Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Tüm yazıları
...

DİL

Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.

Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Ne bereketli kelimedir dil! Dilimizde iki türlü dil var. Biri Türkçe, biri Farsça. Türkçe olan bildiğiniz dil. Hem ağzımızdaki organ hem lisan. Farsça olan gönül. Gerçi ikisi birbirinden çok da farklı sayılmaz. O dilden bu dile, bu dilden o dile yol vardır. “Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz” diyen şair hangisini kastetmiştir sizce? Kötü sözün açtığı yarayı mı? Peki kötü söz o yarayı nerde açar? Cildinizde değil, gönülde açar. Sonunda iki “dil” de aynı kapıya çıkar. Dil yarası -eğer, ağız içinde çıkan aft, pamukçuk denilen yara değilse-, gönülde açılır! “Dil kılıçtan keskindir” atasözünün doğruluk payı çoktur.

Onun içindir ki “boğaz dokuz boğumdur” deriz. Yani bir şey söyleyeceğinde dokuz defa yutkunacaksın, düşüneceksin. Zira söyledikten sonra geri dönüş olmaz. Ama dilin kemiği yoktur! O yüzden önünü sonunu düşünmeden konuşmalar çok olur ve zaman zaman “Dilini eşek arısı soksun” atasözüne ihtiyaç duyarız.

Bazı insanların pabuç kadar dili vardır. Saygısız, kaba ileri geri konuşurlar. Onlara dili uzun da deriz. Bazen “uzunluk ölçüsü” pabuç yerine karış olur: Dili bir karış!

Kiminin dilinin altında bakla ıslanmaz kimi ise dilinin altındaki baklayı bir türlü çıkaramaz, dilinin altında bir şey vardır, bir türlü diyemez.

Dilini tutmak ile dili tutulmanın tamamen farklı anlamları olduğunu bir yabancıya nasıl anlatırsınız? Türkçe’nin deyimleri insanı heyecanlandırıyor!

Kiminin dili bağlanır kiminin dili çözülür kiminin dili dolaşır:

Çayda kumlar kaynaşır,
Suda balık oynaşır,
Sokakta sesin duysam,
Evde dilim dolaşır. (Erciş türküsü)

Kiminin dili sürçer kiminin hiç dili dönmez. Kazak Abdal kızmış:

Bir elife dili dönmeyen hödük,
Şehristana gelir ezan beğenmez.

Bazen dilimizin ucuna gelir ama söyleyemeyiz; bazen dilimize dolanır, dilimize pelesenk olur söyler dururuz.

Kimi dilini yutar, hiç konuşmaz; kimi dil döker, susmak bilmez, söyleye söyleye dilinde tüy biter. Bazıları dilbâzdır. İşte Türkçe ile Farsça’nın birleştiği bir kelime daha. Dilbâz diye hem gönül eğlendiren hem ağzı çok lâf yapan, konuşkan kimseye deriz.

Dillere destan olursanız bu olumlu bir şeydir:
Zaman o gül gibi gül görmemiş zaman olalı,
Gülün güzelliği dillere destan olalı. (Yahya Kemal)

Ama dile düşerseniz
Yar ismini desem olmaz
Düşer dillere dillere. (Erzurumlu Emrah)

Selahaddin Pınar’ın şarkısı da aynı olumsuz mânâ üzredir:

Dile düştüm senin yüzünden yine
Bana çatılmadık kaşlar kalmadı

Ama bir başka şarkıda “dilimden düşürmem o güzel adını” dediniz mi iş yine değişir. Gördüğünüz gibi dile düşmek ile dilden düşürmemek külliyen farklıdır.

Bazı işler dile kolaydır, yapmaya gelince zorluğu anlaşılır. Sıcak havada, yorgunluktan, susuzluktan diliniz damağınıza yapışır, diliniz damağınız kurur.

Dili uzamak başka, -ki bu pabuç kadar olan dili akla getirir- dil uzatmak bambaşka:

İster isen kim perişan olmayasın âkıbet
Dil uzatma sen kimsenin hakkına sûsen gibi.

Söyleyen Muhibbî yani Kanunî Sultan Süleyman. (Süsen bir çiçektir.)

Dile gelmek, dile getirmek, dili varmamak, dilinden anlamak, dilinden kurtulamamak, bülbülün çektiği dili belâsı… Bu bahsin sonu gelmez!

Yunus Emre:

Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,

Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz

derken dilin nelere kaadir olduğunu yedi yüz küsur sene önce söylemiştir.

Bir de küçük dil vardır ağzımızda. Damağımızın en arka tarafında. Pek göremeyiz. Küçük ama mühim bir organdır. İnsan bazen olan bitenler karşısında küçük dilini yutar!

Bilmediğim bir tarihî mânâyı yeni öğrendim. Dil, “Savaş sırasında düşmanın durumunu öğrenmek üzere ele geçirilen esir” demekmiş. Yani sorguya çekilecek, konuşturulacak! TRT’deki Alparslan dizisinde siyah giyen o adamların dilleri o yüzden koparılıyor ya! Yakalanırlarsa konuşamasınlar diye! Eski çağların kötü, korkunç, fena, vahşi bir usulü. Gerçi yeni çağların da kötü, korkunç, fena, vahşi usulleri çoktur!

Yıllar önce… Genç bir annenin konuşmasına şahit olmuştum. Beş-altı yaşlarındaki oğlu kimden duyup öğrendiyse uygunsuz, terbiye dışı bir şeyler söyledi. İyi bir lâf sanarak. Annesi öfkelendi ve “Sus, dilini koparırım senin!” dedi hiddetle. Şaşıp kalmıştım, çok üzülmüştüm. Diline biber sürerim diyeni duymuştum da… Bu anne ne dediğinin farkında mıydı? Ağzından çıkan cümlenin fenalığının?.. Çocukcağız sık sık bu tehdidi duyuyorsa? Böyle duya duya büyüyecekse? Halkımızda tahsil seviyesi ne olursa olsun irfan, aklıselim, itidal sahibi olanlar pek çoktur da, bazen böyle sözünün nereye varacağını hesap etmeden köpürüveren ana babalar da çıkıyor.

Unutmuştum o anneyi, hatırladım!