Yağmur Tunalı

Tüm yazıları
...

Türkçesiz Spikerler

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Yağmur Tunalı

Televizyon kanalları bozgunculukta yarışıyorlar. Başka türlü bu bozgunculuk koşusu böyle bir ağızdan başlayamaz. Sanki bir merkezden emir almış gibi yarışıyorlar. Son yılların spiker, muhabir ve sunucuları görünmez bir elin dokunuşuyla bildikleri Türkçeyi bir kenara koymayı seçtiler. Silah zoruyla bile olmayacak işlerdendi, oldu.  “Demek böyle yapmak gerekiyor”, “Başka türlü beni burada tutmazlar”,  “Şimdi trend böyle” diyorlar ve reyting kaygılarıyla birleştirerek katliâma girişiyorlar. Duyanın katıldığı, dahası katılmaya mecbur hissettiği bir yarışla karşı karşıyayız.

İşin dikkat çekici tarafı hepimiz seyrediyoruz. Biz böyle olmasak zaten bu bozma yarışı başlatılamazdı. Dilimizi bilmiyor ve sevmiyoruz. Böyle de olur zannediyoruz. Hatta ancak böyle olur ve böyle olmalı diyenler bile çoğalıyor. Kulağımız her yanlışa alışıyor. Böyle giderse doğruyu yadırgar hale geleceğiz. İş oraya varmaz, ‘yapma dil’ anlayışının ‘trajik başarı’sı sayılacak böyle bir bozgun da bir ölçüde başarılır, Türkçe ve Türklük onulması güç bir yara da buradan alır.  “Onulmaz yara” deyişime dikkat ediniz lütfen!

Sahtelikler geçidi

Gidiş fenadır. Televizyonlarınızı açınız, bütün ekran yüzleri sahte. Kimse kendisi değil. Bir bozguncuyu oynuyorlar. Kabul etmiş gibi oynuyorlar. Dili kullanışları ve seslendirişlerinde başka bir kişiliğin yapmacıklığı sırıtıyor. Yeni bir dil öğrenen bile bu kadar acemice vurgulara girişmez. Oynuyorlar. Fakat bu oyun öyle kolay bir oyun değil. Oyunculuk zordur, herkesin başarabileceği bir iş değildir; bildikleri Türkçe’yi başka türlü söyleme oyununun oyuncusu olmak ise büsbütün zordur. Birileri bizim çocuklarımızı, bizim Türkçemizi bozmak için bu oyuna zorluyorlar.

Medya inanışları, mâbedleri geride bırakacak tesirdedir. Olmazı olur kılacak çekiciliği ve tesiri vardır. Hem sürüklenir, hem sürükler. Bir moda varsa ve birileri onu takip etmeyi şart görüyorlarsa mikrofonlar, ekranlar buna ister istemez uymak zorunda kalabilirler. Bu asrın halka ilişkiler ve propaganda gücünün böyle bir zorlayıcılığı var. Bunu Türk’e ve Türkçe’ye uyguluyorlar.

Komplo teorilerine benzer cümleler ettiğimin farkındayım. İçinde bulunduğumuz durum bunu düşündürecek ölçüde kurguya benziyor. Gerçeğe dayanan fakat gerçeği aşan ve değiştiren bir kurgu karşısında şaşırıp kalıyoruz. Bu durumun psikolojisi de yukarda söylediğim cümleleri aşar. Topyekûn kendini değersiz görmeyi bu psikolojinin merkezine alıyorum.  En önemlisi çokça yazdığım bu husustur.

Bütün kanallar bozgunculuğa koşulduğuna göre, burada bir yol şaşırmadan söz edilebilir. Ben buna yolu şaşırmayı aşan bir ifadeyle Cengiz Aytmatov’un adını koyduğu ‘mankurtluk’ diyeceğim. Çünkü beş yıl önce doğru ve güzel Türkçe ile program sunanlar, haber veren ve okuyanlar, şimdi bu şaşkınlığı aşan hipnoza düştüler.

Sessiz müsabaka seyrediyorum

Kafamı boşaltmak ve dinlendirmek için maç seyrederim. En çok basketbol, voleybol ve futbol. Millî maçlarla beraber başka ülkelerin takımlarıyla bizimkilerin maçlarını millî maç heyecanıyla takip ederim. Son yıllarda bu saydığım sebepler yüzünden maçları, yine televizyonun sesini kısarak seyretmek zorunda kalıyorum. Sessiz maç seyretmenin tatsız tuzsuzluğunu, spikerlerin Türkçe’yi bozmalarının azâbına tercih etmek zorunda kalıyorum.

Özel kanalların dikkatsizliği bellidir. Şimdiki kadar olmasa da ona az çok alışığız. TRT en büyük problem… Benim yayıncı meslektaşlarım, anlı şanlı TRT spikerleri bu tersine yarışta ön alıyorlar. Bunu çok yazdım. Çalışırken de duyurdum, olmadı birçok yerde yazdım. Hiç kimse “ne diyorsun?” demedi. İsim vererek tenkıd ettim, yine ses çıkmadı. Böyle bir ölü toprağı serpilmiş halimiz var. Eskiden, her tenkıde dikkat ederdik. Doğruluğunu yanlışlığını kurum mesele ederdi. Kendi yaşadıklarımdan biliyorum.

