Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
Bu topraklar, tarihi Misak-ı Milli coğrafyasının parçasıdır

Bu topraklar, tarihi Misak-ı Milli coğrafyasının parçasıdır

Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Akif Okur ile İdlib zirvesi ve Bahar Kalkanı Harekâtı üzerine konuştuk.

Suriye’de kahraman Mehmetçiklerimizi şehit verdiğimiz çok acı hadiselerin ardından başlatılan Bahar Kalkanı Harekâtı hakkında öncelikle neler söylemek istersiniz?

Bahar Kalkanı Harekâtı’nın ardında birbiriyle irtibatlı üç ana gerekçenin olduğu anlaşılıyor: Türkiye’nin güvenliği, insani gerekçeler ve jeopolitik dengelerle ilgili hassasiyetler. İdlib’te yaşayan nüfusun Türkiye’ye doğru sürülmesi, şimdiye dek şahit olduklarımızdan daha büyük bir mülteci akınıyla yüzleşmek anlamına geliyordu. Aynı zamanda, bölgede mevcut bulunan ve Türkiye’nin de terörist saydığı bazı unsurlar da göç kafileleri arasında ülkemize sızabileceklerdi. Böylesine bir iltica dalgasının sebep olacağı sıkıntılar ve insani kayıplar da ayrıca önemliydi. Masum sivillerin korunması hem insani ve vicdani bir gereklilik hem de bölge jeopolitiği bakımından gerekli bir adım. Rejim-Rusya-İran üçlüsünün sakıncalı saydıkları nüfusu ülke dışına göçe mecbur eden saldırıları, bölgenin insansızlaştırılması faaliyeti şeklinde devam ediyor.

Bu topraklar, tarihi Misak-ı Milli coğrafyasının parçası. Misak-ı Milli coğrafyası, Türk milletiyle irtibatlı, Türk milleti çatısı altında tasavvur edilebilecek toplulukların yaşadıkları yerler dikkate alınarak tarif edilmiştir. Dolayısıyla, sınırlarımızın ötesindeki bu topraklarda yaşayanların önemli kısmı, tarih, inanç, köken gibi sebeplerle kendilerini Türkiye’ye yakın hissediyorlardı. Bu kesimlerin yurtlarından edilmelerine dayalı bir nüfus mühendisliği, Şam’da Türkiye’ye hasım bir iradenin kalıcılık kazanması, Türkiye’nin hudutlarında da buna uygun yeni bir nüfus tasarımı anlamına gelebilir. Bu çerçevede, İdlib meselesini kendi hedefleri doğrultusunda halledecek Rejim-Rusya-İran üçlüsünün, İdlib’teki saldırılar esnasında başvurdukları gerekçelerden hareketle Türkiye’nin terör koridorunu önlemek ve Suriyeli mültecilere güvenli hayat sahaları oluşturmak için denetlediği bölgelere de yönelebileceğini varsaymak gerekir. Bu aşamada Türkiye için soru, böylesine bir askeri yüzleşmenin İdlib’te mi yoksa diğer harekât bölgelerinde mi yaşanmasının daha avantajlı olacağıdır. Mülteci meselesinin Türkiye’yi aşan boyutlarının olması, İdlib’te kurulacak bir savunma hattının diplomatik avantajlarına işaret ediyor. Afrin gibi bölgeler üzerinde gerçekleşecek bir çatışmada Rejim-Rusya-İran üçlüsünün yanına PYD/YPG’nin eklenebileceğini, Türkiye’nin içinde etnik temelli bir huzursuzluk iklimi, dünya kamuoyunda da bir diplomatik destek atmosferi üretilebileceğini hesaba katmak gerekiyordu. Dolayısıyla, Türkiye’nin bu ve benzeri gerekçelere dayanarak Bahar Kalkanı kararını almış olması mümkün. Askeri açıdan bakıldığında özetle şunları söyleyebiliriz. Hava sahasıyla ilgili dezavantajlı pozisyonumuzun yüreğimizi yakan kayıplarda önemli pay sahibi olduğu anlaşılıyor. Rejime verdirilen kayıplarda ise Mehmetçiğin ve Suriye Milli Ordusu’nun fedâkarâne mücadelesi ile milli silah sanayimizin ürünlerinin etkili olduğu görülüyor. Bu faktörler, güvenlik sektöründe takip edilmeye devam edilmesi gereken yol haritasını da önümüze tekrar koyuyor.

