Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Türk Milliyetçiliğinin Güncel Meseleleri – 3

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

11.          Milli şahsiyetlere saldırılıyor

Son zamanlarda Cumhuriyet düşmanlığıyla temayüz etmiş bir takım tipler, bütün güçleriyle milli ve manevi duygu ve düşüncelerimizi besleyen Mehmet Âkif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek ve Ziya Gökalp gibi şair, yazar ve fikir adamlarımıza da insafsızca saldırarak Türk milletinin reflekslerini test ediyorlar. Bu üç şahsiyetin de ortak yönü, milli hassasiyetlerinin güçlü olmasıdır.

Bu milli şahsiyetlere, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığında simge haline gelen Kadir Mısıroğlu’nun ağzıyla nasıl saldırıldığını görelim:

a. Mehmet Âkif Ersoy;

Mehmet Âkif Ersoy’un milli duygularını yansıtan şiirlerinden iki örnek:

 İstiklâl Marşı’ndan

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilâl!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl!

 Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;

 Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet,

 Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl.

Atatürk’ün samimi bir Müslüman olduğunun ispatı, İstiklal Marşımızdır. Mustafa Kemal’in, Meclis’e ulaşan ve hamasi kahramanlık, kuru ulusalcılık, hattâ ırkçılık kokan bütün şiirleri beğenmeyip, özellikle Mehmet Âkif’in şiirini beklediği de herkesin bildiği bir tarihi hakikattir.

Âkif’in içinde “Türk” sözü geçen şiirlerinden biri de Ordu’nun Duası’dır:

Türk eriyiz, silsilemiz kahraman…

Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman.

Putları Allah tanıyanlar, aman,

Mescidimin boynuna çan asmasın.

Mısıroğlu, Mehmet Âkif Ersoy hakkında: “Âkif’e bakın ne diyor: “Hâlâ ‘Korkma’ diye başlıyorsun... Neden korkacağım ulan... Mehmet Âkif serserinin teki...” diyor. Âkif’e bu saygısızlığın sebebi, sadece eserlerindeki millî vurgu değildir. Âkif’in II. Abdülhamid’in aleyhinde olup bu konuda bir şiir yazması, hurafelerle dinin özünden saptırılmasına karşı olması, İslâm’ın doğrudan doğruya Kur’an’dan alınarak çağın şartlarına yeniden yorumlanmasını istemesi, Müslümanların tevekkül edip çalışmadan tembel ve miskin bir şekilde her şeyi Allah’tan beklemelerini, taassubu, yobazlığı eleştirmesi de bu düşmanlığın sebeplerindendir. Bu saygısızlığı, edepsizliği ve terbiyesizliği değerlendirirken, bir yanda sırtında giyecek paltosu yokken İstiklâl Marşı için konulan büyük ödülü almayan Mehmet Âkif’i, diğer yanda da her konuda Atatürk’e ve Cumhuriyet’e karşı olan Mısıroğlu’nu karşılaştırmak gerekir.

b. Necip Fazıl Kısakürek;

Necip Fazıl Kısakürek, Türk düşmanlarını huzursuz edecek kadar Türk milliyetçisidir. 24 Kasım 1950 tarihli Büyük Doğu dergisinde şöyle diyor: “Vatana sadakat şu üç vasıfla olur: 1. İslam olmak 2. Türk olmak 3. Maddi bir alakayla bu topraklara bağlı olmak.”

Kısakürek ünlü Sakarya Türküsü şiirinde Türklüğün büyüklüğünü şöyle ifade ediyor:

Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur

Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?

Bu dâva hor, bu dâva öksüz,  bu dâva büyük!..

Nasıl bir imtihandır başındaki Sakarya

Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

Büyük Doğu Marşı’nda ise Türk milleti ile ilgili duygularını şöyle ifade etmiştir:

Tanrının, alnından öptüğü millet!

Güneşten başını göklere yükselt!

Avlanır, kim sana atarsa kement,

Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebed.

 

Tanrının, alnından öptüğü millet!

Güneşten başını göklere yükselt!

