Yümni Sezen

Tüm yazıları
...

Yanlışlara Kurban Edilen Doğrular

1938’de Urfa’nın Birecik İlçesinde doğdu. Aynı yerde ilk ve ortaokul öğreniminden sonra 1957’de Gaziantep Lisesini bitirdi. 1961’de Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı çeşitli okullarda öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. 1975’de İstanbul Ortaköy Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptı. 1976-78 İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Müdürlüğü görevinde bulundu. 1985’de Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesine öğretim görevlisi olarak geçti. Bir yıl sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Yapı ve Sosyal Değişme Anabilim Dalında doktorasını tamamladı. Sırasıyla Yardımcı Doçent, Doçent ve sonra Profesör ünvânlarını aldı. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde Din Sosyolojisi öğretim üyeliğinden emekli olarak çalışmalarını sürdürmektedir.

Çalışmaları felsefe, sosyoloji, din sosyolojisi ve İslâmi sosyoloji çalışmaları üzerinde yoğunlaşmıştır. Evli ve üç kız babasıdır.

İletişim: sezenyumni@gmail.com

Yümni Sezen

İstismar-2

Latince protesto etmek, ileri sürmek, temin etmek, bir konuda güvence vermek gibi anlamlara gelen reklamer (Fransızca fiil), Fransızca şu anlamlarla geçip bütün dünyada buna dayalı belirli, fakat pek fark edilmeyen bir anlam kazanmıştır. Reklamer (reklame) istemek, hak olarak istemek, ileri sürmek, sözünü dinletmek, mecbur bırakmak, zorunlu kılmak, birinin veya bir şeyin üzerine dikkat çekecek tarzda hareket etmek, ısrarla istemek, yalvarıp yakarmak, rica etmek, birini bir şeye zorlamak, ihtiyaç duymaya zorlamak, avcının kuşu yakalaması için tuzakla yapma, kuş ve yalancı yem kullanarak bağırıp işaret etmek. Bu kadar anlamın ortak noktası hile, kandırma ve sinsi baskıdır. Esasen bunlar liberal kapitalizm ile yakışır. Reklam bir defa meşru bir tanıtım fiilini çoktan aşmıştır. Bir memleketin tanıtımı, bir şehrin, bir teknik eserin, bir bölgenin tanıtımı, üretilen bir malın tanıtımı bugün içinde yaşadığımız ve algılatılan konu değildir. Kapitalistin reklamı için araçla amacın uyum içinde olması, toplumun kültürüne ve ahlaka uygun olması şart değildir. Araba reklamı yaparken onu çıplak bir kadınla birlikte gösterebilirsiniz. Öyle yapılıyor. Seks görüntüsü, iştah açıcılık, bir espri, bir nokta, bir tarih saptırması vs. reklam için meşru ve mubah bir yaklaşımdır.

Reklamcı hem kendinin hem övdüğü sermaye sahibinin metaını ve menfaatini en iyi şekilde kollamak üzere her şeyi kullanır. Ahlakla, kanunlarla sınırlanmış görünmekle beraber bunları yırtmak için fırsat kollar, fırsat buldukça da terk edip geçer. Dinin kutsallarını bile reklama malzeme yapmaktan çekinmez. Engellenmedikçe çiğneyip geçemeyecek hiçbir ilke ve inanç yoktur. Çocukları kullanır, yaşları kullanır, erkek ve kadın mal sahibi fark etmez. Espri adı altında ifsat, sanat gösterimli kabalık, her şey mubahtır. Her şey onlar için bir araçtır. Liberal kapitalizmin ruhuna uygun olan yani dünyaperestliğin bir yansıması olan bu üslup, yalnız kapitalizme has zararlarla toplumun iktisadı hayatını olumsuz etkilemekle kalmamış, toplumun kültür ve ahlak hayatını da avcunun içine almıştır. İddia edilen istihdam kefesi, zararına oranla tüy gibi hafif kalır. Televizyonlar bahsettiğimiz bu çirkinlikleri alabildiğine arttırmıştır. Toplumun her kesiminin gözünün içine baka baka bir gıda maddesini, başta çocuklar olmak üzere rol almışlara yedirtir, iştahla hazzın sınırsızlığını gösterir. Burada kabahat toplumun aç ve toplardan müteşekkil olması mıdır? Hepsi aynı refah seviyesinde olsaydı reklama zaten ihtiyaç kalmaz mıydı? Şüphesiz hayır. Kapitalizm reklam için yeni yeni yollar arardı. Liberal kapitalizmin açtığı belalar hem seyirci için hem rol sahibi için gerekli ortamdır. Sorabiliriz: Bu bir medeniyet çeşidi haline mi gelmiştir? Eğer medeniyeti sırf yüksek ve güzel noktaların yoğunluğu anlamında almazsak, onu sadece aleti bol, görünürüne görünmezine aldırmayan bir hayat tarzı olarak alırsak, bu medeniyet, liberal kapitalizmin, şimdi de küreselinin, evet bir medeniyet şeklidir. “Açıklık” avantajına bakarak, onun lehine bunu yorumlayabilir miyiz? Açıklıktan ziyade “teşhir” medeniyeti diyebiliriz. Bu medeniyet tipi her şeyi teşhir eder. Yatak odasını ve sahnesini teşhir eder. Bu açıklık mıdır teşhir midir? Zaten ne olursa olsun, bütün maksat kazanmak, kâr etmek haz duymak ve dünyaya tapmaktır. Bu bakımdan diyoruz ki maddeci felsefeye dayalı Marksizm ve benzerleri liberal kapitalizmin maddeciliği yanında yaya kalır. Kapitalizmin hile ve sapıklıklarını görmezsek bunu anlayamayız.

