Konuk Kalemler

Tüm yazıları
...

İRAN'IN NÜKLEER TESİSLERİ VURULUYOR: OLASI TEHLİKELER VE ÇIKARILACAK DERSLER

Süleyman Türkeş Dedeci

Bir süredir devam eden İsrail-İran Gerginliği 13 Haziran 2025 tarihinde İsrail’in İran’a adeta nokta atışı suikast saldırıları ve İran’ın hipersonik füzelerle karşılık vermesiyle gerginlik ilan edilmemiş savaş düzeyine ulaştı. Bu durumun hem bölgemiz hem de ülkemiz için birçok olası etkileri bulunmaktadır.

Aslında sinyaller 12 Haziran 2025 tarihinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) yaptığı “İran 20 yıl sonra ilk kez nükleer silahların yayılmasını önleme yükümlülüklerini ihlal etti.” açıklamasıyla gelmişti. [1] Açıklamada İran’ın nükleer yakıt veyahut silah yapımında kullanabileceği zenginleştirilmiş uranyum stoğunun denetlenememesini vurguluyordu.

Bu açıklamayı anlamamız için kaseti biraz daha geriye sarmamız gerekiyor. 2015 yılında İran ve ABD’nin başı çektiği 6 ülkenin yaptığı Ortak Kapsamlı Eylem Planı (JCPOA) ile, İran, ekonomik yaptırımların hafifletilmesine karşılık nükleer programını tamamen IAEA denetimine açarak nükleer silah yapmayacağının bir nevi garantisini vermiş oluyordu. Fakat 2018 yılında Trump bu anlaşmanın bir işe yaramadığını iddia ederek anlaşmadan çekilmiş ve yaptırımları tekrar uygulamaya almaya başlamıştı. 2019 yılında da İran misilleme olarak anlaşma şartlarına uymamaya başlamıştı.

2021’den beri ek protokole uymayan İran 2022 Haziran’ında tesislerinde anlaşma gereği yer alan kamera ve zenginlik sensörlerini devre dışı bırakmıştı. 1 Mart 2023 tarihinde ise IAEA Müfettişleri %83,7 zenginleştirmeye sahip uranyum tanecikleri raporladılar. [2] Yani İran %60 oranında zenginleştirme işlemi yaptığını açıklarken, nükleer bomba eşiği olan %90 zenginleştirme oranına yaklaşmış olduğu iddia edildi.

12 Haziran 2025 tarihine geri gelecek olursak, IAEA’nın 35 üyeli Yönetim Kurulu, İran’ı, Nükleer Silahsızlanma Antlaşması (NPT) kapsamındaki Güvence Anlaşması yükümlülüklerini ihlal etmekle suçlayan GOV/2025/38 numaralı kararı kabul etti. Bu, Ajans’ın İran’ı “uyumsuz” ilan ettiği ilk kararın (2005) ardından yaklaşık 20 yıl sonra gelen en sert adım. Karar, ABD-İngiltere-Fransa-Almanya ortak kararında sunuldu; 19 ‘evet’, 11 çekimser, 3 ‘hayır’ (Rusya, Çin, Burkina Faso) oyu aldı. Kurul çoğunluğu, İran’ın 2019’dan beri “tam ve zamanında iş birliğinden kaçındığını” vurguladı. [3]

Elbette bu süreç İran’ı vurmak için kurgulanmış olabilir. Nihayetinde bize objektif bilgi sağlamakla yükümlü uluslararası kurumlar güvenilirliğini kaybedeli çok oldu. Nükleer bomba başlığı taşıyabilen silahlara sahip olan ülkelerin İran’a “nükleer silah üretemezsin!” baskısı saçma da olsa İran’ın bu süreci gizliden yürütmesi de, ülkemiz başta olmak üzere herkes için öngörülemez tehlikeler içermektedir. Hassas ve okuması zor bir süreç.

Üstte yazdığımız her paragraf, ayrı ayrı detaylandırılıp makale, hatta kitap haline getirilebilecek konular içermektedir. Asıl konumuza ışık tutabilmek adına detaylandırmadan hızlıca anlatmaya çalıştım. 13 Haziran tarihine geldiğimizde, İsrail’in İran’ın askeri üst komuta ve nükleer programında çalışan mühendisler ve program için önem arz eden tesislere yönelik saldırı haberlerini hep beraber okuduk.

