Konuk Kalemler

Tüm yazıları
...

BİR FELAKETİN YIL DÖNÜMÜNDE

Erçin Yavuz

Bugün günlerden 6 Şubat 2024. Fert olarak bağlı bulunduğumuz ya da sahip olduğumuz her şeyi etkileyen felaketin üzerinden tam bir yıl geçti. Her şey diyorum çünkü etraflıca düşündüğümüzde etki etmediği, acıtmadığı, sızlatmadığı, varlığını bir dehşet soğukluğuyla ve sıcaklığıyla hissettirmediği ne var ki? Biraz düşününce fert olarak hepimizi, şehrimizi, ülkemizi, dünyamızı, sağlığımızı, psikolojimizi, kültürümüzü, iktisadımızı, siyasetimizi, inancımızı ve değerlerimizi başta olmak üzere her şeyimizi derinden etkilediğini fark edeceksiniz. O yüzden yukarıdaki betimlemeyi ve tanımlamayı asla abartılı bulmuyorum.

Bugün yukarıda bir özetini vermeye çalıştığımız felaketimizin üzerinden tam bir yıl geçti. Felaketimiz diyorum çünkü olaya “felaket” diyerek onu orta yerde yetim ve öksüz bırakmak istemiyorum. Herkes bilmelidir ki bu bizim felaketimizdir. Bu felaketin sebebi de sonucu da bizimle ilgilidir. Fert olarak önce sizlerden bunun muhasebesini yapmayı rica ediyorum. Lütfen durun ve düşünün: bu felaketi, felaketten etkilenenleri, felaketin sebep olduklarını, felaketin sonuçlarını… Ne kadar düşündük, ne kadar önemsedik ve ne kadar sahiplendik? Farkındalık kazanmamız gereken en önemli nokta budur ki insan fark ettiği müddetçe önemser, önemsediği müddetçe sahiplenir, sahiplendiği müddetçe hayatının ve gerçekliğinin bir parçası haline getirir. O yüzden bize düşen en önemli görevlerin bayrak taşıyanı fark etmek, farkındalık kazanmaktır.

Belirli günler ve haftalar, yaşanan olayın geniş kitlelerce hatırlanmasında önemli bir yer tutar. Bunlardan birisi de şüphesiz yıl dönümleridir. Bugün 6 Şubat 2024. Felaketimizin üzerinden tam bir yıl geçti. Geleneksel ve dijital medyada yayımlanacak birçok video, görsel, haberle yaşadıklarımızı tekrar hatırlayacağız. Yapılanları, eksik yapılanları ve yapılmayanları duyacağız, okuyacağız. Felaketimizi sahiplenen herkes öyle ya da böyle bu durumla alakalı bir şeyler yapmaktadır ve yapacaktır. Ben de bu yazımda size psikoloji penceresinden ışık tutmak istiyorum. Bir yılın sonunda yapılan faaliyetleri, insanların algılarını, yaşadıkları stresleri ve toplumumuzun ruh sağlığının nasıl etkilendiğine dair düşüncelerimi kalemim ve ilmim el verdiğince aktarmak istiyorum.

Herhangi bir şeyin sayılara döküldüğünde özelliğinin ve öznelliğinin ister istemez azaldığına inananlardanım. Lakin yaşadığımız felaketin ne olduğunu sayılardan azade aktarabileceğimi de pek düşünmüyorum. O yüzden bazı verileri sizinle paylaşmak durumundayım.

Malum olduğunuz üzere yaşadığımız felaket “6 Şubat Depremleri” diye adlandırılır. Kahramanmaraş merkezli olan ve 11 şehri etkileyen depremler 04.17'de 7.7, 13.24'de 7.6 büyüklüğünde kaydedilmiştir. Resmi rakamlara göre 53.537 kişi vefat etmiş, 107.213 kişi yaralanmış, 35.355 bina yıkılmış, 240.000'in üzerindeki bina da orta-ağır-çok ağır hasarlı bina olarak kaydedilmiştir. Gönüllüler haricinde bölgeye 138.190 personel görevlendirilmiş ve gönüllülerle birlikte bölgede hizmet veren sayısı 200.000'i geçmiştir. Yaşanan hadise sonrası bölgedeki göç hareketliliğinin niteliği ve niceliği ise henüz yerli yerince tespit edilememiştir.

Ülke olarak çok zor bir sabaha uyandık. O gece sadece binalarımız yıkılmamış günlük hayatın sürekliliğini sağlayan kabullerimiz de yıkılmıştı. Ülkece güzel bir yarına uyanmak dileğiyle uyumuştuk, dünya adil bir yerdi ve bizler iyi insanlar olduğumuz için başımıza bir kötülük gelmeyecekti, sabah kalktığımızda hayat aynı şekilde devam edecekti, işlerimize gidecektik, okullarımıza gidecektik, hayatımızı olağan akışında devam ettirecektik. Lakin öyle olmadı. O günden sonra uzunca bir süre hiçbir şey eskisi gibi olmadı. O bölgenin insanı için hala hiçbir şey eskisi gibi değil, o anı yaşamayanlar da hala o günlerden birkaç parçayı zihinlerinde ve gönüllerinde tutuyorlar. Olumlu-olumsuz ne kadar duygu ne kadar düşünce varsa buz gibi gerçekliğimizin bir parçası ve hatta çoğu zaman kendisi haline geldi. Uzunca bir süre nevrotikliğin sınırında yürüyen biri gibiydik. Sen, ben, o, biz, siz, onlar… Türk milleti olarak bize göre hiç de kısa olmayan bir süre sizlerin de yakından tanık olduğu bu durumun kıyısındaydık.