Biraz kâr etmek için yapılmakta olan bir reklam hadisesinden bir medeniyet fikrine çıkmakta haksız mı davranıyoruz? Reklamları seyretmeye devam ediniz, sadece ön çerçevesini değil, arka çerçevesinde görmeye çalışınız ve öyle karar veriniz. Her kültürün işaretleri ve ipuçları olduğu gibi her medeniyetin de vardır. Gerçek yüzünü dönüp onu aşan hakikaten arkasını çevirmek, gerçeği açık hakikate kapalı kalmak olmaz. Olursa böyle olur.

Marksistler gerçeğe dönük olmuşlar fakat arka planı da oraya bağlamışlardır. Mesela töre ve ahlakı yaşama şartlarına yabancılaşma şeklinde almışlar, bunları bir “işçi sınıfı töre ve ahlakına” çevirmeyi arzulanmışlardır. İktisadi olmayan herhangi bir şeyde feragat ve fedakârlığı veya tevekkülü, boyun bükmeyi, işçi sınıfı ile nasıl edebileceğimizi, ancak uyuşturucu din ile açıklamakla yetinmişlerdir. Her şey iktisadi hayatın doğru veya ters yansıması mıdır? Böyle söylemek yetmez. Biraz daha ileri giderek diyebilir ki, ahlaki değerler sadece ve yalnızca haksızlık karşısında ortaya çıkmazlar. Onlar zaten ve esasen doğru ve ahlakidirler. Haksızlık karşısında yeni bir haksızlık yaratmak mümkündür ve bu ahlaki olur mu? Beklenen sonuçta, daha doğrusu ütopyada, emekçilerin kendi aralarında ve kendi düzenlerinde, sınıfsal olmayan hiçbir ahlaki değer ihtiyaçları kalmayacak mıdır? Sömürüden kurtulan ve toplumun tamamını teşkil edecek olan emekçi düzeninde işçiler adeta melekleşen bambaşka bir insan tipi mi olacaklardır? Evrimin hedefi böyle bir şey miydi? Oysa uygulamaya bakarsak; Sovyet sosyalist düzende olan birçok şey, işçi sınıfının sorumluluğu dışında sergileniyordu. Adam kayırmalar, tezgâh altında sakladıkları iyi şeyleri (etin iyi tarafı giyim eşyası vs.) dostlarına el altından vermeler, dolar biriktirmeler, yüksek makamlardakilerin araba koleksiyonları vb. tavırlar yaşandı. Bütün dünya komünistleşmediği için ‘örneği’ dışarısı bozuyordu mu diyeceğiz? Öyle dendi. İnsan kendisini anlayıp hesap etmeden dışarıya bağlanacaksa, kapitalizmin daha haklı ve güçlü olduğunu itiraf etmiş oluruz ki, yanlış olan budur. Sorumluluk duygusunu tam olarak kavrayamazsak, hele sorumluluğu aşağıya çekip durursak, benzeri sorular cevapsız kalmaya devam eder. Mecburen sorarız: Yoksa sorumluluk da mı bir yabancılaşmadır?