Jeopolitik, iktisadi ve askerî açıdan bakıldığında akla ilk olarak “İran’dan sonra hedef Türkiye mi? Türkiye’nin askeri ve siyasi gücü buna yeterli mi? Yaptırımları Kaldırabilecek Güce Sahip Miyiz?” gibi soruları düşünürken daha da öncesinde hepimizi kaygılandıran bir gelişme yaşanmış oldu. 13 Haziran’daki saldırı dalgası arkada bırakıldığında İran, İsrail ve BM Nükleer Gözlemcisi Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan ortak bir açıklama geldi: “İran’da Nükleer Sızıntı var!”. Türkiye’de basın-yayın-sosyal medyada hemen Fukuşima ve Çernobil benzeri bir senaryo canlandı: “Acaba nükleer serpinti bizi de vuracak mı? Yine kanser mi olacağız?”. Peki Gerçekten öyle miydi?

Enformasyonun sağlanmadığı anda ortamı dezenformasyon ve korku kaplar. Aynı 13 Haziran günü yaşadığımız gibi. IAEA tarafından yapılan açıklamada [4] vurulan tesisin Natanz Uranyum Zenginleştirme tesisi olduğu, diğer tesislerde herhangi bir sıkıntı olmadığı, Natanz’daki sıkıntının ise tesis dışına yansımadığı ve kısa süre içinde kontrol altına alınacağı söyleniyordu. Yani görünürde hiçbir sıkıntı yoktu.  Fakat yaratılan korku iklimi ilk saniyelerde beni bile etkisi altına almıştı. Dezenformasyonu defetmek için bilime ve objektif gerçeklere başvuralım.

Nükleer Enerji Nedir? Neden Tehlikelidir?

Nükleer enerji basitçe, atom çekirdeğinin sahip olduğu enerjidir. Atom çekirdeği içindeki parçacıkları (protonlar ve nötronlar) bir arada tutan kuvvetli bağların (nükleer bağ) neden olduğu bağ enerjisi (nükleer enerji),

fisyon reaksiyonu (çekirdek parçalanması) ve füzyon reaksiyonu (çekirdeklerin birleşmesi)

ile açığa çıkarılarak kullanılabilir.

Nükleer enerji tarım, enerji, sanayi ve sağlık sektörü dahil çok geniş bir kullanım alanına sahiptir. Bilim, nükleer enerjinin nasıl meydana geldiğini ve nasıl ortaya çıkarılabileceğini söyler, ideolojiniz ise, nükleer enerji ile ne yapacağınızı kararlaştırır. Yaşatmak için de kullanabilirsiniz, öldürmek için de. Karar size ve ideolojinize kalmış.

Fisyon tepkimelerinin belirli şartlar altında, kontrollü bir şekilde (moderatör, kontrol çubuğu, yeterli oranda zenginleştirilmiş nükleer yakıt) oluşmaları sağlanırsa, ortaya çıkan nükleer enerji kontrol altına alınmış olur ve yüksek sıcaklıklarda ısı üretimi sağlanabilir. Üretilen bu yüksek ısı, moderatör ve eşanjörler vasıtasıyla taşınarak yüksek basınç ve sıcaklıklarda su-buharı elde edilir. Bu buhar ile türbin döndürülür ve elektrik üretilir. Nükleer Enerji Santralleri bu prensiplerle çalışır.

Çok basit değil mi? Fakat burada bahsedilen Fisyon tepkimeleri sürekli kontrol altında tutulmak zorundadır, yoksa Çernobil’de olduğu gibi binlerce insanı öldüren, on binlercesini de evinden eden bir canavar yaratmış olursunuz.

