Yağmur Tunalı

Tüm yazıları
...

Türkçe’nin Sesi

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Yağmur Tunalı

Türkçe hepimizindir. Her birimiz onu doğru öğrenmekle, doğru konuşmakla ve doğru yazmakla mükellefiz. Israrla üzerinde duracağımız bir meselemizdir. Gevşemeyeceğimiz, titizliği ve titizlenmeyi artıracağımız bir kimlik değerimizdir. Bunu ihmal edemeyiz, kaçamayız. Olacak iş değil ama şimdi bu konuda dörtnala kaçışı yaşıyoruz. Çok yönlü gafletimizin bizi getirdiği yol ayrımı burasıdır.

Biz hatırlatmaya ve dikkatleri davete devam edelim. Dile bakışta sendelediğimiz yıllar geçirdik. Kelime üzerinden dile bakmak en büyük yanlışlarımızdandı. Şu veya bu kelimeyi hangi dilden geldiyse o dilden kabul etmeye başlamıştık. Yalnız Türkçe’den gelenler Türkçedir ve bir de bizim uydurduklarımız Türkçedir görüşü resmiyet kazanmıştı.  Dil ırkçılığı gibi hayata ters bir tutumu benimsemiştik.  Her bakımdan Türk’e karşı ama dilde ırkçı bir ekip sahne almıştı. Bu yakın dönem çılgınlığını epeyce konuştuk, dille ilgili temel bakışı vererek devam edelim.

Diller arası kelime alışverişi

Bir dil iki yönüyle millîdir. Cümle yapısı ve sesi.  Eğer bu iki esas bozulmamışsa, o dile her yerden kelime gelebilir. Aldıkları kelimeleri kendi dil sistemleri içinde kendilerine benzetirler. İnsan toplulukları ilişkide bulundukça bu alışveriş kaçınılmazdır. Hatta her duruma, her anlama başka dillerden kelime devşirmek bir büyük dilin en çok yaptığı şeydir.  Öz Türkçe olmaz, Öz Fransızca, Öz Arapça, Öz İngilizce olmayacağı gibi. Büyük dillerde saf kendi kelimesi azdır. Özellikle imparatorluk dillerinde böyledir. Bunların en ileri örneği İngilizcedir. Bugünkü İngilizcede saf İngilizce yüzde iki (%2)ye düştü.  Yani, İngilizce dediğimiz dilin yüz kelimesinden sadece ikisi kendi dillerinden. Ve İngilizce bugün dünya dili.

Peki, bu kadar az öz İngilizceyle, nasıl İngiliz ve dünya diline sahip bir millet olunuyor? Cevabı gayet basit: O kelimeler İngiliz sesiyle alınıyor ve cümle dizilişleri de İngiliz kalıbında sağlamca devam ediyor. Grameri (sentaksı, cümle dizilişi) ve sesi İngiliz. Mesela bizde doğmuş dolmuş uygulaması dünyaya yayılıyor. Dolmuş kelimesini alıyor.  Bizim söylediğimiz gibi söylemesi mümkün değil, çünkü hançeresi uygun değil, sesleri başka türlü çıkarıyor. Bu onun en karakteristik özelliği. Millî olan da bu dil ve ses özelliği. Dolmuş’a nasıl ses verecekse öyle söylüyor ve öyle yazıyor.  En bilinen örneği, her dile Türkçe’den geçen yoğurt kelimesini ele alalım. İngilizler bu kelimeyi yoghurt şeklinde yazıp yögürt gibi bir sesle söylüyorlar.  Bu kelime Türkçe’den alınmıştır ama bu sesiyle İngilizceleşmiştir. Hiç kimse bunu İngilizce değildir diye mahkûm edemez, etmeyi düşünmez. Öyle düşünende bir zihin bozukluğu ararlar.

Batı dillerinde pek çok kelime ortaktır. Onları farklı telaffuz ederler, dilleri öyle ayrılır. Hatta pek çok kelimenin aynı yazıldığı diller vardır. İngilizce ve Fransızca gibi. National yazarlar,  nasyonal okursanız Fransızcadır,  neyşınıl derseniz İngilizce. Örnek binlercedir.

“Ayın çatlatma”

Diller için sıkıntı bir dildeki kelimeyi aynı sesiyle almaya çalışmaktır. Bu, ağız içini, bütünüyle hançereyi onlar gibi kullanacağım demektir. En zor değişecek şey budur. Yüzyıllar içinde oluşan bir ağız yapısını, dil sesini, harflerin çıkış yerini değiştirmek kendiliğini bırakmak demektir. Bu başarılacak bir şey değildir. Ancak, bozma başarılır, yüzyılların birikimi ses kaybolur, başka ve özgünlüğü bulunmayan bir ses ortaya çıkar. Bir dil ve bir millet o zaman kendiliğini kaybeder.