Birinci mısra Çile’nin daha sonraki baskılarında; “Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet” olarak değiştirilmiştir.

Mısıroğlu, Necip Fazıl Kısakürek hakkında: “Necip Fazıl’la 25 sene beraberliğim oldu. Necip Fazıl tanıdığım en zeki adam, tanıdığım en cesur adam. Ama tanıdığım en ahlaksız adam!” diyor. Bir yanda o âbide “Sakarya” şiirinin şairi var, diğer yanda Sakarya’da yerle yeksan edilen düşmana “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen bir kişi var. Bu iki kişiyi karşılaştırmak bile abesle iştigaldir.

c. Ziya Gökalp 

Türk tarihi ve kültürü ile ilgili eserleri, Türkçülük ideolojisi ile ilgili fikirleriyle tanıdığımız Ziya Gökalp de Mısıroğlu’nun hedef aldığı millî şahsiyetlerden biridir. Atatürk’ün fikir dünyasının oluşmasında da büyük katkıları olan Gökalp, milli duygularını ünlü Tûran (1911) şiirinde şöyle ifade etmiştir:

Nabızlarımda vuran duygular ki, tarihin

Birer derin sesidir, ben sahifelerde değil,

Güzide, şanlı, necib ırkımın uzak ve yakın

Bütün zaferlerini kalbinin tanîninde,

 Nabızlarımda okur, anlar, eylerim tebcil.                                                                                                        ………………………                                                                                                                                              Nabızlarımda evet, çünki ilm için mübhem

Kalan Oğuz Han’ı kalbim tanır tamamiyle;

Damarlarımda yaşar şan ü ihtişamiyle

Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem:

Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan;

Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Tûran.

Mısıroğlu, Türkçülük düşüncesinin ideoloğu Ziya Gökalp hakkında: “Ziya Gökalp’ı Türkçüler adam zanneder... Türkçüler darılmasın, Ziya Gökalp, dinsiz münevver yetişmesinde birinci derecede mesuldür” diyor. Türklüğe bu kadar karşı olan bir kişinin, Türkçülere akıl vermesine hakkı ve haddi yoktur.

Ne diyor Ziya Paşa, “Erbab-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar/ Rencide olur dide-i huffaş ziyadan.” (Cahiller, ilim sahibini çekemez.. Yarasanın gözleri aydınlıktan rahatsız olur.)

12.“Osmanlı şeriat devleti miydi?”

Siyasal İslâmcılar da, bir başka açıdan Osmanlı devletinin ihyasını istiyorlardı. Onlara göre; “Osmanlı Devleti bir şeriat devletiydi. Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması ile bu özelliğini kaybetmiştir.” Bu konu, tarihçiler arasında uzun süredir tartışılmaktadır. Bu konuda Ömer Lütfü Barkan, Halil İnalcık ve Kemal Karpat gibi ünlü tarihçiler, Osmanlı Devleti’ne şeriat devleti demenin pek kolay olmadığını ifade etmişlerdir. Bu tarihçilere göre Osmanlı hukuk düzenine, şer’i hükümlerden çok, dünyevi otorite tarafından konan kurallar, örf ve âdetler hâkim olmuştur. Osmanlı’da devlet hayatını ve toprak düzenini tayin eden kanunnameler, şer’î hukukla uyum içinde değildir. Osmanlı idaresi toplum ve devlet hayatının temel kurum ve ilişkilerini şer’i mevzuattan çok örfi kanunlarla, hatta mahalli gelenek ve teamüllerle düzenlemeyi tercih etmiştir.

Ancak, Osmanlı hukuk düzeninde din dışı uygulamaların yaygınlığı görülse de, Osmanlı devlet ve toplum düzenini “laik” diye de adlandırmamız mümkün değildir. Bunun başlıca nedeni, toplumun resmen dini mensubiyet esasına dayanan ve millet adı verilen gruplara bölünmesidir. Laik devlette, ülkenin her yanında her vatandaş için aynı mevzuat uygulanır, idari ve adli kurallar standarttır, merkeziyetçi bir devlet olgusu söz konusudur.  Bu devlet hayatında dini kuralların ve ayrımların kalkması, yani ayrı cinsten ve ayrı dinden insan gruplarına aynı mevzuatın uygulanması demektir.

