Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
BAZI MADDELERDE VE KAVRAMLARDA BOŞLUKLAR MEVCUT

BAZI MADDELERDE VE KAVRAMLARDA BOŞLUKLAR MEVCUT

Emekli Büyükelçi Dr. Ahmet Zeki Bulunç ile Cenevre görüşmelerini ve Kıbrıs meselesinin son gündem maddelerini konuştuk.

Kıbrıs meselesini görüşmek üzere Cenevre’de BM Genel Sekreteri başkanlığında yapılan gayri resmî Kıbrıs görüşmeleri sona erdi ve bu görüşmelerde ortak bir zeminin bulunamadığı açıklandı. Açıklamada yer alan “ortak zemin” ifadesiyle anlatılmak istenen nedir, bugüne kadar yapılan görüşmelerde taraflar nasıl bir ortak zeminde bir araya gelmişlerdi?

Kıbrıs’ta varılabilecek bir antlaşma için acaba taraflar benzer yaklaşımlar içinde midir? Bir antlaşma için ileri sürdükleri tezler, görüş ve öneriler birbirine yakın mı?  Bunun belirlenmesi meselesi vardır. Geçmiş dönemlerde, Kıbrıs Türk halkı adına Sayın Cumhurbaşkanımız ve GKRY lideri arasında yapılan görüşmelerde -ki biri devlet başkanı diğeri toplum lideri kabul ediliyordu, bunun kabul edilmesi mümkün değil- maalesef uzun yıllar bu format devam etmişti. Bu görüşmelerde BM parametreleri olarak adlandırılan iki toplumlu, iki kesimli federal bir sistem üzerinde görüşülüyordu ve bu federal sistemde belirli alt başlıklar ana konular olarak yer alıyordu. Örneğin; toprak, mülkiyet, güvenlik, AB ile ilişkiler ve güç paylaşımı meseleleri gibi konular maddeler halinde değerlendirilmişti. Bunlar, o dönem kabul edilmiş olan parametreler şeklinde ortaya konmuştu. Ancak Temmuz 2017 Crans-Montana görüşmelerinde dönemin Cumhurbaşkanı sıfatıyla Akıncı’nın Rum tarafına verdiği başta büyük toprak tavizleri ve siyasal/egemen eşitlik, garantiler, güç paylaşımı konuları olmak üzere verilen aşırı tavizlere rağmen Rum lideri Anastasiadis’in Kıbrıs Türk halkı ile hiçbir şeyi paylaşmak istememesi, Türk halkını azınlık statüsüne düşürmek istemesi, sıfır asker sıfır garanti tezinde ısrar etmesi nedeniyle masayı terk etmesi sonucunda BM parametrelerine dayalı görüşme süreci çökmüştür. Yani federasyona dayalı bir antlaşma modeli tamamıyla çökmüştür. Federasyon modelinin imkânsız hale gelmesi ve her şeyi almak isteyen Rum-Yunan tutumunun Kıbrıs’ı bir Helen adası yapma ısrarı sonucu federasyon görüşmelerine son verilmiştir. Bu nedenle Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti artık, BM parametrelerine dayalı iki kesimli ve iki toplumlu bir federasyon temelinde bir görüşme yapmayacağını dünya kamuoyu önünde kesin bir dille açıklamıştır. Türk tarafı artık bağımsız egemen iki devletin, devletler arası bir antlaşma ile iki egemen bağımsız devletin iyi komşuluk, iş birliği ve dostluk anlayışına dayalı bir uzlaşma modelini savunmaktadır. Dolayısıyla Rum tarafının Crans-Montana’da varılan görüşmelere kadar olan süreçte anlaşılmış olan noktalardan devam edilmesini, Guterres’in Crans-Montana’da sunduğu önerilerin esas alınmasını ve federasyon görüşmelerinin devam etmesi yönündeki yaklaşımlarını kabul etmemektedir. Artık o görüşme modeli söz konusu olamaz. Çünkü Türk tarafı için artık bu sistem çökmüştür, biz artık federasyonu görüşmeyiz diyerek iki bağımsız egemen devletin yapacakları bir antlaşma temelinde hareket etmektedir. Bu farklı iki görüş nedeniyle bir ortak zemin yoktur. Sözünü ettiğiniz 5+1 gayriresmi görüşmelerde ortak bir zemini olup olmadığı araştırılmıştır. Ortak zeminden kastedilen bu idi ve Ortak bir zeminin bulunmadığı BM Genel Sekreteri açıklamıştır.

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın görüşmelerde sunmuş olduğu 6 maddelik öneri paketini değerlendirecek olursanız hangi noktalara dikkat çekmek istersiniz?

