Şevket Apuhan

Tüm yazıları
...

Türk Milliyetçilerinin Aradığı Çıkış Yolu ve Ekonomi

1984 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi, Türk Dünyası İşletme Fakültesi’nde Uluslararası ilişkiler, Haliç Üniversitesi’nde İşletme eğitimi almış, yüksek lisansını aynı üniversitede tamamlamıştır. Uzun yıllar uluslararası bağımsız denetim kurumlarında çalışmış, ulusal gazetelerde yazarlık ve ulusal TV’lerde düzenli olarak yorumculuk yapmıştır. Türkiye’de ve Azerbaycan’da birçok konferansa konuşmacı olarak katılmış Apuhan’ın, yayınlanmış 4 kitabı bulunmaktadır.

İletişim:apuhan@outlook.com

Şevket Apuhan

Türk Milliyetçileri bir çıkış arıyor. Türkiye için, Türk Dünyası için kararlı ve güçlü bir çıkışın azmindeyiz. Şüphesiz bu çıkışın onurlu bir yol olması için çabalıyoruz.

Türk Dünyası, Türkiye’nin desteğine muhtaç. Örneğin Uygurlar, örneğin Kırım. Burada çözüme dair yollar ayrılıyor ve birbirimizden uzaklaşıyoruz.

Örneğin ben Çin ve Rusya ile diyaloğun geliştiği takdirde gerek Kırım, gerek Uygurların karşılaştığı sorunların çözümünde etkili olabileceğimizi düşünüyorum. Bazı arkadaşlarımız ise bana göre, bölgedeki insanları ateşe atacak çözümler üretiyorlar.

Peki, bu ayrılığın temel sebebi ne? Yani neden ben “Avrasyacıyım” neden benim gibi düşünmeyenleri “Atlantikçi” olarak görüyorum? Meselenin özü ne? Gerçekten bizler belli merkezlerin hizmetkârı mıyız?

Meselenin özü çok basit. Bize bu çıkış yolunu aratan, bizi çözümler üzerinde ayıran ana etken: Yoksulluk!

Eğer zengin, yüksek teknoloji üretebilen, refah seviyesi çok yüksek ve her yere yetebilen bir ülke olsaydık bunları tartışır mıydık? “Kiminle ittifak kurmalı, kiminle yakın olmalıyız?” sorusunun cevabını aramamızı gerektiren şey Türkiye’nin yoksulluğundan başka bir şey olmasa gerek.

Bu fakirlik bizi ittifaklara zorluyor, sesimizin ve nefesimizin yetmediği yerlerde bir destek bulmamız gerektiğini biliyoruz.

Amerika’nın füzesi mi, Rusya’nın füzesi mi tartışmasının neden içindeyiz? Çünkü üretemiyoruz! Uçakları hangi ittifaktan alalım meselesini neden konuşuyoruz? Çünkü üretemiyoruz. Ve bir gerçek var ki üretemeyen Türkiye; ister AB üyesi olsun, ister ŞİÖ üyesi... Bulunduğu yerde dışlanan ve ötelenen olacaktır.

Kendi ayaklarımızın üzerinde durmak, sonra doğrulmak ve nihayetinde kendi çizdiğimiz istikamette yürümekten başka çaremiz yok ve asla olmayacak.

Dolayısıyla Türkiye’nin ve Türk Dünyasının geleceği aslında ekonomik gücümüze bağlı. İttifaklara mecbur kalan değil; kendisiyle ittifak yapılması gereksinimi oluşturan bir ülke olsaydık, Diyarbakır’ı elimizde tutabilmek için her gün şehit vermemiz gerekir miydi?

Birkaç gündür İstanbul depreminin oluşturacağı yıkımı konuşuyor ve konuştukça korkuyoruz. Neden? Çünkü hazır değiliz. Japonya’nın artık dert etmediği meseleleri, bizler saatlerce canlı yayında tartışmak durumundayız.

Varmak istediğim nokta şu ki bizim asıl meselemiz, kendi tarihi ve sosyolojik kaynaklarımızın üzerinde bina edeceğimiz bir iktisadi sistemi hayata geçirebilmek olmalıdır.

Dışarıdan gelecek paraya muhtaç oldukça, kendimize çeki düzen vermedikçe bir bakıma titreyip kendimize dönmedikçe ülke birliğini şehitler üzerinden sağlamaya çalışmaktan, içeride fikri ayrılıklara düşmekten başka bir yol da gözükmüyor.

Amerika kredisi ile mi, Çin kredisi ile mi hayatımızı idame ettirelim kavgasının bir sonu yok. “Bizim kaynaklarımız bize yeter” diye haykırarak bütün sesleri bastıracak ve esas meselemizin üretim olduğunu, üretemeyen bir ülkede fikir kavgalarının dahi sömürü üzerinden yürüdüğünün bilincinde bir avaza ihtiyacımız var.