Eski medreselilerle nasıl alay edildiğini hatırlayın. Halk üzerinde farklılık ve üstünlük göstermek için, bizdeki a’nın arap harflerinden ayınla yazılanını çatlatarak söyleyen medreseli ne kadar gülünç hallere sokulur. Onun kullandığı kelimeye karşı çıkılmaz, seslendirişine, söyleyişine karşı çıkılır. Hâlbuki “ayın çatlatarak” telaffuz ettiği “âlim”, halkın da severek söylediği, diline yerleşmiş bir kelimedir. Halk onu kendi hançeresine göre bildiğimiz şekliyle söyler. Bu telaffuz Türkçedir. Medreselininki Arap’a benzer ama Arap da değildir.  

Güçlü devletlerin kültürleri de güçlü olur. Dilleri de tabii. Kendilerine güvenleri de. Bizde medreseli örneğine benzeyen her okumuş tavrı da alay konusudur.

Kelimeleri Türkleştirmek

Biz dilimizin sevgisine sahipken böyleydik. Aldığımız her kelimeyi Türk gibi söylerdik. Kendi sesimizi verir Türkleştirirdik. Başka türlüsü olamazdı. Bunun için, Arap’tan Fars’tan aldığımız bütün kelimeler bizim sesimizde yerleşmiştir. Onlar bizden duysa onları anlayamazlar. Çünkü dil de şiir gibi her şeyden önce sestir. Millî dil sesiyle ayrılır. Kelimeyle değil. Kelimenin önemsizliğini düşündürmek için bunları söylemiyorum. Elbette kelime, kavram önemlidir. Ancak ona verdiğiniz sesiniz kaybolmuşsa başka bir dilin egemenliğini benimsemeye mecbursunuz.

Bugün böyle bir tehlikenin içindeyiz. Batıdan aldığımız kelimeleri olduğu gibi kabul ediyoruz. Halk tabakalarına kadar böyle yayılıyor. Binlerce İngilizce kelime neredeyse aynı sesiyle dilimize girdi. Bereket versin hançeremiz bütünüyle İngiliz-Fransız-Alman gibi ses çıkarmaya uygun hale gelmediği için aynı sesleri nispeten farklı söylüyoruz. Bu tabii engel olmasa çoktan onlar gibiydik. Bu konuda da örnek bin bir tanedir. Hepimiz ekşın diyoruz. Bu tam İngiliz’den duyduğumuz sesin notaya çekilmiş hali gibidir. Onu icra ederken sazımız (hançeremiz) azıcık farklılaştıracak ama aynı notayı çalacak.

Elli yıl önceye kadar aldıklarımıza kendi sesimizi verebiliyorduk. En azından halk düzeltiyordu. Bugün yaygın iletişim ona imkân vermiyor. Halk düzeltse de onu standart dile almayı başaracak bir dikkati gösteremiyoruz. Doğrusu Türkçede de geldiği yerdeki gibi söylemektir zannediyoruz.  Onlar nasıl alıyorlar, bakmıyoruz. Mutlaka kendi sesleriyle alıyorlar. Bizdeki aslını taklit şevki kimsede yok. Mesela, şarj kelimesini halk söyleyemediği için şarz şekline çevirdi. Biz Fransızlar gücenmesin diye şarj’ı standart dile yerleştirmeye çalışıyoruz.

Yahya Kemal, halkın profesör’e pürüfüsür demesinde de medreseliyle alayına benzer bir muziplik bulur. Bu işin bir parça hiciv tarafı… Bir de gerçekten doğru bulunan halk söyleyişleri var ki yeni zamanlarda onları da değerlendirmedik.  Örnek gayet mantıklıdır: Otobüs kelimesini halkın otobos şeklinde söylemesi, sesi ve düşündürdüğü anlam bakımından aracın büyüklüğe ve kabalığına ne kadar uygundur.

Dil kuralı ithal etmek de bir diğer mesele, onu ayrıca konuşmalıyız.

Türkçenin eski kurallarının koruması da kalktı, bir de buradan darbe yedik. Türkçe’de r ve s ile başlayan kelime yoktu. Onun için aldığımız bu harflerle başlayan pek çok kelimenin başına bir sesli harf ilave ederek Türkçeleştirirdik. Ramazan, iramazan, statistik, istatistik olurdu.  Rahmetli Rauf Denktaş ve o nesilden pek çok kişi spor demez, ispor derdi. Hala diğer Türk bölgelerinde bu kural geçerli ve kurtarıcıdır. Güney Âzerbaycan’ın okumuşları da, mekteplerde bozulmamış zihin ve hançereleriyle mesela standart demez, bu Türkçe kurala göre ıstandart der.

Dilin iletişim çağında bu millî özelliklerinin gevşemesi düşündürücüdür. Yıkamazsa da bozar. Millî karakteri de bozar. Çünkü dil toplumu bu kadar derinden kavrar, yaşar ve yaşatır.