Sonuç olarak bu nedenlerle Osmanlı Devleti için “Laik bir devlettir” veya “Bir şeriat devletidir” gibi kesin hükümler vermek doğru değildir. 18. yüzyıla gelindiğinde, şeriat, uygulamada aile hukuku ve mülkiyet meselelerinin sınırları içerisinde kalmıştı. Fakat kamu hukuku, özellikle de ceza hukuku, örfe ya da padişahların kanun denilen laik fermanlarına dayandırılmıştı.(Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 24.)

Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılda ortaya çıkan “İslâmcılık”, bünyemizdeki gayrimüslim azınlıkların Batılı devletlerin etkisi ve desteğiyle ayaklanarak birer birer bağımsızlıklarını ilan etmeleri üzerine ortaya çıkan bir devlet ideolojisidir. Bünyemizdeki Müslüman toplulukları Osmanlı egemenliği altında tutmayı amaçlayan bu ideolojinin benimsenmiş olması, devletin şeriat devleti olduğunu ortaya koymaz.

13. “Atatürk putlaştırılıyor”

“Yeni Osmanlıcılar” ve “siyasal İslâmcılar”, Atatürk’ün tabulaştırıldığını ve putlaştırıldığını iddia ederler. Bundan rahatsız olan bu iki düşünce sahipleri ise Osmanlı Padişahlarını ilâhi ve kutsal varlıklar olarak görürler. Dolayısıyla onlar da,  Osmanlı Padişahlarını tabulaştırırlar.  O zaman bu iki tutum da bir yobazlıktır. Türk milliyetçileri, her iki yobazlığa da karşıdırlar. Onlar, Atatürk’ü en büyük Türk milliyetçilerinden ve devlet adamlarından biri olarak görürler. Onun insan olduğunu bilerek, hatası ve sevabıyla kabul ederler. Osmanlı padişahlarına bakış açıları da aynıdır. Türk büyükleri arasında da ayırım yapmazlar.

Atatürk her fırsatta, fani, ölümlü bir insan olduğunu ve bir gün toprak olacağını ifade etmiştir: “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.” Ayrıca Atatürk 1933 yılında “Ben size manevi miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir nas (donmuş ve kalıplaşmış kural) bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır.” diyerek kendisine bir kutsiyet izafe etmediğini, sadece bilim ve akla değer verdiğini ortaya koymuştur.  (İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, 1980.)

Atatürk’e karşı olanların asıl amacı, onun “Atatürkçülük” veya “Kemalizm” diye nitelenen ortaya koyduğu ilkeler, ülküler ve yaptığı inkılaplardır. Atatürk bir demecinde “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.” diyerek şahsından çok fikirlerinin daha önemli olduğunu vurgulamıştır. Gerçekten de “Atatürkçü” veya “Kemalist” olduğunu söyleyenlerin çoğu Atatürk’ün fikir yapısını, özellikle milliyetçi yönünü yeterince anlayamamış ve kavrayamamışlardır. Çoğu, biçimsel tutum ve davranışlarla Atatürkçü olduklarını öne sürmüşler, dine, dindarlara ve mukaddes değerlere bigâne kalmışlar, gereken ilgiyi ve saygıyı göstermemişlerdir. Bunlar merhum Bülent Ecevit’in tabiriyle “Gardrop Atatürkçüsü” olarak kalmışlar, düşüncelerinin özüne inememişlerdir. Böylece Atatürk düşmanlarının ekmeğine yağ sürmüşler ve ekmeklerine yağ sürmüşlerdir. 

