Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

İdlib Türk Dünyası’na Kaç Kilometre?

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

“Eğitim sistemleri, fertlerin farklı ülkelere bakış açısı geliştirdikleri ve kimliklerini inşa ettikleri ortaokul dönemlerinde kazanmaları gereken bazı nitelikleri verme hususunda geç kalırsa; Türk ülkeleri arasındaki işbirliği yalnızca maddi ve mekanik bir hal alacaktır. Maddi ve mekanik olan bir bağ ise yapaydır. Çıkarlara veya daha iyi bir maddi imkâna karşın direnemeyerek kendi kendisini ortadan kaldırabilir. Oysa Türk kültürünün zamk görevini gördüğü topyekûn bir işbirliği, maddi-mekanik bağların yanına maneviyat ve his eklemesi bakımından daha kalıcı ve uzun süreli birliklerin önünü açacaktır.”(1)

Türk Dünyası’nda ortak tarih bilincinin ve kimliğin inşasında, eğitimin rolünü belirtmek için yıllar önce kaleme alınan yukarıdaki satırlar, bugün vuku bulan bazı olaylar vasıtasıyla bir kere daha testten geçmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin, güney sınırlarında güvenliği tesis etmek ve olası bir insani krizin önüne geçmek için gerçekleştirmekte olduğu İdlib Harekâtı, Türkiye ve dostları açısından önemli bir sınava dönüşmüştür. Tarihinin en büyük askeri harekâtlarından birisine girişen Türkiye Cumhuriyeti, Suriye ve Rus orduları ile karşı karşıya gelmiş durumdadır. Burada, bu harekâtın (uzmanı olmadığımız) siyasi, askeri ve stratejik boyutlarını uzmanların görüşlerine bırakarak, bu harekâtın Türk Dünyası açısından bize gösterdiği birkaç önemli konuya değineceğiz.

Suriye’deki Baas rejiminin, henüz İç Savaş başlamadan önce ülke genelinde uygulamakta olduğu öğretim programlarında, Türkiye ve Türk toprakları ile ilgili emellerini yine bu köşeden aktarmıştık.(2) Meseleyi bu arka planıyla birlikte değerlendirdiğimizde, sahadaki mevcut askeri-taktik karşılaşmanın dışında, çok daha geniş spektrumlu bir çatışmanın varlığından bahsedebiliriz. Diğer yanda, Suriye’nin İç Savaş sürecindeki koruyucusu rolünü üstlenen ve Doğu Akdeniz’deki limanını ve askeri üssünü (Lazkiye) muhafaza etmek isteyen Rusya, Türk tarihindeki “tarihi düşman” sıfatıyla yerini almış bir vaziyettedir.

Rusya’nın, Türkiye Türklerinin tarihini ilgilendirmekten ziyade bir diğer önemli özelliği Kafkasya ve Türkistan Türklüğü üzerindeki zulüm geçmişidir. Rusya’nın bu bölgelerdeki asimilasyon politikaları ve etnopedagoji faaliyetleri bölgedeki Türk kültürünü yok edemese de büyük ölçüde tahrip etmiş ve uzun vadede mikro milli kimliklerin teşekkülüne zemin hazırlamıştır. Rusya’nın bölge üzerindeki tesirinin büyük ölçüde devam ettiğini söyleyebiliriz. Zira Doğu Akdeniz’deki Türk-Rus karşılaşmasında, Türk Dünyası büyük ölçüde sessizliğini korumaktadır. Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki teröristlere karşı düzenlediği “Barış Pınarı” harekâtında açıktan destek ilan eden Türk Konseyi, bugün İdlib’deki gelişmeler karşısında suskunluğunu korumaktadır. Müstakil Türk Cumhuriyetleri’nden de Türk ulusal basınına yansıyan herhangi bir destek söylemi veya faaliyeti söz konusu değildir.

ABD Dışişleri Eski Bakanı Henry Kissinger’ın, ünlü eseri “Diplomasi”de, “ulusal çıkar”ın uluslararası ilişkilerdeki başat rolüne yaptığı vurgu, Türk Dünyası ülkelerinin kendi içerisinde birbirlerine karşı takındıkları bir tavır olarak da karşımıza çıkmaktadır. Zira Türkistan ve Kafkasya’da hissedilen Rus baskısı, bu coğrafyalardaki Türk devletlerinin ulusal ve uluslararası politikaları üzerinde hala Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır.

Bu köşede sunulan yazılarda, Türk Dünyası’nın tarihi, kültürel kopuşu ve birlik çalışmaları ile ilgili pek çok hususa değinilmişti. Bu son olay, umumi Türklük bilincinin ve kimliğinin geliştirilmesi açısından ortak sosyal bilimler eğitiminin önemini bir kere daha göstermiştir. Zira yazının girişinde değinildiği gibi “eğer eğitim sistemleri, fertlerin kimliklerini inşa ettikleri ortaokul dönemlerinde kazanmaları gereken bazı nitelikleri verme hususunda geç kalırsa; Türk ülkeleri arasındaki işbirliği yalnızca maddi ve mekanik bir hal alacaktır”. Bu maddi ve mekanik hal, uluslararası ilişkilerdeki hâkim ilkenin, mikro milli kimliğe göre tasarımlanmış bir “ulusal çıkar” politikasına dönüşmesine vesile olmaktadır. Türk Dünyası içerisindeki böyle bir uluslararası ilişkiler ağı ise bütünleşmenin önündeki büyük engellerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira Türk devletlerinin birbirlerinin varlığına ve desteğine en fazla ihtiyaç duydukları bir anda, böyle bir destekten mahrum kalmaları, kardeşlik söylemlerini hamasi bir niteliğe bürümektedir. Bugün bu hususu Türkiye açısından açığa çıkaran İdlib meselesi ise de; tarih diğer Türk devletlerini ve topluluklarını da benzer durumlarda yazmıştır. Misal vermek gerekirse; Boraltan Köprüsü vakasında Azerbaycan Türkleri, 14-16 Temmuz 1959’da gerçekleşen Kerkük katliamı vakasında ise Türkmeneli Türkmenleri benzer yalnızlık durumları ve hatta ihanet ile yüzleşmişlerdir.

Türk tarihine kara leke olarak geçen bu tip olayların önüne geçmenin tek yolu; siyasi, sosyal ve iktisadi politikaları şekillendirmeye muktedir nitelikteki eğitim ve kültür çalışmaları ile inşa edilecek bir ortak vicdandır, ortak kimliktir. Açık yüreklilikle ifade etmek gerekirse, bu tedbirden yoksun geçen her gün, bizi bu idealden uzaklaştırmakta ve bu ideali imkânsız niteliğine bürüyeceği karanlık bir sona doğru sürüklemektedir.

(1) Ömür Kızıl (2013). Türkistan’dan Anadolu’ya Setleri Parçalamak. Ankara: Murat Kitabevi, ss. 218-219.

(2) Bkz. Milli Devlet Gazetesi, Sayı:61, ss:14.