Yağmur Tunalı

Tüm yazıları
...

Türkçe’ye Ettiklerimiz

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Yağmur Tunalı

Yüz yıl içinde tahtından alaşağı ettiğimiz, o yanından bu yanından kırpılmış bir dille konuşuyor ve yazıyoruz. Yanmış binasından, içi yanan yardımseverlerin kurtardıklarıyla idare eden eski zenginler gibiyiz ve ne yazık ki bunun farkında bile değiliz.

Üstelik bu konuda da yenilmişlik duygusu içinde başka dillerin sevgisine kapılanıyoruz.

Dil bozgunu yeni olsa da bu durum yeni değildir. Okumuşlarımız, yüz yıl önce Fransız ve Fransızca hayranıydılar. Şimdi Fransızcanın yerini dünya dili haline gelen İngilizce aldı.

İngilizce’nin dünya dili oluşu,  incelenmesi, anlaşılması gereken bir örnektir.  Dikkat edilecek nokta, bu büyük başarıda, İngiliz sömürge mantığının, emperyal hâkimiyet anlayışının derin aklının rolü düşünülmelidir. Bunu görmeden, İngilizce’nin dünya dili olmasının sırlarını bilmek ve bildirmek mümkün olmaz.

Tarihin ve talihin garip bir cilvesidir: Amerika, bağımsızlık uğrunda İngilizlere karşı çetin mücadeleler verdi. Ancak, İngilizceye en büyük hizmeti dokunan ülke oldu.  İngilizler dünyanın birinci gücüyken, dillerini dünyanın dili haline getiremediler; dünyanın birinci gücü olma mevkiini onlardan devralan Amerika, elli yıl içinde İngilizce’nin tek hâkim dil olmasını sağladı.

Görülüyor ki İngilizler, pek çok şeyi sömürgelerine borçlu oldukları gibi, İngilizce’nin dünya dili olmasını da sömürdükleri Amerika’ya borçludurlar. Bu cümlenin İngilizleri küçük görmek şöyle dursun çok büyüttüğü erbabının dikkatinden kaçmamıştır. Neticede,  geri çekilmek mecburiyetinde kaldıkları Amerika’ya başka yollardan daha sağlam yerleştiler. İngiliz siyaset ve diplomasisinin gücünü gösteren bin bir örnek içinde en şaşırtıcı olanlardan biri budur.

İngilizce’nin alıp başını gittiği bir dünyadayız, bu gerçek. Yüz yıl önce kelime adedinde değilse bile ifade zenginliğinde onunla beraber anılan Türkçe’nin nerede bulunduğunu düşünecek ve gündeme taşıyacak bir dikkatten bile mahrumuz. Dikkat buyurun, yirminci yüzyılın başında yani devletimiz çökerken iki büyük dünya dilinden biri Türkçe’ydi (Geoffrey Lewis, Trajik Başarı). Dilini bozmakla her şeyini bozacağını, çok şeyini kaybedeceğini, zihin ve gönül dünyasının boşlukta yüzeceğini göremeyen nesillerle bugüne geldik.

Türkçe’nin uğradığı talihsizlik mantıkla açıklanması mümkün olmayan bir iştir. Lewis’in tabiriyle okumuşlar eliyle ve devlet zoruyla varılmış ‘Trajik bir başarı’dır. Çok yönlü bir trajedidir. ‘Farkında olmamak’ bunların en fenâsıdır. Yıkıcılığın devamını sağlayan da odur. 

Aydın Türkçesi olandır

Yüz yıl önce, Türkçe’nin zenginliğine ve işlenmişliğine paralel bir dikkat vardır. Hatalı yazanın matbuatta barınması mümkün değildir. İnzibat neredeyse tamdır. Her yazılanı didik didik edecek ve sırasında paylayacak büyük Türkçeciler vardır. Türkçe hatası yapacağım diye Süleyman Nazif’ten herkes korkar. Şarklı denen Muallim Nâcî de öyledir, rakîbi garplı (garpçı) Recâîzâde de. Dilde kutuplaşma henüz yok gibidir. Yüzyıllar içinde oturmuş bir şiir lisânı üzerinden yürüyen tartışmalar vardır.

Yalnız bir şey daha vardır ki bugüne gelişin şifrelerini verir. Eski tarz düşünüş de yaşayış da kolay kolay savunulacak halde değildir. Edebiyat da bu sepete girer. Zihinler toptancıdır. Mâdem ki batı karşısında geriye düşmüştür, bu eski anlayışlar tamâmen terk edilse yeridir. Babasından utanan çocuk, reddederse rahatlayacaktır. Daha ileri düşünceler de gelir gider. Meselâ, bu utanılacak baba ölmelidir. Tek kurtuluş budur. Tam bir Ödip Kompleksi. Okumuşlar, böyle bir aşağılık duygusunun zebûnudur. Okumamışlar, sağlamdır ve babasını reddetme duygusunda olmasa da direnme gücü bellidir. Dümeni döndüren okumuşlardır. Hayat da, dil de, şiir de değişebileceği kadar değişecektir. Bu azgın iştahın hudûdu yoktur.

Vesselam, hayatı ve şiiri batılı örneklere benzetirken, dile de olanlar olacağı açıktır.

Ağdalı dil bir başlangıçtı

Servet-i Fünûn Türkçesi, klâsik edebiyâta ve şiir diline karşı çıkanların dilidir ve epeyce sun’îdir. Zihniyette bu kadar batılı iken dile bakış ve kullanışta değilse bile lügatte hiç olmadığı kadar şarklı idiler. Arap-Fars lügatlerinden hiç kullanılmamış kelimeler devşiriyorlar ve yeniyi bu yolla inşa etmeye çalışıyorlardı.

Bir bakıma 1932 dil inkılâpçılarının atası onlardır. ‘Yapma dil’e küçük bir pencere açmışlardır. Elbette ikinciler, birincileri fersah fersah aşacaklardı. Ne de olsa bir kültür inkılâbının ölçüsüz yıkıcılığına dayanıyorlardı. Bu bahis tekrar tekrar dönülecek kadar önemlidir, çünkü temel fikri verir.

Bir husus çok önemlidir: Servet-i Fünûncuların dili ve lisâna tasarrufları elbette bir dil dikkatine dayanır. Eskinin muazzam dili bütün canlılığıyla ayaktadır ve en büyük hoca odur. Nefesi,  enselerde değil, ta can evinde hissedilecek kadar büyük bir otoritedir. Bu otoritenin terbiye ettiği çok titiz bir edebiyat çevresi bulunduğunu biliyoruz.  Dolayısıyla, hem kendileri hem de diğerleri tarafından dikkatle tâkîp edilmişlerdir.

Daha sonra gelen edebiyat nesilleri de öyledir. Matbuat zaten şâir ve yazarlar demektir. Gazetelerde yazan onlar, dergilerde yazan yine onlardır. Kıyasıya bir tenkîdin var olduğunu belki söyleyemeyiz; ama –söylediğim gibi- birbirini her kelimede, her cümlede, her seste kollayarak yanlışlar üzerine gitmek kanun gibidir. Bu konuda inzibat tamdır.

Nesri öğrenme çağımızdır. Şiirde çalkalanma yıllarıdır. Öyle savruluşlar yaşanır ki dilde de büyük kaymalar olur. En önemlisi, işaret ettiğimiz ‘yapma dil’ sun’îliğidir