Harun Meral

Tüm yazıları
...

İmam-ı Azam Ebu Hanife’yi anlamak

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Harun Meral

İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri, sultanlık ve baskıcı bir yönetim tarzını benimseyen Emevileri tasvip etmeyerek, Emevi iktidarını meşru yönetim olarak görmüyordu. Onları ümmetin yönetimini gasp etmiş, siyasi ve bürokratik oyunlar ile ayakta duran zalim, bencil, muhteris ve cahil yöneticiler olarak nitelendiriyordu. Bu nedenle İmam-ı Azam Ebu Hanife, Emevi iktidarının kendisine teklif ettiği resmi görevleri şiddetle reddetmiştir. İslam’ı siyasallaştıran, siyasi amaç ve ikbal için dinin sosyal muhtevasını değiştiren Emeviler döneminde İmam-ı Azam uzun süre hapiste kalmış ve eziyet görmüştür. Ebu Hanife neden Emevi iktidarına biat etmedi? İşte bu sorunun cevabını İslam çerçevesinde bulduğumuz anda zihnimizdeki pek çok karanlık noktada aydınlanmış olacaktır.

-----------

Propaganda makinesinin asıl amacı, itaatkâr yığınlar oluşturmaktır. Net olan doğruları çarpıtarak, gerçek verileri ve meseleleri saklayarak haber alma kaynakları kısıtlanmış, toplumun ikilemde yaşamasına yol açan sistemin en büyük silahıdır propaganda. Doğru gibi görünen yanlışlar... Ve korkak âlimlerin suskunluğu. ‘Akbaba’nın Üç Günü’ isimli filmde; Bir ülkede hâkim güçlerin, yani muktedirlerin yasaları kullanarak yasal olmayan işleri nasıl yaptıkları anlatılır. Yasal yöntemlerle, yasal olmayan sonuçları elde etmenin yolları gösterilir seyirciye.

-----------

“Bana göre ‘insan’ bir varlığın özel adı olmayıp, bir durum ve bir niteliktir. Bu nedenle, mevki, makam, mal, mülk ve statü sahibi olmadan önce insan olabilmek daha ehemmiyetlidir.” Dr. Ali Şeriati... Evet, mevki ve makamdan önce insan olabilmek diyor üstat.

-----------

Cehalet, ayrımcılık ve hamasetten beslenen siyaset, kasaba politikacılığını doğurur. Bu da en derin bataklıktır. Aklı, sevgiyi, saygıyı, bilimi ve hakikati boğan bataklık. İkna edemeyen ama icbar ile razı etmeye çalışan karanlığın sanki bir ışıkmış gibi algılandığı bataklık. Elif’in mertek sanılması gibi… “Ölçüsüzlük toplumları yavaş yavaş bitiren bir yangındır.” demiş bir düşünür. İslam’la ilişkisi sıfırlanmış, İslam’la ilişkisi geleneksel ritüellere indirgenmiş, İslam’la ilişkisi şekilcilikten ve ibadet sanılan alışkanlıklardan ibaret olan bir toplumsal yapı var karşımızda. İslam’ın sosyal muhtevası hak getire. Müslüman kimliğinin içeriği ölçüsüzlükle doldurulmuş sanki. Emir ve yasakları olan Allah öldürülmüş vicdanlarda. Dile pelesenk olmuş bir kelime olarak var sadece Allah. Hakikati aramak ilkesinin yerinde yeller esiyor: İnsanın nefsine hoş gelen arzularının, hazlarının, egosunun esiri, kölesi olduğu ham yobaz çağında yaşıyoruz. Evet, Allah öldürülünce geriye sadece siyasilerin ve ruhbanların emir ve yasakları, lütufları ve kararları kaldı. Ölçüsüzlük işte bu ölçüleri ikame etti.

Siyasal İslam ideolojisi ve gruplara ayrılmış İslam toplumu dışında ne var elimizde? Merhametin, doğruluğun, gerçeğin, bilginin, sevginin, saygının yerini acımasız egoizm ve kendi rahatı için yaşamak kaygısı aldı. Haz peşinde koşturan, sadece yiyen, içen, çiftleşen şeklen insan ama ruhen insan olamamış yaratıkların partizan kimliklerinin öne çıkmasıyla kendi ruhi değerlerimizi tek tek kurşuna dizdi sistem. Tek amaç siyaset, ille de statü, ille de ekonomik kazanım, ille de benim siyasi taraftarlığım vs. diye diye, hızla kültürel intiharın ve şuursuzluğun eşiğine doğru sürükleniyoruz. Fazla uzatmayacağım. İslam’la ilişkisi ne ölçüdedir günümüz insanının? Türklükle ilişkimiz ne kadardır? Bu sorulara cevap arıyorum o kadar. “Senin ibadetin seninle Allah arasındadır, bana senin insanlığın lazım.” diyen o büyük insanın bu sözüne ne kadar muhatap olabiliyoruz?

“İslam, başarılı ve iyi insan yetiştirmek projesidir.” diyen zat acaba bu ifade ile neyi kast etmişti?