Sayın Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Türkiye ile mutabakat halinde sunmuş olduğu 6 maddenin tamamını bütün olarak değerlendirecek olursak Türk tarafının iyi niyeti ortaya konmuştur. Ancak sunulan bazı maddelerde veyahut kavramlarda boşluklar vardır.

Sunulması gereken öneri, iki bağımsız egemen devletin, bağımsız devletler arasında yapacakları, egemen devletler temelinde bir uzlaşmanın, antlaşmanın olmasıdır. Artık iki devletin eşitliği gibi bir kavramı konuşmaya gerek yoktur çünkü iki egemen bağımsız devlet dediğimiz zaman egemen eşitlikler söz konusudur. ABD ne kadar egemen eşit ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de Devletler Hukukuna göre o kadar egemen eşittir. Dolayısıyla, öncelikle bu gibi kavramların gerçek anlamlarına ayrı bir özen gösterilmesi gerekiyor. Bir başka ifade ile konfederasyonu çağrıştıracak kavramlardan kaçınmak ve o anlama gelecek cümleler varsa oradaki kavramların içini doldurmak lazım.

Öneride 1. Maddede: “Genel Sekreter, Güvenlik Konseyi’nin iki tarafın eşit uluslararası statüsünün ve egemen eşitliğinin güvence altına alındığı bir kararı kabul etmesi için inisiyatif alacaktır.” deniyor. Yani, Rum tarafı ne kadar egemen ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devleti de o kadar egemendir. Rum tarafında Anastasiadis devlet başkanı olarak varsa Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de devlet başkanı olarak masaya oturmalı ve iki egemen bağımsız devlet arasında görüşmeler başlamalıdır diyor. Bu doğru bir yaklaşımdır.

1. Maddenin devamı olarak: “Böyle bir karar, mevcut iki devlet arasında iş birliğine dayalı bir ilişki kurulması için yeni bir temel oluşturacaktır.” Mevcut iki devlet demek yerine, mevcut iki bağımsız egemen devlet demek lazımdır. Çünkü bizim tezimiz budur. Bu tezimizi açıkça BM düzeyinde dile getirmemiz gerekir. Buna benzer kavramlarda bir tutarlılığın ve güçlendiriciliğin olması gerekir. En önemli noktalardan biri budur.

Bir diğer maddede: “Müzakereler, iki bağımsız devlet arasındaki gelecekteki ilişkilere, mülkiyet, güvenlik ve sınır düzenlemesinin yanı sıra AB ile ilişkilere odaklanacak.” gibi ifadeler var. Burada, açıkça iki bağımsız devlet deniyor ama iki bağımsız egemen devlet denmiyor. Diplomaside bunun gibi düzenlemeleri taraflar farklı yönlere çekip sizi istedikleri yere doğru yönlendirme zeminlerini yaratmaya çalışırlar. Bu ifadelerin açık, net ve kesin olması lazım.

Bir diğer mesele ise, artık uluslararası düzeyde Kıbrıs için “çözüm” kelimesini ortadan kaldırmamız lazım çünkü Kurucu Cumhurbaşkanımız Denktaş’ın yıllar önce söylediği gibi Biz Kıbrıs’ta çözüm diye bir şey aramıyoruz çünkü Kıbrıs uyuşmazlığı 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’yla devletin siyasi sınırlarının, güvenlik alanlarının belirlendiği siyasi bir coğrafyaya kavuşmuş ve bağımsızlığını ilan etmiştir. Kıbrıs Adası’nda bugün iki bağımsız egemen devlet vardır. Artık Kıbrıs Türk halkı için kesin bir şekilde uyuşmazlık çözümlenmiştir. Biz sadece bağımsız egemen iki devletin bölgede iş birliği ve dostluk ilişkileri içinde ve barışın güçlendirilmesi bağlamında bir antlaşma istiyoruz. Kıbrıs Türk halkı bir çözüm arayışında değildir. Uluslararası düzeyde tanınma girişimleri sürecini yaşamaktadır. Özetle; konfederasyon çağrışımını yaptırmayacak, Kıbrıs’a yeni bir çözüm geliyormuş gibi bir çağrışım yaptırmayacak söylemlere ihtiyaç vardır. Mevcut iki egemen devlet vardır. Bu iki egemen devletin artık bir antlaşmayla iyi komşular olarak nasıl birlikte iş birliği ve çalışmaların yapılacağının, bölgede istikrarı nasıl sağlayacaklarının, deniz yetki alanlarının paylaşımının nasıl olacağının konuşulması gerekir.