Mesela, bir not yazdım, kimseden ses çıkmadı. Bana kalırsa suçu aşan bir durumdur. Buna hiç kimsenin, hele devlet televizyonunun hakkı olamaz. İsim veriyorum. Durumu anlatıyorum. Herkesin gözü önünde olan bir hadiseden bahsediyorum. Bile bile bozuyorlar diyorum. Eskiden olsa ekran yüzü göremezlerdi, kimse müsaade etmezdi, diyorum. Dedim, diyorum, diyeceğim.

Erdoğan Arıkan örneği

İki yıl önce yazdığım o notlardan birini burada vereyim istiyorum:

“Maçları sesi kapatarak seyretmek zorunda kalıyorum. Şu anda İrlanda İsveç maçı var. Erdoğan Arıkan, “Türkçe katlinde beni de sıraya yazın!” demek için çırpınan bir yıkıcı rolünde. Rastgele es veriyor. Çünkü en kolay bozgunculuk öyle oluyor. “Hiçbir kural tanımam” demenin en kolay yolu da bu. Başta, ortada, sonda hece uzatıyor.  Sonda mutlaka. Öyle olunca da esten ve uzatmadan sonraki her kelimeyi yanlış tonluyor. Fiil ve fiilimsilerden önce mutlaka duruyor. İsim ve soyadlarını bile ayırıyor, tamlamaları da. Olmayacak işler...

 

İşi anlatmak. Anlama olmayınca anlatmak da olmuyor. Cümleyi manaya göre bölmüyor, kelime gruplarını anlam öbekleri halinde ayırmak zaten yok.

Türkçede vurgu ileriye doğrudur. Erdoğan ve diğerleri, hep geriye doğru çeken bir frenle yoruyorlar. Dinlemeye mecâliniz kalmıyor. Rölantide de değil, bir türlü marş basmayan araba gibi. Bir “ MAAaaççç...” deyişi var ki... tek hecede bir kaç hata...

Beni asıl üzen ve düşündüren şu: Erdoğan ve diğer TRT spikerleri bunların yanlış olduğunu bilmez değiller. Kendilerini bıraksalar hata ihtimali azdan azdır. 

Ana dili böyle kendiliğindendir. Ayrıca, bu spikerler düzgün söyleme ve tonlama terbiyesi alırlar. İyi yetişmişlerdir. Hal böyle olunca, düşüne düşüne, bilerek bozduklarını görüyorum.  Çünkü, bu bozgunculuk ancak tersine bir gayretle olur.

Hukuk dilinde buna “taammüden” deniyor. Bu taammüde bütünüyle medyamız, muhabiri, spikeri, sunucusuyla koşulmuş durumdaydı.

6-7 yıl öncesinden başlayarak TRT de o kervana katıldı. Dikkat edin, durum tersine döndü: Bir kaç yıl öncesine kadar spikerlerle ölçülü-dengeli duyulan bir Türkçe duyardık; işe bakın ki şimdi araya yorumcular girince kulağımız rahatlayıveriyor.

4 yıl önceki Avrupa Şampiyonası’nda, ATV’nin spiker sayısı yetmediği için TRT ile anlaşmışlardı. O şampiyonayı sunanlardan biri de Erdoğan’dı. Tertemiz bir sunuştu. Diğerleri de öyleydi. Açın seyredin. Bir daha şaşacaksınız. “Bunlar aynı kişiler olamaz!” diyeceksiniz. Yeni alınanlar, pek çok bakımdan zaten bir felâket!

Kol bacak kesmek modası olur mu?

Peki, ne oldu da böyle ses kapattırıyorlar? “Şimdi trend böyle”ymiş. “Trend” üslubla ilgili olabilir, tarzla ilgili olabilir, esas yine değişmez.

“Dilimiz bin yılların mirasıdır, bizi biz yapandır, onunla böyle oynanmaz” diyen yok. Yani, bu Molla Kasımsız ortamda, bozmazlarsa itibar edilmeyeceği kanaatiyle tam gaz gidiyorlar.

Dünyanın hiçbir yerinde bu bozgunculuğa sessiz kalınmaz. Sessiz kalmak ne demek, kıyameti koparırlar. Zaten, olmaz da, olmuyor da. Ne kadar savunmasız hale geldiğimizi varın anlayın!

“Bu nasıl iş?” diyeceğinizi biliyorum. Evet, yanlış duymadınız: Artık, yıkmak bir görev gibi ve buna itiraz edecek kişiler de, mahfiller de yok. Üniversiteler, binlerce Türk dili ve edebiyatı profesörü, sessiz, umursamaz, derdsiz, sancısız...

Neredeyse İlber Ortaylı dışında bu Türkçe bozulmasından devamlı bahseden hoca yok.

TRT Genel Müdürü sevgili Şenol Göka, bu yanlış gidişi durdurursa Türkçe’ye, kültüre, sanata en büyük hizmeti yapmış olacak.”

Şenol gitti. Yenisi geldi. Bozulmada başı çekme değişmedi.