemler

Tüm yazıları
...

TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI VE KİRPİ İKİLEMİ

Doç. Dr. Serdar Yılmaz

Kirpi ikilemi Alman Felsefeci Arthur Schopenhauer’un 1851’de yayınladığı “Parerga ve Paralipomena: Kısa Felsefi Denemeler” adlı üç kitaplık eserinde belirtiği üzere kirpilerin soğukta kaldığı bir anda karşılaştıkları ikilemi anlatmaktadır. Schopenhauer’un aslında insan ilişkilerini dikkate alarak belirttiği kirpi ikilemine göre, şiddetli kış soğuğu kirpileri donmaktan korunması için birbirine yanaşmaya zorlar. Çok soğuk bir kış sabahı bir araya gelen çok sayıda kirpi, donmamak ve birbirlerinin vücut ısılarından istifade etmek için birbirlerine bir hayli yaklaşırlar. Ancak hemen sonra canları acıyınca birbirlerine batan oklarının farkına varırlar ve uzaklaşırlar. Üşüyünce birbirlerine tekrar yaklaşırlar. Oklar birbirlerini rahatsız edince yine uzaklaşırlar. İki acı arasında kalan kirpiler bir ikilem yaşamışlardır: ya birbirlerinden uzakta kalarak soğuktan donacaklar ya da okların batmasına rağmen hayatta kalabilmek için birbirlerine yaklaşacaklardır. Kirpilerin yaşadıkları bu ikilem her iki acıya da katlanabilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürmüştür. Bu döngü, kirpilerin dikenlerinin acısının sıcaklığa değip değmeyeceğine karar verene kadar devam ediyor. Eğer değiyorsa beraber olunup acıya katlanılıyor, değmiyorsa yollar ayırılıyor. En sonunda kirpiler birbirlerine dayanabildikleri ama aynı zamanda ısınacakları o mükemmel mesafeyi bulmuşulardır. Yani kirpiler uygun bir mesafede durarak hem can yakmamayı hem de uzak kalmamayı başarmışlardır.

Kirpi ikilemi, insan ilişiklerinden yola çıkılarak ortaya konmuş olmasına rağmen özellikle Türk devletlerinin birbirleriyle yapmaya çalıştıkları işbirliği girişimleri için çok yerinde bir analiz imkânı sağlamaktadır. İkileme göre aşıldığı takdirde ilişkinin hasar almasına ve temellerinde yavaş yavaş çatlaklar oluşmasına neden olan bir çizgi yani mesafe vardır. Kirpi ikilemi bir yandan tüm ilişki türlerinde arada yeteri kadar mesafe bırakmalı ve kişisel alana saygı gösterilmelidir derken, diğer yandan, aradaki mesafeyi çok açmanın da donmaya, yani yalnızlığa neden olacağını söylemektedir. Schopenhauer’a göre, ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar insanları birbirinden uzaklaştırsa da insanlar, sonunda bir arada var olabilecekleri nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşurlar. Dolayısıyla Türk devletlerini birbirlerinden uzaklaştıran ve aynı zamanda bir arada tutan nedenler nelerdir sorularına cevap vermek, mevcut durum bir başarı sayılsa da daha aşılacak birçok engelin olduğunu bilmekte fayda vardır.

Türk Devletleri Teşkilatı adını alan Türk Konseyi, Türk Devlet Başkanları Konseyi olarak 12 Kasım 2021 tarihinde İstanbul’da “Dijital Çağda Yeşil Teknolojiler ve Akıllı Şehirler” temasıyla toplanmış, toplantıya Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Macaristan Cumhurbaşkanları ve Genel Sekreter Bağdat Amreyev katılmıştır.

Özellikle egemenlik, toprak bütünlüğü ve uluslararası kabul görmüş sınırların dokunulmazlığı ve iç işlerine müdahale etmeme hususlarına saygı duyulması ve destek verilmesinin yanı sıra, üye devletlerin güvenliğini ve istikrarını güçlendirmek hedeflenmiştir. Üye devletler arasındaki ticaret, ulaşım, yatırım ve bölgesel bağlantı ile ilgili girişimlerin teşvik edilerek KOVID-19 sonrası ekonomik toparlanma amaçlanmıştır. Üye devletler arasında ortak, kararlı ve Türk Dünyası’nı ilgilendiren konularda konsolide bir tutum geliştirmek için Türk Dünyası’nın çıkarlarını etkileyen bölgesel ve uluslararası konularda istişarelerde bulunmanın önemine bilhassa vurgu yapılmıştır.

Toplamda 121 maddelik İstanbul Bildirgesi kabul edilmiştir. Bu bildirgede siyaset, dış politika ve güvenlik konularında işbirliği ve birlikte daha fazla çalışma iradesi ortaya konulmuştur. Bunun dışında ekonomik ve sektörel işbirliği; eğitim, sağlık ve turizm alanlarında ortak projeler ve değişimler, Türk Dünyası’nın kültürlerarası diyaloğundaki birleştirici rolünü teşvik edilmesi, Türk Dünyası’nda kurumsal işbirliğini arttırmaya yönelik faaliyetlerin hızlanması konularında görüş birliğine varıldı. Özellikle üçüncü taraflarla işbirliği konularında üye devletlerin uluslararası forumlarda aktif işbirliğini güçlendirmesini teşvik etmelerini ve mümkün olduğunda uluslararası örgütlerde birbirlerinin adaylıklarına desteklerini ifade etmelerinin önemi vurgulandı. İstanbul Bildirisi’nin son kısmında ise teşkilat konuları ele alınarak Türk Devletleri Teşkilatı’nın Dokuzuncu Zirvesi’nin 2022’de Özbekistan Cumhuriyeti’nde düzenlenmesine karar verildiği beyan edilmiştir.