Adadaki Rumların ve bilhassa Yunanistan’ın aklıselim çözümlere yanaşmayıp birtakım iddiaları direterek takındığı tutum nelerden kaynaklanmaktadır ve bu tutumla amaçladıkları nelerdir?

Rumların çözümü Megali İdea’dır. Yani Büyük Helen İmparatorluğu’nu kurmaktır. Kıbrıs’ta Tek bir Rum halkının olduğu, dolayısıyla Kıbrıs Devleti oluşturulurken mutlaka Rumların tam egemenliği altında oluşturulacak bir Helen Cumhuriyeti’nin oluşturulması ve Türk halkının azınlık statüsünde Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nde sözde “güçlendirilmiş anayasal haklar verilerek” AB içinde bir azınlık toplum olarak varlığını sürdürmesini istemektedirler. Dolayısıyla Kıbrıs Türklerini bir halk olarak kabul etmiyorlar, kendi geleceğimizi tayin etme hakkımızın olmadığını kabul ediyorlar. Self-determinasyon hakkına dayanarak Kıbrıs’ta egemen devlet olarak sadece Rumlar olmalıdırlar diyorlar. Bu egemen devlet, uluslararası hukuk çerçevesinde istediği birliklere ve federasyonlara katılabilir, istediği devlete ilhak olabilir. Dolayısıyla bu yolu açıp Türkleri azınlık statüsüne düşürüp Türklerin self-determinasyon hakkının olmadığını antlaşmalarla kabul ettirdikten sonra uygun görecekleri bir zamanda Yunanistan’la birleşmeyi hedef olarak öngördükleri için Türklere Kıbrıs’ta ufak da olsa herhangi bir hak verilmesini asla kabul etmiyorlar. Rum tarafının eski Dışişleri Bakanı Rolandis’in makalelerinde net şekilde yazdığı gibi sunulan 18 tane planı Rum tarafı reddetmiştir. Örnek vermek gerekirse, Annan Planı döneminde Türkler evet oyu kullanırken Rumlar, Türklerle bir federasyon istemediği için hayır demişlerdir. En son Crans-Montana görüşmelerine baktığımız zaman, Akıncı’nın bütün verdiği aşırı tavizlerine rağmen Rum tarafı kesinlikle antlaşmayı kabul etmemiştir ve görüşmeler çökmüştür. Dolayısıyla Rumların bu yönü hep devam etmektedir çünkü istedikleri bir tek şey var; Türklerin tamamen haklarından uzak, Türklerle hiçbir şeyi paylaşmayacakları, Türklerin sadece onların öngörülerini kabul edeceği bir antlaşma istiyorlar. Türkiye’nin adadan çekilmesini, adada Türk askeri varlığına son verilmesini, Garanti ve İttifak Antlaşmalarının yani Türkiye’nin etkin ve fiili Garantörlük hakkının artık ortadan kaldırılmasını, Türklerin savunmasız kalmasını ve istedikleri anda ENOSİS’i gerçekleştirecekleri ve Yunanistan’la birleşecekleri bir yapıyı kurmak istiyorlar. Kıbrıs’ta toprağı, ekonomisi ve halkı bütünleştirilmiş ve Türkiye’nin adadan çıktığı, garantilerinin ortadan kaldırıldığı bir devlet istiyorlar. Bunun için de Türklere ufak da olsa hak verilen bütün önerileri reddediyorlar.

Kıbrıs meselesinin çözümünde KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesi haricinde bir çözüm yolu var mıdır?

Bize göre yoktur çünkü biz artık çözüm aramıyoruz. Artık bizim için olması gereken Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin birlikte uluslararası alanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin siyasi bir tercih olan devletler tarafından tanınmasını sağlamaktır. Çünkü bizim bağımsız devletimiz, devletler hukukunun temel kurallarına, ilkelerine, uygulamalarına ve doktrine göre meşru bir devlettir. Dolayısıyla meşruluğu tartışmasız bir devlettir ancak devletler siyasi gerekçelerle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni bugüne kadar tanımamışlardır. Tanımamalarının önemli nedenlerinden biri de sürekli federasyon görüşmelerinin sürdürülmüş olmasıdır. Federasyon tartışıldığı zaman hiçbir devlet bizi tanımaz. Artık biz çok net bir şekilde bağımsız egemen bir devletin olacağı antlaşmadan yanayız tavrını ortaya koymalıyız. Bunun, uluslararası düzeyde diplomasi mücadelesini verdiğimiz birtakım politikaları ortaya koyarsak bizi tanıyacak devletler mutlaka çıkacaktır. Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığı temelinde bir antlaşma ancak bizi kurtarır. Konfederasyon, federasyon ve iş birliği modeli olarak adlandırılan modeller ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ve Türkiye’nin hem iki devlet olarak çıkarları hem Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları, hem de Kıbrıs üzerindeki hak ve statüleri ile ilgili çıkarımlarını, Mavi Vatan’ı korumaları mümkün değildir. Başka “çözüm” önerileri öne sürülebilir ama yaşayamaz. Sürdürülebilir olamaz ve istenen barış sağlanamaz. Sürdürülebilir bir antlaşma ancak iki bağımsız egemen devletin ada üzerinde iyi komşuluk ilişkileri üzerinde ve bu ilişkiler çerçevesindeki yakınlaşmaları ile iş birliği içerisinde çözümlenebilir yoksa konfederasyon ve benzeri modellerle Kıbrıs’ta bir uzlaşı sağlanması mümkün değildir.