Harekâtın başlamasıyla paralel zamanda gerçekleştirilen sınır kapılarının açılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Rejim-Rusya-İran üçlüsünün İdlib’in belirli bölümünü ele geçirmesi sayıları bir milyona yaklaşan mültecilerin Türkiye sınırında toplanmasına sebep oldu. Avrupa sınırının açılmasıyla şunların hedeflendiği düşünülebilir:

 a) Türkiye’nin sınırlarını mültecilere tekrar açması yönünde oluşabilecek uluslararası baskının önlenmesi.

b) Türkiye’nin mülteci dalgasının büyümesini önlemeyi hedefleyen askeri harekâtına Batı’dan destek sağlanması.

c) Türkiye sınırları içindeki ve sınırdaki mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanması hususunda Batılı ülke ve kuruluşların harekete geçirilmesi.

Moskova’da, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Putin arasında gerçekleştirilen İdlib zirvesinden çıkan sonuçlar neyi ifade etmektedir?

Çıkan antlaşmayı “yeniden mevzilenme” olarak ifade edebiliriz. Taraflar, tırmanmanın devam etmesi halinde Suriye dışı alanlarda da önemli boyutlara sahip ikili ilişkilerin tahrip olacağı kaygısını hissettiklerini tavırlarıyla yansıttılar. Mevcut ateşkes, daha büyük bir mülteci dalgasının önünü kesmekle birlikte hâlihazırda İdlib bölgesinde yerinden edilmiş nüfusa fiilen evlerine dönme imkânını sunmuyor. Bölgedeki örgütlerle, Suriyeli nüfus arasında radikalleşmeyi azaltacak yöntemlerle mücadele için gerekli zemini sağlamıyor. Siyasi çözümün fiilen mümkün olabilmesi için sahada Rejim-Rusya-İran üçlüsünü masaya mahkûm eden bazı dengelerin mevcudiyeti gereklidir. Önemli karayollarının muhalefetin denetiminden çıkması, bu doğrultudaki son kozların da el değiştirmesini sağlıyor.

Ayrıca, Rejim-Rusya-İran üçlüsünün ulaşmak istediği hedefleri dilimleme, elde edilen ilk dilimleri askeri, diplomatik ve siyasi açılardan hazmetmek için ateşkeslere başvurma taktiğini Suriye’de çok defa uyguladığını unutmamalıyız. Bu sicil, ateşkesin hayli kırılgan olacağını gösteriyor. Dolayısıyla, tarafların ateşkesin işlememesi ihtimaline karşı askeri ve diplomatik hazırlıklarını sürdürecekleri bir dönemin bizi beklediğini düşünebiliriz. Daha önce S-400’lerin aktif hale getirileceğinin belirtildiği Nisan ayı özellikle önemli bir eşik. Türkiye, İdlib’teki çatışmanın ardından Rusya’nın S-400’lerle ilgili taahhüdlerine uyup uymayacağını görerek muhatabın gerçek pozisyonu hakkında daha tatmin edici bir anlayış geliştirecek. Yine Türkiye’nin İdlib’teki çatışma sebebiyle Patriot istediği batılı aktörler de Nisan ayındaki gelişmelere odaklanacaklardır.

Zirveden çıkan ateşkes kararına rağmen Suriye’nin ateşkese uymayarak saldırılarına devam etmesi ne anlama gelmektedir?

Türkiye-Rusya arasında askeri heyetler düzeyinde gerçekleşecek müzakerelerde el yükseltme taktiği olarak görülebilir. İdlib zirvesinin başlangıç kısmından yayınlanan görüntülerin de benzer bir amaca hizmet ettiğini düşünebiliriz. Rejim-Rusya ikilisi, masaya güçlü taraf olarak oturduklarını ihsas ederek, heyetler arası müzakerelerde kendi tezlerine üstünlük sağlamayı amaçlıyorlar.

Diğer Söyleşiler