Yağmur Tunalı

Tüm yazıları
...

Türkçe Seven Türk’ü Sever

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Yağmur Tunalı

Dil dikkati, en basit ve kısa yoldan günlük hayatta belli olur. İlim ve aydın hayatına bakmaya bile gerek yoktur; köyden şehre ülkede hayatın akışına bakan, o milletin diline biçtiği değeri anlar. Yaşadığımız dönemde bunu gösterecek örnekler çok ve çeşitlidir. Bana kalırsa yabancı diller karşısındaki tutumumuz en kolay ölçüyü verir. Soru şudur: Acaba ana dilimize mi titizleniyoruz başka şu veya bu dile mi?

Titizlenme’yi açmam lazım. Yabancı dilleri doğru öğrenmek ve konuşmak gayretimiz açık. Türkçe’nin doğrusuna yanlışına pek bakan yok. Aileden ve çevreden duyduklarımızla yetiniyoruz. Okullar bize dilimizin inceliklerini öğretmiyor. Dil bakımından değişmiyor, yerimizde sayıyor ve bazı bakımlardan geriye gidiyoruz. Daha fenası, bunu bir noksanlık kabul etmek bir yana meziyet gibi sunuyoruz.

Değişmiyor, gelişemiyoruz

Cehaletin kutsandığı böyle bir anlayışın örneği herhalde aransa bulunmaz. Mesela Kayserili, üniversite de bitirse hatta profesör de olsa Kayserili gibi konuşmaya devam ediyor. Telaffuz bakımından böyle de dilin inceliklerini bilmek ve konuşmak ve yazmak bakımından farklı mı? Kelime dağarcığı ve özellikle anlamlar dünyası üniversite öncesine göre fark edilmeyecek kadar az genişliyor. Böylelikle okullarımız da yanlışa hizmet eder hale geliyor. Okul, öğretir ve eğitir. Bilenlerin olduğu yerdir ve bildirirler. Bizde -akıl alır gibi değil- bilmemek normalleşmeye başladı. Bilmek, sanki okullarımızda üstüne düşülen bir ihtiyaç olmaktan çıkmış gibi. 

Eminim, geldiğimiz durumun sonucu olmak üzere pek çok kimse bu dediklerimde bir problem görmeyecektir. “Ne var bunda? Herkes kendi şivesinde- lehçesinde konuşursa kıyamet mi kopar?” dendiğini duyar gibiyim. Evet kopar. Dilde ölçü, eğitim öğretimde tekliktir. Devlet hayatında bu standart aranır. Elbette herkes istediği şekilde dilini kullanır. Buna engel yoktur. Köylünün kasabalının konuştuğu Türkçe makbulümüzdür. Onu da Türkçe’nin bir görünüşü ve güzel yüzü olarak severiz. Kullanılmasına ve korunmasına da itiraz edilemez.  Ancak, devletin yazışma dili tekleştirilir. Şiirden edebiyata yazı dili de belli bir tekliği ister. Hukuktan iktisada, tiyatrodan sinemaya kadar bütün ilim ve sanat alanlarında bu yazma ve konuşma ortaklığının yapısı, sesi ve imlâsı geçerlidir.

 ‘Titizlenme’ eksikliğinde söylediklerim bundan ibaret de değil. Dilin inceliklerini bilmeyi ve kullanmayı okumuşların olmazsa olmazları arasında saymak kaçınılmazdır. Tahsil bunun için vardır ve yok olan da budur. Bunu isteyen bir eğitim öğretim sistemimiz yok.  Ölçecek bir mekanizma da yok. Felâketli bir durum.

Büyük devlet diliyle de büyüktür

Dün böyle bir mekanizma vardı. Okumuşların hedefi İstanbullular gibi olmaktı. Eğitim öğretim kademeleri büyük ölçüde bunu ister ve başarırdı. Devletin merkezinde bir göreve geleceklerin diline bakılırdı. Belli görevlere ancak temiz İstanbul Türkçesi konuşabilenler getirilirdi. Devletin merkezinde bu dil titizliği o dereceye varırdı ki, mesela İstanbul üniversitelerine (yüksek medreselere) Türkçesinde kırıklık olanlar alınmazdı. Bu ölçü Fatih’in Sahn-ı Seman Medreseleri’nden itibaren köklü ve değişmez bir gelenek halinde yerleşmişti.

Dilinde kırıklık olanlar İstanbul’da yükselemezlerdi, diğer şehirlerde kalırlardı. Devlet bürokrasisinde de benzer bir dikkat vardı. Bunun istisnası olsa da pek bozulmadan yüzyıllar boyu devam etmişti.  Devşirmelerin sağlam Türkçe öğrenmeleri vazgeçilmez bir ölçüydü. Yani, dilde gafletimizin olmadığı dönemlerde, Türkçe barajdı. Hem yazışma hem de konuşma açısından Türkçe barajdı. Her alanda önce ona bakılırdı. Türkçe’ si belli bir seviyeye ulaşmayan insanın o büyük devlet çarkını döndürecek görevlere gelmesi düşünülmezdi. Şimdi bizde tavsayan bu durum, belli başlı devletlerde aynı titizlikle uygulanıyor.

Bir Fransız mühendisinin iyi Fransızca bilmesi istenir. Bilmiyorsa ona diploma verilmez. Konuşurken dil hatası yapamaz. Yazarken de doğru yazmak zorundadır. Edebî bir dil kullanması belki şart değildir. Ondan beklenen düzgün ve akıcı konuşmak ve yazabilmektir. Bütün eğitim kademelerinin görevi bu şaşmaz hedefe odaklanmaktır. Önce millî dili öğrenmek, sonra meslek bilgilerini edinmek vardır. Devlet denilen aygıt bu şuur içinde ileriye bakmayı sağlamakla yükümlüdür.

Biz bunu kaybettik. İlk düzelteceğimiz arıza budur. “Her şeyin başı eğitimdir.” görüşü doğrudur. Bu görüşün içinde bir büyük doğru daha vardır: Hiç şüphesiz, “Her şeyin başı dildir”. Bütün yolların dilden geçtiğini anladığımız gün, büyük bir engeli aşmak için fırsat yakalamış olacağız. Dildeki dikkat bizi bize bağlayacak, diğer milletler karşısında o zaman adını etmesek bile milliyetçi olacağız.

Dilimiz kadar anlarız

Milliyetçiliğin birinci ölçüsü Türkçedir. Türkçesiz milliyetçilik olmaz. Esasen, Türkçesiz ne millet ne de devlet olunur. Bugünkü halimizle bile hala güzel olan Türkçe’ ye karşı ilgimiz ve sevgimiz eksiktir. İyi bir yerde değiliz. Dikkat lazımdır ve bu dikkati devamlı diri tutmak gerekecektir.

Başa dönelim: Bugünün Türk nesilleri kendi diline kayıtsız, elin diline hayran görünüyor. Biraz abartılmış da olsa, bu ifade maalesef doğrudur.  Dilini sevmeyen milletinin hiçbir değerini sevemez, benimseyemez. Bilmeyen, sevemez ve anlayamaz. Dil sevgisi kuru bir slogan gibi söylenip geçilecek değerlerden değildir. Onu iliklerine kadar işlemiş bir inanış ve duyguyla yaşayan bilir. Aziz Türk çocuklarını buna hazırlamak lazımdır.

Türkçemiz kadar Türk’üz, diyemem.  Fakat Türk’ü Türkçemiz kadar sevebileceğimizi ve dünyayı Türkçemiz kadar anlayabileceğimizi rahatlıkla söyleyebilirim.