Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Türk milliyetçiliği Tanzimat’la başlamaz (4)

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Tanzimat’a kadar Türk milliyetçiliği

Milliyetçilik tarihimizin bu dönemi, Osmanlı devletinin kurulduğu 1299 yılından, Tanzimat’ın ilân edildiği 1839 yılına kadar devam eder.

XIII. yüzyılın sonuna geldiğimizde Anadolu Selçukluları Devletinden sonra, birtakım küçük beylikler kurulduğunu görüyoruz. Bunlar içinde en büyüğü, merkezi Konya olan Karamanoğulları Beyliği’dir. En küçüğü ise, 1299 yılında Söğüt’te kurulan Osmanoğulları Beyliği’dir.

Osmanlı Türkleri, Türk boylarının en eski ve en asil zümresi olan Kayıhanlı boyundan Kara Keçili aşiretinin çocuklarıydı. Bunlar, Selçuklular Devleti dağıldıktan sonra istiklâllerini ilan ederek Osman Gazi’nin önderliğinde kendi devletlerini kurdular. İslâm imanını, Türk gücüyle birleştirerek Türk-İslâm medeniyetini dünyaya hâkim kılmak düşüncesiyle, büyük bir gaza ruhu içinde hareket ettiler. Bu küçük devlet, daha ikinci padişah Orhan Gazi zamanında Rumeli’ye geçerek, Batı’ya doğru yüzyıllarca sürecek bir koşu başlatmıştır.

624 yıl gibi uzun bir süre hayatiyetini koruyan Osmanlı Devleti, kuruluşundan 150 yıl sonra, Anadolu’da Türk birliğini sağlamış ve Doğu Roma’nın başkenti İstanbul’u fethetmiştir. Bundan 100 yıl sonra ise, Osmanlı Devleti, üç kıtada 20 milyon kilometrekarelik toprak parçası üzerinde, dünyanın en büyük imparatorluğu haline gelmiştir. XVII. yüzyıldan sonra ise, dünyanın süper gücü olmanın verdiği gururla, Avrupa ülkelerinin Rönesans ve reform hareketleriyle başlattığı aydınlanma hareketinden habersiz, içine kapalı bir toplum halinde hayatını sürdürmüştür. Bu durum, önce bir duraklamayı, ardından da gerilemeyi getirmiştir. II. Viyana Kuşatması bozgunuyla (1683) başlayıp Sakarya Savaşı’na (1922) kadar devam eden bir gerileme sonucunda, Osmanlı Devleti tarihe mal olmuş ve yerini yeni bir Türk devletine, Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakmıştır.

Osmanlı Devleti, uzun bir süre Türklük unsurunu fazla öne çıkarmamış, küçük görmüştür. Padişah’ın dışında kalan yöneticilerin, Türk olup olmaması üzerinde fazla durulmamıştır. Türk unsurunun dışında kalan gayrimüslim ve gayritürk unsurları memnun etmek için, Türklük bilinçli olarak ihmal edilmiştir.

Millî devletten imparatorluğa dönüşen Osmanlı, önce Osmanlıcılık siyasetini benimsemiştir. XIX. yüzyılın sonlarına doğru, gayrimüslim azınlıkların bağımsızlıkla sonuçlanan milliyetçilik hareketlerinden sonra İslâmcılık siyasetini takip etmiştir. XIX. Yüzyılın sonlarında, Batı’daki milliyetçilik hareketleri, Türk dili, tarihi ve edebiyatı üzerindeki çalışmaların etkisiyle, bazı aydınlar arasında Türkçülük fikrinin doğduğu ve geliştiği görülmektedir. Bu hareket, 20. Yüzyılın başlarında, özellikle II. Meşrutiyetten sonra, millî bir edebiyatın ve millî bir ruhun doğmasına yol açmıştır. Bu edebiyat ve bu ruh, Türk milletini, Kurtuluş Savaşı ile Türkiye Cumhuriyeti’ne taşımıştır.

Osmanlı devletinin kuruluşundan Tanzimat’ın ilânına kadar geçen dönemde,  dil ve edebiyat alanında görülen milliyetçi çalışmaları yüzyıllara göre ele alalım.

XIV. Yüzyıl:

XIV. yüzyıl Türk edebiyatının en önemli özelliği, Türk dilinin, üç ayrı coğrafyada, beş büyük ‘edebî lehçe’ halinde ürün vermiş olmasıdır. Bunlar; doğuda Çağatay, Harezm ve Kıpçak, batıda Azeri ve Osmanlı Türkçesi’dir.

1312 yılında, büyük İslâm âlimi Endülüslü Ebu Hayyâm’ın Kahire’de yazdığı Kitâbü’l-idrâk Li-Lisanü’l-Etrâk isimli lûgat kitabı, XIV. yüzyıldaki Türk dili hareketinin önemli bir edebi ürünüdür. Bu Türkçe-Arapça lûgat ve dil bilgisi kitabı, Türkçe bilmeyenlere, bilhassa Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazılmıştır.(1)

Bu yüzyılda, Türk dilinin, Farsça ile ciddi bir mücadele içinde olduğunu görüyoruz. Azeri sahasında Türkçeyi şuurlu olarak kullanan sanatçılar arasında Kadı Burhaneddin, Erzurumlu Darir ve Seyyid Nesimi sayılabilir.

XIV. yüzyıl Anadolu’da Türkçenin kesin ve edebî zaferini kazandığı asırdır. Bunda, Anadolu’nun bu asırdaki siyasî ve sosyal hayatının büyük etkisi olmuştur. Artık Türk boyları, Anadolu’da çoğunluk durumuna geçmişlerdir.

Anadolu sahasında, Şeyh Ahmed Gülşehrî ve Kırşehirli Âşık Paşa’nın Türkçeye dönüş hareketine şuurlu olarak katıldıkları görülmektedir. Gülşehrî, İran sofi şairi Feridüddin Attar’ın Mantık-ut-Tayr isimli eserini Türkçeye çevirmesinin gerekçesini şöyle açıklamıştır:

Mantıku’t-tayr’ı ki Attar eyledi

Pârsîcâ, kuş dilini söyledi

Ânı Türkî sûretinde biz dahi

Söyledük tâzî bigi Tanrı haki. (2)

Dört bin beyitlik bu eser, Türk dili ve edebiyatının Anadolu’da yerleşmesi ve gelişmesi yönünden büyük değer taşımaktadır.

Horasanlı Oğuz Türk’ü olan bir aileden gelen Kırşehirli Âşık Paşa yazdığı Garibnâme’de Türkçe’nin o dönemde ihmal edilişini şöyle belirtmiştir:

Kamu dilde var idi, zabt u usûl

Bunlara düşmüş idi cümle ukûl

Türk diline kimsene, bakmaz idi

Türklere hergiz gönül akmaz idi

Türk dahı bilmez idi ol dilleri

İnce yolu ol ulu menzilleri  (3)

Âşık Paşa, dilimizin ihmal edilişinden yakınan ve bu yüzden Farsçaya karşı Türkçeyi tercih eden, Türkçenin edebî bir dil olarak gelişmesine hizmet eden şuurlu bir milliyetçidir.

Bu yüzyılın en zengin ve değerli mirası, Dede Korkut Hikayeleri’dir. Oğuz Türklerinin hayatını, bütün yönleriyle ortaya koyan bu hikâyeler, milliyetçilik tarihimizin önemli bir köşe taşıdır. Bu hikâyelerde, Türk milletinin nelere değer verdiği, hangi özellikleri taşıdığı anlatılmakta ve kahramanlık duygusu açık bir şekilde ortaya koyulmaktadır.

Prof. Dr. Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı’nın değerini, Türk edebiyatı tarihçiliğinin en büyük âlimi Prof. Fuat Köprülü’nün şu sözüyle açıklanmaktadır: “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut ağır basar.”(4) Dede Korkut Kitabı, Türk edebiyatının en büyük âbidelerinin, Türk dilinin en güzel eserlerinin başında gelir. Dede Korkut, tam anlamıyla bir millî destandır.

XV. Yüzyıl:

XV. yüzyılda, özellikle Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’u fethinden sonra, millî gururun doruk noktasına çıktığını görüyoruz. Bu çağın en büyük sanatkârı, Çağatay sahasında yetişen Heratlı şair Ali Şîr Nevâî’dir. Nevâî, dil alanında gerçek bir Türk milliyetçisidir. Muhakemetü’l-Lûgateyn (İki Lûgatın Karşılaştırılması) isimli eserini Türklüğün millî değerlerini yabancı göreneklere karşı korumak ve Türkçenin Farsçadan daha zengin bir dil olduğunu ispat etmek için yazmıştır.

Ali Şir Nevâî eserinde, mecazlar, cinaslar, kafiyeler ve fiiller lisanı olan Türkçenin ses ve mânâ inceliklerini, fiil zenginliklerini ve bunlarla sağlanacak ifade imkânlarını karşılaştırmalı olarak ortaya koymaya çalışmıştır.

Nevâî Türkçe hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklamıştır: “Ana dilin üzerinde çalışmaya koyuldum. Türkçe’nin derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin âlemden daha yüksek bir âlem göründü.” Nevâî eserini şu sözlerle tamamlamıştır: “Türk ve Sart (Fars) dillerini keyfiyet ve hakikatlerini bu risalede toplayıp, açıklayıp yazdım ve ona Muhakametü’l-Lûgateyn adını koydum. Öyle sanıyorum ki, Türk milletinin şairlerine büyük hak kazandırdım. Kendi öz dillerinin nasıl bir dil olduğunu öğrendiler ve Acemce söyleyenlerin Türkçeyi küçümseyen sözlerinden kurtuldular.”(5)

XV. yüzyıl padişahlarından II. Murat, Fatih Sultan Mehmet ve II. Beyazıt aruzla, fakat sade Türkçe ile şiirler yazmışlardır. Osmanlı imparatorluk ailesinin yetiştirdiği bir şehzade şair olan Cem Sultan, Türkçe Divan meydana getiren, vatan şiirleri yazan ve oğluna Oğuz Han ismi koyan millî hassasiyetleri yüksek bir şahsiyettir.

Fatih Sultan Mehmet Han’ın kıymetli, fakat Osmanlı tarihinin talihsiz şehzadesi Cem Sultan’ın emriyle Osmanoğulları şeceresini ortaya koyan Bayatlı Mahmutoğlu Hasan, Câm-ı Cem-ayn isimli eserinde Oğuz Han’ı şöyle anlatmıştır:

“Bu doğru yolda (Tanrı’yı tanır) göründüğü için çocukluğunda veli mânasına bu ad (Oğuz) verilmiştir. Tanrının birliğini tanıdığından, babası buna karşı çıkıp dövüşünce, Oğuz’un askeri onu öldürmüştür”(6)

Binlerce yıllık Türk tarihinin ve Türk milliyetçiliğinin feyz kaynaklarının başında, Türk (Oğuz) Töresi gelir. Atalarımız bu töre için “Her şey kalkar ama töre kalkmaz” demişlerdir. Oğuz Han, Türk tarihinin millî kahramanı ve Büyük Hun Türk İmparatorluğu’nun kurucusudur.

XV. yüzyılda dil konusunda milliyetçi bir tavrın yaygınlaştığını görüyoruz. Bu dönemin Divan şairlerinden Necâti başta olmak üzere, birçok şair sade Türkçe kullanmaya çalışmışlardır. Aydınlı Visalî ile başlayan sade Türkçe şiir yazma hareketi, Türkî-i basit “basit Türkçe” adı ile edebiyat tarihimizde yerini almıştır. Türkî-i basit hareketinin doğuşu hakkında Prof. Fuad Köprülü şu bilgiyi vermektedir: “ Aruz veznine Türk kelimelerinden daha kolay uyan Arap ve Acem kelime ve terkiplerinin çoğalması, bu devir sonlarında buna karşı bir tepki doğmasına sebep oldu. Bu tepki sonunda doğan Türkî-i basit cereyanın ilk mümessili olarak Aydınlı Visâlî’yi gösterebiliriz.” (7)

Bu yüzyılın Tasavvufi Halk Edebiyatı’nın iki güçlü ismi Hacı Bayram Veli ve Eşrefoğlu Rumî, Yunus tarzı şiirleriyle, hem tasavvuf felsefesini yaymışlar, hem de Türkçenin halkımız arasında bozulmadan yaşamasına katkıda bulunmuşlardır.

Süleyman Çelebi, mesnevi tarzında, aruz vezniyle, fakat sade Türkçe ile yazdığı Vesiletü’n-Necat ‘Mevlid’ isimli eseriyle Türk dinî edebiyatına ölümsüz bir eser kazandırmıştır.

Sultan İkinci Beyazıt nâmına Selâtin-nâme isimli manzum bir Osmanlı tarihi yazan Kemal adlı şair de kendi asrının Türkçecileri arasındadır.(8) Kemal, eserlerini Türk diliyle yazmayı ülkü edinmiş bir şairdir. Ona göre “Fârisiden söz alıp tercüme etmek irfan değildir.” Şu mısraları, Kemal’in Türkçeye verdiği değeri açıkça ortaya koymaktadır:

Cevâhirler düzer Türkî dil ile

Anı vasf idemez kimse bil ile

Bu Türkî fürsî gibi hûb u terdür

Olan içinde koy tatlu haberdür

(Devam edecek)

 

 

(1) Bu eserle ilgili geniş bilgi için Ahmet Câferoğlu’nun Kitab al-İdrâk Li-Lisân al-Atrâk (İst.1931) isimli kitabına başvurabilirsiniz.

(2) Prof. Dr. Fuat Köprülü, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İstanbul 1934, s. 275

(3) Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Makaleler, (Haz. Mustafa Özkan), TDK Yay., Ankara 1997,  s. 266

(4)Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, MEB Basımevi, M.Eğ. Bak. 1000 Temel Eser: 1,  İstanbul  1969, s. 240.

(5) Nihat Sâmi Banarlı,Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB Yay., İstanbul 1971,  c.I,  s. 427

(6) Nihat Atsız, Osmanlı Tarihleri, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1962, s. 382

(7) Prof. Dr. Fuat Köprülü, Eski Şairlerimiz, Divan Edebiyatı Antolojisi,  Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi, Resmili Ay. Matbaası, İstanbul 1931, s.2565

(8) Prof. Dr. Fuat Köprülü, Milli Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri, İstanbul 1928, s. 14