...

Yeni “Âkil İnsan” Ortaylı Mı?

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Ubade Evli

Hatırlarsınız, “Çözüm Süreci” zamanında “Âkil İnsanlar Heyeti” isimli bir güruh vardı. Bunlar Anadolu’yu gezerek, Türk milletini, bu topraklardaki egemenliğini paylaşmaya ve PKK’yı affetmeye ikna etmek için görevlendirilmişti. Gittikleri her ilde büyük tepkilerle karşılaşmış ve konuşmalarını pek fazla yapamamışlardı. Bu sebeple gezileri de çok sürmemiş ve ekip dağılmıştı.

İlber Ortaylı’ya da o günlerde “âkil insan” olması için teklif gitmiş miydi bilmiyorum. Kendisi o günkü ekipte yoktu ama meğer hazret pek hevesliymiş. Beyefendinin içinde ukte kalmış olacak ki o günkü “âkil insan”ların tezlerini biraz gecikmeli olarak bugün paylaşıyor. Kanaatini yaymak için de kanal kanal gezmesine ek, şimdi de eski “âkiller” gibi şehir turlarına başladı.

Ortaylı, geçtiğimiz günlerde İnebolu’daki konferansında, televizyonlarda söylediklerini tekrarladı. “Bizim buradaki yerleşmemiz de yüzde 100 kabul edilmiş bir şey değildir” diyerek, Anadolu’daki Türk varlığına karşı Batı’nın duyduğu tarihî rahatsızlığı dile getirerek yine bizi sığınmacı ve kaçaklarla bir tuttu. Evet, yanlış duymadınız. Şu an Türk halkındaki sığınmacı ve kaçaklara karşı beliren haklı tepkiyi, Batı’nın Türkleri önce Rumeli’den, daha sonra da Anadolu’dan atarak, kendileri için tehlikeyi uzaklaştırma hedefiyle aynı kefeye koydu. Yâni buradaki mülkümüzü Batı’ya hasretti ve bizi kendi vatanımızda sığınmacı yaptı.

Ortaylı, manipüle etmeye çalıştığı kamuoyuna bu peşrevi çekerken azimli bir “âkil” olacağını birilerine göstermek istiyor gibi. Eski “âkiller” de, tek, mukaddes ve el değmemiş vatan duygusuna saldırır, zihinlerde âdeta yârin yanağı gibi asla paylaşılamaz mübarek vatan düşüncesini zedelemeye çalışırdı. Sonrası ise basit; mukavemeti kırılan Türk halkı böylece hukukî oldubittilere razı olacaktı. Ortaylı’nın vazifeşinaslığı böyle bir amaca mâtuf görünüyor.

Buradaki bin yıllık Türk kesâfetine ve kudretine dayanan devletli, medeniyetli varlığımızı Ortaylı bilmiyor mu? Anadolu ve Rumeli’nin ne derece bizim, bizden olduğunu bilmiyor mu? Elbette biliyor. Belki de Türkiye’de en iyi bilen ilk on kişi arasında bile olabilir. Hatta Atsız’ın meşhur şiirinin “Şehitlerden elli milyon bekçisi olan / Aşılmaz bir kayadır bu ebedi vatan!” mısrâsını da okumuş olabilir. O zaman Ortaylı bu hataya neden düşüyor? Çünkü mesele bilmek değil. Bir anlığına Ortaylı’nın sözlerini “âkil”liğine değil de ihtiyarlığına verelim. En iyi ihtimalde bile Ortaylı’nın Türklerle değil, Batılılarla empati yaptığı, konuya bizim açımızdan bakamadığı ortaya çıkıyor.

