Harun Meral

Tüm yazıları
...

Bir nizam teklif etmeliyiz

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Harun Meral

Kur’an-ı Kerim’de;  Firavun tarif edilirken aslında, despot ve inançsız olan egemen siyasi gücün, Karun tarif edilirken, sömürücü ve adaletsiz egemen iktisadi gücün, Belam’dan söz edilirken ise uydurulmuş, ululaştırılmış fakat egemen resmi ruhanilik haline getirilmiş sahte kurtarıcıların sembolü olarak bize mücadele edeceğimiz hedefler olarak gösterilmiştir. Bunlar hep birden tek bir Kabil’in üçlü tecellisidir. Biz ise hepimizi bir Habil yapmakla mükellefiz.

Habil ile Kabil’in kıyamete kadar sürecek mücadelesinde cehaletimiz nedeniyle Kabil’in tecellileri yanında yer almak en büyük delalet olacaktır. Doğru ile yanlış arasında bocalayan fert ve toplum açısından baktığımızda meselelerimiz çoktur. Aslında meselemizde yoktur. Tek bir derdimiz ve meselemiz vardır. Her problemin anası olan bir tek sıkıntımız var yani. Meselemiz Allah’tan uzaklaşmış ve milli kültür değerlerinden kopmuş olmamızdır.

Bildiğinizi öğretin, bilmediğinizi öğrenin ki bilginizi,  inancınızı ve gayenizi korumuş ve eksiklerinizi ikmal etmiş olasınız… Çünkü “Aydınlara-Bilenlere- Bilginlere ‘Siz niçin öğretmediniz- uyarmadınız?’ sorusu sorulmadan, Cahillere- bilmeyenlere, ‘Siz neden öğrenmediniz?’ sorusu sorulmayacaktır.” demişti Hz. Ali. Mutlak manada doğru ve faydalı olanı öğrenmek ve öğretmek için ne yaptık? Bence çok şey yapılmadı.

Ülke yönetiminde de aynı duyarsızlık hâkim oldu yıllarca, halen de devam ediyor duyarsızlık. Sosyal hayatın ve fertlerin şahsi yaşantılarının her yönden ahlaki bir alçalış sürecine girdiği, maddenin putlaştırılıp menfaatlerin belirleyici olduğu dönemlerde demokrasinin temeli fazilettir ilkesi yıkılmış demektir. Kimsenin kimseyi anlamadığı kaos dolu politik sürecin başlamasıyla beraber artık insan ve cemiyet hayatında ruhi ve manevi iktidar mevkiinde olan inançlarda yozlaşmış oldu. İnsanlar veya insan grupları arasında hırs ve adaletsizliğin hâkimiyeti başladığında ise Voltaire’nin dediği gibi;  “Sadece parmak işaretleriyle hareket eden kukla ve cahil insanların temsil makamında olduğu vicdansız demokrasi ayak takımının despotizmidir.”

Maalesef Türkiye’de demokrasimiz bir asırdan buyana bu şekilde imar edilmiştir. Türk milliyetçileri ve ülkücüler olarak haklı ve doğruyu savunduğumuza eminim. Ancak, ne kadar haklı olursak olalım, ne kadar cesur olursak olalım, kendimize ne kadar güvenirsek güvenelim ‘metotsuzluk’ beni ürkütüyor, uzun vadeli strateji eksikliği beni korkutuyor. Toplum bünyesinde etkili ve tabana yayılmış kurumlar olmadan, cemiyette derin izler ve etkiler bırakmadan, sadece reaksiyoner tavırla bağırıp bir saman alevi gibi yanmak, sabun köpüğü gibi kabarmak beni derin düşüncelere gark ediyor. Bütün ihtişamıyla ideallerimiz, rüyalarımızla, bütün acılarımızla sadece kendi kendimize söylenip durmak yani alttan gelen güçlü bir şuur dalgasıyla milletimize kendimizi layıkıyla anlatamamak, sosyal dilimlerde varlık ortaya koyamamak beni tenakuzlara gark ediyor. Bu kadar trajik bir ‘paradoksu’ nasıl kabulleneceğimi bilemiyorum. Haklıyız ama belirgin bir metodumuz yok! Çok çetin bir çelişki.

Belki de ben fazla evhamlıyım. Bütün bu vehimlerim beni yanıltır inşallah. Dinimizin mensubu olduğunu zanneden cahillerin ve dinimize karşı olan cahillerin ortaya koyduğu iki ayrı yobazlık, iki ayrı bağnazlık vardır bizi meşgul eden. Bu iki çürümüşlüğe karşı metot ve vasıta geliştirmek zorundayız bence. Birisi bilmediği ve tanımadığı bir muhtevaya körü körüne inanmakta, İslam’ın gereğini yaptığını sanmakta, öteki ise hakkında hiç bir şey bilmediği ve yeterince tanımadığı bir muhtevayı körü körüne inkâr etmekte, hatta saldırmaktadır... Biz hep saldırılan cephede olduk. İstiyorum ki; tez öne süren, teklif ve öneri sunan konuma yükselmek zamanıdır. Ülkücülerin toplum hayatı için bir nizam teklifi olmalıdır.