Depremin meydana geldiği dakikadan itibaren toplum olarak ilk şokumuzu sanal ve gerçeklik olarak yaşadık. Ülkemizin hatırı sayılır nüfusu, depremi ve ardından meydana gelen hadiseleri gerçek olarak yaşarken geri kalan yüksek çoğunluğu ise bunları sanal ortamdan takip etti. Bu dikkate değer bir gelişmedir. Çünkü Türk toplumu olarak tarih boyunca her bir ferdimizden aynı anda bu kadar fazla haberdar olmamıştık. İletişimin bu kadar geliştiği bir dönemde böylesine yıkıcı bir felaketi yaşamamıştık. İyisiyle kötüsüyle, faydasıyla zararıyla Türk toplumunun birbirinden haberdar olduğunu, toplumsal farkındalığın yükseldiğini, duygusal olarak kenetlenmenin bu şok ortamında etrafımızı hızlıca sardığını ifade etmek gerekmektedir. Bu sürekli ve akışkan iletişim fırsatı bizi birbirimize yakınlaştırmış, hadiseyi belirli bir süre gerçekliğimizin ve hayatımızın merkezine koymamızı sağlamıştır. Üzülerek ifade etmek gerekmektedir ki felaket gündemimiz seçim sathına girmemizle birlikte siyasetin gerisine düşmüş, sosyal ve toplumsal kazanımlarımız gerileme eğilimi göstermiştir. Sadece iki ayda elde ettiğimiz kazanımları hesaba kattığımız takdirde bunu sürdüremediğimiz için iyileşmenin ne kadar sekteye uğradığını sizlerin takdirine bırakıyorum.

Yaşanan onca şey, eksiklikler, ihmaller, dalkavukluklar… İyi şeyler hiç mi olmadı, değişen hiçbir şey mi yok? Aslında var. Ama 1'i 1 yapan şey 0'dan fazla olmasıdır. Bugün içinde bulunduğumuz durum da bundan hiç farklı değildir. 0 mıyız, hayır. Ama 1000'ler olabilecekken belki 10 belki de 1'iz. Psikososyal destek perspektifinden baktığımızda da bu durumu kolaylıkla müşahede edebileceğiz. Başta Türk Psikologlar Derneği olmak üzere birçok kurum ve kuruluş felaketten çok kısa bir süre sonra bölgeye giderek çalışmalarını başlatmıştır ve bu çalışmalar halen sürmektedir. İnsanın psikolojik iyi oluşu için verilen mücadele elbette ki çok kıymetlidir lakin maalesef yeterli değildir. Az imkanla koca bir bölgenin yarasını sarmak mümkün değildir. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde de örneklendiği gibi insan ihtiyaçları fizyolojik olandan duygusal ve psikolojik olana doğru birbirini takip etmektedir. Temel fizyolojik, güvenlik ve barınma ihtiyaçlarını insani açıdan karşılayamayan fertlerin psikolojik iyi oluşlarının sürdürülebilir olması pek mümkün değildir. Bölgenin yaralarının toptan sarılması psikolojik iyi oluşu sağlamanın en önemli koşullarındandır. Yapılan psikososyal destek çalışmaları için minnettar olmakla birlikte yapılması gerekenlerin birçoğunun henüz yapılamadığını da belirtmek gerekmektedir.

Bugün 6 Şubat 2024. Türk milletinin yaşadığı büyük felaketlerden sonuncusunun birinci yıl dönümü. Hayat birçoklarımız için normale döndü. Çevremizde o günlerden miras kalan bir hatıra ya da o günleri yaşayan bir tanık yoksa onu hatırlamıyoruz artık. Çağlar öncesinden seslenen Bilge Atamızın dediği gibi eskiyi yine çok çabuk unutuyoruz. Oysa yaşanacak daha nice acılarımız, nice felaketlerimiz var. Kapımızda daha bir İstanbul depremimiz var. Yeni felaketler maalesef usulca yaşanmayı bekliyor.

Canımız çok yandı, çok eksildik. Kimimiz çok şeyini kaybetti bu felakette kimimiz her şeyini. Türk milleti için o günden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı, olmayacak. Her şeyin sınav olduğu bu hayatta millet olarak da büyük bir sınav verdik, veriyoruz, vermeye devam edeceğiz. 6 Şubat Depremlerinde yitirdiğimiz canlarımıza yüce Allah'tan rahmet, Türk milletine başsağlığı diliyorum.