14. “Atatürk diktatördür”

Atatürk düşmanlarının Atatürk’ü yıpratmak için ortaya attıkları iddialardan biri de, “Atatürk diktatördür.” Atatürk bizzat kendisi bu konuda şunları söylüyor: “Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar, evet, bu doğrudur. Benim arzu edip de yapamayacağım bir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Bence diktatörlük, diğerlerini râm edendir. Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim. Ben istese idim derhal askerî bir diktatörlük kurardım ve memleketi öyle idareye kalkışırdım. Fakat ben istedim ki, milletim için modern bir devlet kurayım.”

“Atatürk diktatördür” iddiası konusunda Prof. Dr. İlber Ortaylı özetle şunları söylüyor: “Diktatör kelimesini rejoratif (kötüleyici, yerici) anlamda kullanmayıp (dikte eden kişi) manasıyla kullanacaksak, evet Atatürk bir diktatördü. Ancak diğer diktatörlerin ortak özelliği olan, başka bir rejime geçişte araç olarak kullandıkları demokrasiyi, Atatürk gerçek manada bir amaç olarak benimsemiştir. Başarılı olamamıştır ayrı… Ancak çok partili rejime geçme hedefini açıkça ortaya koymuştur Atatürk. Böyle bir ideolojisi kesinlikle vardır. Atatürk’ü kalkıp da Hitler’le, Mussolini’yle mukayese etmek densizliktir.”

15.“Eyalet sistemi mi düşünülüyor?”

Türkiye Cumhuriyeti’nin milli ve üniter yapısına karşı olan şer ittifakının şuur altında “eyalet sistemini düşündükleri”  iddia ediliyor. Bugün ülkeyi yöneten kişilere 1993 yılında “Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler. Ne diyeceksiniz?” diye sorulduğunda aynen şu cevabı veriyorlar: “Bu durumda belki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şeyler yapılabilir(1).” Aradan geçen çeyrek asırda Kuzey Irak’ta özerk bir Kürt bölgesinin oluşturulması, Suriye’de Fırat’ın doğusunda ABD güdümünde bir Kürt bölgesinin oluşturulmaya çalışılması, Türkiye’de de yıllardır PKK terörü ile Güneydoğu’da özerk bir Kürt bölgesi oluşturmak istenmesi, “eyalet sistemi” iddialarını güçlendirmektedir.

“Büyükşehir Yasası”nın kabulü ile İl Genel Meclislerinin kaldırılarak Büyükşehir Belediye Meclisleri’nin Kent Parlamentosu gibi takdim edilmesi ve 16 Nisan 2017 Referandumu ile geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle “eyaletlere bölünme” endişesi artmıştır. Çünkü yeni sistemin 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinde İçişleri Bakanlığı’nın görev ve yetkileri ile ilgili şu iki madde “Federasyon ve eyalet sistemine geçiş” tartışmalarını arttırdı: “Ülkenin idari bölümlere ayrılması, il ve ilçelerin genel idarelerini, mahalle idareleri ve bunların merkezi idare ile olan alâka ve münasebetlerini düzenlemek”, “Mülki idare birimlerinin kurulmasına, kaldırılmasına, sınır ve adlarının değiştirilmesine, merkezlerinin belirtilmesine, mülki ayrılma ve birleşmeler ile köy, önemli mevki ve tabii yer adlarının değiştirilmesine ait işlemleri yürütmek, mülki idare birimleriyle ilgili yayınlar yapmak.”

Son olarak geçtiğimiz günlerde Parlamentolararası Birlik Türk Grubu Başkanı AKP İstanbul Milletvekili Ravza Kavakçı başkanlığındaki AKP heyetinin, Almanya’da “federal yapı”yı incelemesi ve “Federal sistem hakkında bilgi alışverişinde bulunduk” demesi, “eyalet ve federasyon sistemlerine geçiş” tartışmalarını hızlandırmıştır.  Federasyonla yönetilen Almanya’da, 16 ayrı eyalet bulunuyor. Ayrıca aynı tarihlerde çözüm sürecinde görev alan akil adamlardan bir bölümünün Oslo’da Kürtçü liderlerle toplanması da, bu konudaki iddialara güç kazandırmıştır.

(Devam edecek)

1) Metin   Sever-Cem Dizdar, a.g.e., s. 422