Alınan kararlar itibariyle heyecan uyandıran, Türkmenistan’ın gözlemci üye olarak katılsa dahi Teşkilât’ta yer almasıyla muhtemel bir Türk devletleri birliğinin yolunun açıldığı izlenimi uyanmıştır. Bu açıdan sevinmeli, heyecanlanmalı, gurur duymalı ancak adımlarımızı romantik değil realist perspektiften atmalıyız. Aşağıdaki tablonun durumu ortada iken gerçeklikten uzak suni ve romantik ifadelerden uzak durmalıyız.

Türk Dünyası zirve bildirisi, birlikte yürümenin ve bir olmanın yolunu açtığından Türk milleti için büyük bir başarı olarak kabul edilebilir. Daha büyük başarı ise buradan büyük bir ekonomik ve sosyal başarı çıkarabilmektir. Bilgi ve teknoloji üretemeyen ülkelerin oyun kuramayacağı şiarından hareketle, katma değeri yüksek ürün üretebilmek, yüksek teknoloji ihracatı yapabilmek, kamu diplomasisini çalıştırıp halkların birbirlerini tanımalarına imkân vermek, Türk devletlerinin ticari, ekonomik, kültürel ve sosyal kalkınmasının temellerini bilim ile güçlendirmek, girişimcilik, verimlilik, kişi başı düşen gelir, GSYİH ve insanî gelişmişlik endeksi sıralamalarında yukarıları hedeflemek bu başarının temel anahtarlarıdır. Türk Dünyası, saydığım bu anahtarların hepsine sahip değildir ancak var olan mevcut potansiyel ve kararlılık bu başarının hayal olmadığını göstermektedir.

Türk Devletleri Teşkilâtı, Türk Keneşi olarak kurulduğu ilk anda dünyada özellikle Türk devletlerinin de üretim noktasında söz sahibi olmak iradelerini ortaya koymuştur. Öncesinde takınılan pasif durum Türk Keneşi ile birlikte tatmin edici olmasa da yavaş yavaş değişmiş ve Birlik, uluslararası bölgesel bir kurum kimliğine bürünmüştür. Karabağ zaferi sırasında Azerbaycan’a verilen destek bu kimliğin en somut kanıtı olmuştur. Aslında dünyada ortak irade ve iyi niyet göstergesi ile başlayan ancak daha sonraları işbirliği kuruluşunun ana amacının unutulduğu, hedeften sapmalarının olduğu ve giderek amaca daha az önem verilmesinden mütevellit etkisiz kaldığı ve dağıldığı birçok kurum olmuştur. Lakin Türk Keneşi ve şimdiki adıyla Türk Devletleri Teşkilatı birçok eleştiriye, zaman zaman etkisiz kalınan ve ortak karar alınamayan (Kırım’ın ilhakı ve Uygur sorunu gibi) birçok konuya sahip olmasına rağmen dağılmamıştır.

Türk Devletleri Teşkilatı’nın yolunu açan Türk Keneşi ile Birliğe üye ülkeler yavaş ve emin adımlarla birbirlerinin gelişimine katkıda bulunmuşlardır. Artık daha fazla ortak irade vardır ve bu ortak irade kurumsallaşma ve kaynak aktarımı ile alanında liyakat sahibi uzman ve diplomatlar ile Türk devletlerini ileriye taşımalıdır.

Netice itibariyle sizleri 2019 yılında yazdığım aşağıdaki ifadelerle biraz da olsa baş başa bırakmak istiyorum. Acaba Türk devletleri aşağıda yazan ifadelerden ne kadar kurtulabilmiştir? Türk Devletleri Teşkilatı ile aşağıdaki yazan ifadeler geçerliliğini yitirmiş midir?

Türk devletleri birbirlerine çok fazla tahammül edemediklerinden yan yana gelmek istemedikleri gibi, diğer yandan bir arada görünmek refleksiyle “diğeri” olmadan da yapamıyorlar. Bir yandan aynı fikirde olmadıkları ve beraber hareket etmedikleri kurumları kurup ortak hareket etme iradesi gösterirlerken, öte yandan diğer devletler kendi görüşlerini kabul etsin istiyorlar. En sonunda bir arada var olabilecekleri, kültürel, dinî, tarihî ve bağımsızlık sonrası kurulan ekonomik bağların belirlediği ortak noktada buluşmak ve birbirlerine güvenmek yerine, Rusya ve Çin gibi büyük bölgesel aktörlerin de yer aldığı girişimlerin sayısını arttırıyorlar. Ne gerçekten bölgesel işbirliği gibi ortak girişimlerde bulunmaktan kaçınıyorlar ne de kendilerini bu girişimlerin inisiyatif alan, güvenilir ve etkin bir parçası olarak görüyorlar.

 

* Doç. Dr. Serdar YILMAZ, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü