Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Türk Milliyetçiliğinin Güncel Meseleleri-1

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

2019 Yılı, 19 Mayıs 1919’da Atatürk ve bir grup silah arkadaşının Samsun’a çıkarak Milli Mücadele’nin ilk meş’alesini yaktıkları ve kuvva-i milliye ruhunu uyandırma yolunda ilk adımı attıkları anın 100. yıldönümüdür. 19 Mayıs 1919, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı sonunda vatanı parça parça ellerinden alınmış, orduları dağıtılmış, kalan bir avuç toprağı da müstevlilerce işgal edilmiş, istiklâl umudunu kaybetmiş ve beka derdine düşmüş Türk milletinin, küllerinden yeniden doğuşunun başlangıç noktasıdır. İstiklâl Harbi’nin sonunda yeniden bağımsızlığını kazanan ve Osmanlı Devleti’nin enkazından Türkiye Cumhuriyeti gibi genç bir Türk devletinin kuruluşunu gerçekleştiren yüce Türk milleti, 100 yıl sonra bugün de uluslararası tuzaklar sonucu bekasını kaybetme tehdidi ve tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır.

Anadolu üzerinde hesapları olan uluslararası güçler ve Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla menfaatleri haleldar olan gruplar, kuruluşundan itibaren bu milli devleti yıkmak için çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra (çoğu liberal solculardan oluşan 2. Cumhuriyetçiler, Osmanlı’nın emperyal yapısının ütopik hayranı olan Neo Osmanlıcılar (Yeni Osmanlıcılar), Cumhuriyet’in ilânı ve laiklik ilkesinin kabulüyle dine bigâne kalındığı ve dindarlara baskı yapıldığını öne süren Siyasal İslâmcılar ve bağımsızlık peşinde koşan bölücü Kürtçüler) Türkiye Cumhuriyeti’nin milli ve üniter yapısını değiştirmek için işbirliği yaptılar.

Bugünün sağlıklı değerlendirmesini yapabilmek için, bu şer ittifakının son kırk yıla yakın bir süredir yürüttüğü yol haritasını iyi bilmek gerekir. Bu yol haritasının temel noktaları şunlardı: “Asker ve sivil bürokrasinin devlet üzerindeki egemenliğine son verilmeli; ordu sivil otoritenin emrinde olmalı ve küçültülmeli; I. Cumhuriyet’in mağdur ettiği Kürtlerin ve İslâmcıların haklarına sahip çıkılmalı; devletin din üzerindeki tekeline son verilmeli; kent varoşlarındaki kent yoksullarına sahip çıkılmalı; Anayasa tümden değiştirilip çağdaş ve sivil hale getirilmeli; sivil ve çoğulcu bir hukuk anlayışı oluşturulmalı; yerinden yönetim sağlanmalı, valiler seçimle iş başına gelmeli, yerel yönetimler yerel parlamento statüsünde olmalıdır.”(1)

Yeni Osmanlıcılar, ‘tarihle barışmak’ adı altında Osmanlı’yı yüceltmek, Türkiye Cumhuriyeti devletini kötülemek için tarihi olayları ve şahsiyetleri çarpıtma yoluna başvurdular. Bunlar, yeni devletin üniter yapısını bozarak “Osmanlı devleti gibi etnik temellere dayalı bir federasyona çevirmek” istiyorlardı. Devletin “Türkiye Cumhuriyeti” adının değiştirilmesi konusunu tartışmaya açtılar. Ayrıca, “Türkiye’nin emperyal bir vizyona sahip olmasını” ve bunun için Osmanlı coğrafyasında söz sahibi olmalarını istiyorlardı. Bunun tezahürlerini, I. ve II. Körfez Savaşları’nda, Irak ve Suriye’nin parçalanma süreçlerinde gördük. Siyasal İslâmcılara göre ise, “Milli devlet miadını doldurmuştu, Kemalizm ömrünü tamamlamıştı ve 21. yüzyılda olmayacaktı.” Bu görüşlerini yıllar önce ortaya koymuşlar ve adım adım bu düşüncelerini gerçekleştirmeye çalışıyorlardı.

Siyasal İslâmcılar, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı olmalarının sebeplerini kendilerine göre şöyle açıklıyorlardı: “Cumhuriyet döneminde Müslümanlar uzun süredir bir fetret devri yaşamışlardır. Bu nedenle Müslümanlar inançlarını, düşüncelerini ortaya koyamamışlardır. İstiklâl Mahkemeleri vasıtası ile kurulan darağaçlarında kimler ve hangi suçlamayla idam edildi? (Burada Müslüman din adamlarının asıldığını ima etmek istiyorlar). Tevhid-i Tedrisat Kanunu nelerin önünü açmak içindi? Harf inkılabı ile bir ülkenin tamamının bir anda sıfır okuryazar seviyesine indirgenmesi kimlere yaramıştır?”

“Cumhuriyet döneminde Müslümanlar inançlarını, düşüncelerini ortaya koyamamışlardır” iddiası kesinlikle gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Çünkü hiç kimse ibadetten alıkonulmamış, hiçbir cami kapatılmamıştır. İstiklal Harbi sırasında Yunanlıların kapatıp ahır yaptığı camiler bile bugün “Atatürk ve İnönü döneminde camiler ahır yapıldı” denilerek Atatürk ve İnönü üzerinden Türkiye Cumhuriyeti yıpratılmak istenmektedir. Bu tür iddialar ve iftiralar, Atatürk inkılaplarını kendi dünya görüşlerine uygun görmeyenler tarafından ortaya atılmaktadır.

“İstiklâl Mahkemeleri‘nde Müslüman din adamları asıldı?” iddiası da gerçekleri yansıtmamaktadır. İstiklâl Mahkemeleri, 1920 yılında I. TBMM tarafından Ankara, Eskişehir, Kastamonu, Konya, Isparta, Pozantı, Sivas ve Diyarbakır merkezlerinde kurulmuş ve hâkimleri de milletvekilleri arasından liyakatine bakılarak seçilmişlerdir. Bu mahkemelerin duruşmaları halka ve basına açıktı. Bu mahkemelerde; asker kaçakları, TBMM Hükümetine karşı isyan edenler, Padişah lehine İstiklâl Harbi aleyhine faaliyet gösteren sivil, asker ve din adamları, düşmanla işbirliği yapan siviller ve din adamları, Atatürk’e suikasta yönelenler ile Şeyh Sait İsyanı, Kubilay’ı şehit eden Menemen Olayı failleri yargılanmışlar ve suçlu görülenler idam edilmişlerdir. Bugün Cumhuriyet’ten rövanş almak isteyenlerin çoğu, o mahkemelerde hüküm giyenlerin torunlarıdır.

Siyasal İslâmcılar‘ın Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Harf inkılabı ile ilgili iddialarına ileride ayrı ayrı cevap verilecektir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kendilerine göre yeniden yapılandırmayı düşünen bu şer ittifakı, işbirliği halinde “Türklük, Milliyetçilik, Atatürk, Cumhuriyet” kavramlarını etkisizleştirmek için amansız bir mücadele başlattılar. Bu kavramları etkisizleştirmenin nihai hedefi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, “milli, demokratik, laik ve üniter” yapısını ortadan kaldırmaktır. Bu hedefe, Türk milliyetçiliği fikrini, özellikle din üzerinden yıpratarak ve yıkarak ulaşabileceklerini düşündüklerinden, sürekli bu fikre ve bu fikri benimseyen Türk milliyetçilerine saldırmaktadırlar. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekası söz konusu olduğunda koruma ve kollama refleksini, Türk milliyetçiliği fikri ve bu fikri benimseyen Türk milliyetçileri ortaya koyacaktır.

Türkiye üzerinde hesapları olan dış güçler ve yurt içindeki işbirlikçileri olan bu şer ittifakı, hedeflerine ulaşmak için, önce FETÖ vasıtasıyla ‘Ilımlı İslâm-Yeşil Kuşak’ projesini uygulayarak din üzerinde bir operasyon yapmaya çalıştılar. İslam’ı özünden saptırıp ‘Dinler arası diyalog’ ve ‘İbrahimî dinler’ söylemiyle Müslümanları Hristiyanlar ve Musevilerle işbirliğine sürüklediler. Yüce dinimizin Peygamberi Hz. Muhammedsiz bir İslamiyet’i milletimize kabul ettirmeye çalıştılar. Türkiye’de ve yurt dışında açtıkları okullarda şahsiyetleri silinerek tamamen cemaat liderine biat eden ve ne derse yargılamadan kabul eden kullaşmış bir nesil yetiştirdiler. Bir ölçüde ‘Ilımlı İslâm’ projesine hizmet ettiler. Bu FETÖ’ye biat eden neslin 15 Temmuz 2016’da ülkeyi nasıl bir kaosa sürüklemek istediklerini gördük.

Türkiye üzerinde hesapları olan aynı dış güçler ve işbirlikçileri olan bu şer ittifakı, hedeflerine ulaşmak için, şimdi de Türk milliyetçiliğine ve Türk Milliyetçilerine saldırmaktadırlar. Bunu, milliyetçi görünerek din üzerinden yapmaktadırlar. ‘Ilımlı İslâm’dan sonra ‘Ilımlı Milliyetçilik’ politikası ile Türk milliyetçiliği etkisizleştirilmek ve Türk milliyetçileri evcilleştirilmek istenmektedir.  Bunun için sürekli Türk milletinin birlik ve beraberliğini bozacak bir dil kullanılmakta, Türkiye’nin gündemine milli konularda aslı esası olmayan iddialar ve iftiralar taşınmakta ve tartıştırılmaktadır.

Şimdi bu tartışmaların neler olduğunu görelim ve bunlar hakkındaki düşüncelerimizi paylaşalım

1.“Niçin Atatürk düşmanlığı?”

İstiklâl Harbi’ni kazanan Atatürk ve onun askeri ve sivil kadrosu, Tanzimat’tan sonra başlayıp II. Meşrutiyet’ten sonra bütün aydınlarımızı kuşatan Türk Milliyetçiliği fikrini benimsemişlerdi. Namık Kemal, Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfettin, Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’i okumuşlardı. Hepsi Türk Milliyetçisi idiler. Atatürk çeşitli demeçlerinde “vatan sevgisini Namık Kemal’den, medeniyetçilik fikrini Tevfik Fikret’ten, Türkçülük fikrini Ziya Gökalp’ten aldığını” ifade etmiştir.  

Atatürk tam anlamıyla bir Türk milliyetçisiydi. Milliyetçilik duygusunun nasıl ortaya çıktığını bir anısında şöyle aktarır: “Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının “Kavm-i necip evlâdına sen nasıl kötü muamele yaparsın” diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegâne fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir. Benim yaradılışımda bir fevkalâdelik varsa, o da Türk olarak dünyaya gelmemdir. Biz doğrudan doğruya milliyetçiyiz ve Türk Milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur” diyerek bu konudaki tavrını açıkça ortaya koymuştur. 

Atatürk düşmanlığının en önemli sebebi, onun Göktürklerden sonra Türk adını taşıyan ikinci Türk devletini kurması, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniter yapıda milli bir devlet olması ve Türk kimliğini ön plana çıkarmasıdır.

2.“Milliyetçilik ırkçılıktır”

Irkçılık, doğuştan elde edilen biyolojik, genetik özelliklere üstünlük tanıyan bir akımdır. Renk ırkçılığı, kafatası ırkçılığı, kan ırkçılığı. Hitler Almanya’sında Cermen, Stalin Rusya’sında Slav ırkının üstünlüğü gibi. Türk milleti tarihi boyunca ırkçı olmamış, egemenliği altındaki etnisitelere soykırım ve asimilasyon politikaları uygulamamıştır. Türk milliyetçiliği, tarih boyunca ırkçı olmamış, ‘vatan, dil tarih ve mefkûre birliği’ni öne çıkarmıştır. Türk milliyetçileri, milleti, aralarında kültür birliği olan insan topluluğu olarak görür. Kültür; bilgiyi, dili, imanı, sanatı, ahlâkı, hukuku, örf ve âdeti, ekonomik hayatı ve idealleri kapsayan bir bütündür. Sosyal akrabalık bağıdır. Doğuştan değil, eğitim, öğretim ve sosyalleşme süreciyle kazanılır ve sosyal miras olarak kabul edilir

3.“Türk, Türkiye’deki etnisitelerden biridir”

Milliyetçilik düşmanları Türklüğü bir üst kimlik olarak görmezler. Onlara göre Türk, Türkiye’deki 36 etnisiteden biridir ve hepsiyle eşittir, ‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır. Bu kapsamda, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına Türk denilmesi yanlıştır, ‘Türkiyeli’ demek lazımdır. Bu tamamen bölücü bir tezdir. ‘Almanyalı, Fransalı, İngiltereli’ denmediği gibi, ‘Türkiyeli’ de denemez. Hâlbuki Atatürk Türk’ü şöyle tarif etmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü de bu tarifin değişik bir ifadesidir.

4.“Laiklik, dinsizliktir”

Laiklik ilkesinin kabulüyle toplum hayatındaki etkinliklerini kaybettiklerini düşünen bazı din adamlarının ve onların etkisindekilerin iddiasıdır. Atatürk’e din ve laiklik üzerinden saldıranlar, bütün gayretlerini, “Atatürk’ün din düşmanı olduğu” iftirasına dayandırmışlardır. O’nun Türk milletinin dinini anlamasını ve bilinçli Müslüman olmasını sağlamak için Kur’an’ın mealini ve tefsirini yaptırmasını, İslam’ın Peygamber’inin bize yansıttığı ışığın kalplerimizi aydınlatması için hadislerini tercüme ettirmesini, daha önce Arapça okunan hutbeleri Türkçe okutmasını, İslam dini ve onun Peygamberi hakkında söylediği güzel sözleri daima gözden kaçırmak istemişlerdir. “Ey Millet! Allah birdir, şanı büyüktür” sözleriyle başlayan Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde verdiği tarihi hutbe, mermerlere kazınması gereken bir ‘kitabe’ niteliğindedir.

Atatürk Laiklik konusunda “Laiklik, sadece din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması değil, bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetlerini güvence altına almaktır. Laiklik dinsizliktir diyenler, dinde nifak çıkarmak isteyen fesatçılardır” demiştir.

5.“Türk müsün, Müslüman mısın?”

Türklüğü etkisizleştirmek için oluşturulmuş haince bir sorudur. Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî’ye “Müslüman mısın?” diye sormuşlar. “Elhamdülillah Türk’üm, Müslümanım” demiş. “Neden Türklüğü katıyorsun, biz dinini soruyoruz” demişler. O da şöyle cevap vermiştir: “Din seçim, Türklük kaderdir” demiş. Türklük ve Müslümanlık biri birbirinin zıddı değil, bütünleyicisidir. Biri dini kimlik, diğeri milli kimliktir. Biri vicdani, diğeri tarihsel, kültürel ve sosyal zeminde kendisini ortaya koyar. Din, hayatımızı etkileyen diğer birçok kültürel öğe gibi, tamamıyla bir tercihtir ve tercihlerin zaman içinde değişmesi mümkündür.  Ama milliyetinizi asla değiştiremezsiniz. Anlaşılacağı gibi, din kültürel bir öğedir. ‘Türk Milli Kültürü’ deyince, bunun içine ‘din’ de girmektedir.

Milleti millet yapan öğeler içinde ‘din birliği’ni sayarsak, aynı milliyete mensup farklı din mensuplarını veya dinsizleri, bu millet dairesinin dışında tutulmak. Mesela konuya Türkler açısından baktığımızda, Şaman, Musevi, Budist, Hristiyan, putperest veya dinsiz Türkleri, Türk milleti dairesinin dışında tutmamız gerekir. Moğolistan ve Çin gibi ülkelere yakın yerlerdeki Türkler arasında az da olsa Budizm’e ve diğer dini inançlara mensup olan Türkler de vardır.  Bugün Azerbaycan’da bile Musevilik dinine mensup olan Karaim Türkleri yaşamaktadır. Moldova’daki Gagavuz (Gökoğuz) Türkleri ise Hristiyan’dır.

(1) Metin Sever-Cem Dizdar, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Yayınları, Ankara, 1993.