Görüşmeler öncesinde bazı basın yayın organlarında İngiltere’nin KKTC’yi bağımsız bir devlet olarak tanıyacağı noktasında ortaya atılan iddiaların doğruluk payı ve gerçekleşme ihtimali nedir?

Şu anki koşulları dikkate alırsak böyle bir koşulun gerçekleşme ihtimali oldukça düşük. Uzun vadede ve orta vadede yeni gelişmeler olursa ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti belli düzeylerde tanınırsa artık Güvenlik Konseyi’nde egemen olan 5 devletin kendi çıkarları doğrultusunda Kıbrıs’ı kullanamayacakları bir düzen olursa ve iki ayrı bağımsız egemen devletin olmasının kendi çıkarlarına uygun olduğu düşünülürse o zaman belki bu gelişme söz konusu olabilir.

Günümüzde, mevcut koşullarda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımasının ardından Rumlar tarafından İngiltere’ye ve İngiliz üslerine karşı girişilecek birtakım eylemleri İngiltere şu aşamada karşılayabilecek noktada değildir. İngiltere’nin Guterres’in yaklaşımlarını da dikkate alarak tarafların iki bağımsız egemen toplum devleti temelinde bir antlaşma modeli önerirken, Rumların bir federasyona hayır dedikleri konuları göz önünde bulundurulduğunda 8 maddelik bir formülü gündeme getirmiştir. Bu 8 maddenin getirdiği gündemin en önemli hususu, 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyet’i kurulurken iki toplumlu bir ortak egemenliğe dayalı bir ortaklık devleti kurulmuştu. Bu yıllardan beri bazı antlaşmalara gidilmişti ama yürümemişti. Buna benzer bir şekilde federe devletler dedikleri egemen toplum devleti veya toplum devleti gibi kavramlar getiriyorlar. Egemen toplum devletleri kendi aralarında bazı hakları kullanacaklar ama ekonomi, dış politika, güvenlik ve vatandaşlık konularında federal devlet yetkili olacak. Bunun adına da yumuşatılmış federasyon diyerek sözde bir bağımsızlık yaratılıyormuş gibi bir hava ile bize yeniden federasyonu dayatacakları ve federasyonun üzerinde zemin yaratarak görüşmeleri başlatacakları bir yapı istiyorlar ve bunun da hangi yöne gideceği meçhuldür. Aslında sundukları yapıyı dikkate alırsak özellikle 8-10 yıl içinde garanti ittifak antlaşmalarının tamamen ortadan kaldırıldığı, Türkiye’nin tek taraflı müdahale hakkının veya Kıbrıs’ın garantör devleti olarak bir uzlaşmazlığı aynı Barış Harekatı’nda olduğu gibi hareket edebileceği bir yapıyı kaldıracak yeni bir formülü getirmeye çalışıyorlar. Bu yapı, bizi Annan Planı’nın gerisine götürebilecek olan ve tamamen Rum egemenliğine dayalı bir yapıyı kuracak bir öneridir.

Eğer gerçek anlamda bizi tanımak istiyorlarsa her şeyden önce egemen halklar kavramını kullanmaları lazım. Toplum (community) kavramı yerine halk (people) kullanmaları lazım. Dolayısıyla bütün bunları dikkate aldığımız zaman İngiltere’nin ortaya koyduğu şey, 5+1 formülü sürecinde savunduğumuz egemen bağımsız iki devletin antlaşması dediğimiz noktalardan bizi olumsuz etkilemek veyahut görüşme masasına çağırmak için ortaya attıkları bir yem olarak düşünebiliriz.

Diğer Söyleşiler