Tabii bu sağlıksız hâlin başka tezahürlerinin de ortaya çıkması beklenirdi, öyle de oluyor. Yine yeni “âkil”imiz katıldığı bir televizyon programında “Türkiye’nin mülteciye ihtiyacı var, yaşlanıyoruz. Afganlar olmasın diyenler var. Senin bağında bahçende meyveyi kim toplayacak” diyor. Üstâdı burada âdeta bir elinde çapa bir elinde tezek kendisini ülkenin ziraî kalkınmasına adamış, meselelere vâkıf dertli bir yürek zannedersin. Elbette değil. Ayrıca, dile getirdiği tarım işçisi ya da çoban ihtiyacı da yok. Ülke içerisinden karşılanamayacak bir ihtiyaç söz konusu değil. Bu sektörlerde plansızlık ve keşmekeş hâkim. Ortaylı’nın açıklamaları hiçbir veriyle örtüşmediği gibi, söylediğinin bu insanların güvencesiz ve kölelik şartlarında çalıştırılmasından başka bir sonucu da olmuyor. Aslında Ortaylı, meselenin bu tarafıyla da sermayenin sözcülüğünü yapıyor ve çok ağır şartlarda, çok az bir ücrete çalıştırılan sığınmacıların emeğinin sömürüldüğü düzenin devamını istiyor.

Yine hadi Ortaylı’nın dediği gibi olsun ve bahse konu alanlarda iş gücüne ihtiyaç var diyelim. Bu ihtiyaç, sınırdan kaçak girmiş, kim olduğu, ne olduğu belli olmayan, evi sırtında Afganlarla mı giderilecek? Bâzı sektörlerin iş gücüne ihtiyacı varsa bu böyle kontrolsüz mü giderilmek zorunda? Biz de zamanında Batı Almanya’nın yaptığı gibi devletlerarası anlaşma ile kayıtlı, kontrollü, planlı, seçerek ve eleyerek yapamıyor muyuz?

Türkiye, 1961 yılında başlayan süreçle birlikte pek çok ülkeye uluslararası iş gücü anlaşmaları doğrultusunda milyonlarca Türk’ü işçi olarak gönderdi. 1973 yılına gelindiğinde bir milyona yakın misafir işçi Batı Almanya’da bulunuyordu. (Türk tarihinin en yanlış kararlarından biri olan Almanya’ya ve diğer ülkelere işçi gönderimi başka bir yazının konusu.) Bu işçiler sâbıkasız, sağlıklı ve yine Alman devletinin istediği becerilere sahip kişilerden seçiliyordu. İki devlet arasında kurulan ortak birim vasıtasıyla buradan giden bir işçinin nerede yatacağı, nerede çalışacağı, her şey önceden belirleniyordu. Kendilerine belirtilen bölgeden dışarı çıkmaları da yasaktı. Hülâsa, Alman sanayisinin iş gücü ihtiyacını, Alman devleti sıkı bir disiplin ve sistemli bir şekilde çeşitli ülkelerden temin etmişti.

Eğer Türkiye’nin de işçiye ihtiyacı varsa, ilgili sektör temsilcileri, odalar, meslek kuruluşları devlete başvurur. Devletimiz de düşünür-taşınır, başka bir yol bulamazsa bu ihtiyacı dışarıdan temin yoluna gidebilir. Hukuk devletlerinde olması beklenen, aklın da emrettiği esaslara göre bir süreç işleyebilir. Bu çok zor olmamalı. Bu kadarı bile bize çok görülmemeli.

Ortaylı bu işlerin böyle olması gerektiğini bilmiyor mu? Elbette biliyor. Peki, neden millî güvenliğimizi, sosyolojimizi tehdit pahasına yasa dışı yolları güzelliyor? Çünkü Ortaylı, medenî, şahsiyetli ve hukuka uygun politikaları bizim için isteyemeyecek kadar bizden değil. Onun oryantalist kafasında burası düzensizliğin, sömürünün, hukuksuzluğun ülkesi. Ezberlediği ve onun için muntazam olan tablo bozulacak diye ödü kopuyor. Bu sebeple bize iyi ve doğru işleri yakıştıramıyor.

Her konuda bir fikriniz olabilir. Size çok çeşitli meselelerde soru soruyor da olabilirler. Ama siz her konuda fikir beyan etmek, kamuoyu önünde bu fikirlerinizi açıklamak zorunda değilsiniz. Uzmanlığınızın dışında kalan konularda kalabalıklara seslenirken çok dikkatli olmanız gerekiyor. Hele halkta tanınırlığa ve itibara sahipseniz, bilhassa memleket meselelerinde kılı kırk yarmak zorundasınız. Birileri, Ortaylı’ya her konuda konuşmak zorunda olmadığını hatırlatmalı.