Savaşlar esnasında reaktörleri tehlikeli bir hedef haline getiren ise bir tuşa basarak kapatılamıyor oluşudur. Uzun yol yaptığınız zaman arabayı kapattıktan sonra soğumaya devam etmesi gibi nükleer reaktörü de kapatmaya karar verdiğinizde ve tepkimeyi uygun moderatörlerle (kontrol çubukları) durdurduğunuz zaman, fisyon reaksiyonlarının tam olarak durması ve reaktörün soğuması için ciddi bir zaman geçmesi gerekiyor. Reaktörü kapattıktan sonra da mevzu bitmiyor. Reaktördeki yakıtın ve soğutucuların, çalışma süreci içinde radyoaktif hale gelen tüm parçaların bütünlüğünün korunması şarttır.

Olası bir nükleer faciada reaktörün ve tesisin bütünlüğü bozulursa, yapıda türlü metotlarla muhafaza edilen radyasyon çevreye yayılır. Radyasyon, enerjinin parçacıklar halinde uzaya yayılmasıdır. Yüksek enerjili (iyonlaştırıcı) parçacıklar, bizler için en tehlikeli olanlardır (zaten düşük enerjili olanlara sürekli maruz kalıyoruz). İyonlaştırıcı radyasyona maruz kalındığında bedenimizde kalıcı hasarlara neden olur ve DNA bozulmaları meydana gelir. Hücreler ya ölür ya da yıllar sonra kansere dönüşebilir.

Radyasyon ölçü birimi olarak, vücut, birkaç saat içinde 1 Sv’ten (sievert) fazla bir doza maruz kalırsa, bu kişilerde kemik iliği çökmesi, mide-bağırsak lezyonları, sinir sistemi ödemi görülebilir. (Çernobil kazasında ilk müdahale ekibindeki ölümlerin ana sebebi budur.) Düşük-orta dozlar (ör. 100 mSv) kansere yakalanma olasılığını istatistiksel olarak artırır. Sigara veya asbest gibi, “ihtimal” yükseltir; sigara bırakmak nasıl riski azaltıyorsa, gereksiz radyasyon maruziyetinden kaçınmak da kanser riskini düşürür. Alfa parçacığı yayıcı uranyum-plutonyum atomları solunum ya da yiyecek yoluyla vücuda girerse; menzilleri kısa olduğu için dokuda “noktasal” ama çok yoğun hasar yaratırlar.

Mevzubahis parçacıklar havada rüzgarlarla kilometrelerce uzağa taşınabilir. Patlama kaynağına ve hava durumuna göre şartlar değişkenlik gösterebilir. Birazdan İran için yapılmış çalışmalara değineceğiz.

Atom bombası, fisyon reaksiyonlarının, kontrolsüz bir şekilde çok kısa sürelerde yüksek reaksiyon seviyelerine erişilmesi esasına dayanır. Eğer, Fisyon tepkimeleri belirli şartlar altında hızlı ve kontrolsüz (ve patlayıcıyla desteklenmiş) bir şekilde gerçekleşirse, yüksek oranlarda zenginleştirilmiş Uranyumdan ortaya çıkan nükleer enerji de kontrol altına alınamayacağı için bomba haline gelir. Patlama halinde yüksek ısı ve radyasyon kontrolsüz bir şekilde çevreye yayılır. Aslında İran’ın saldırıya uğrama sebebi de kendi reaktör yakıtını üretmekten çok silah yapma aşamasına zıplayacak olmasının yarattığı tedirginliktir. Yani mahallenin kabadayısı mahallenin gençlerine “Kabadayılık etmeyin” diye göz dağı veriyor. “Benim nükleer silahım var ama senin nükleer silahın olması uluslararası anlaşmalara aykırı. Silah sahibi olma ihtimalin benim için tehlike ve bunu önlemek için saldırıyorum” diyor. Kısaca dalga geçiyor.

İran’ın Nükleer Karnesi

Natanz Uranyum Zenginleştirme Tesisi (İsfahan Eyaleti)

İran’ın ana uranyum zenginleştirme merkezidir. Tahran’ın 300 km güneyinde, İsfahan yakınlarında yer alır. Yeraltına inşa edilmiş korunaklı tesis, uranyum zenginleştirmek için binlerce santrifüj barındırır ve İran’ın nükleer programının kalbi olarak görülür. 13 Haziran ve sonrasındaki saldırılar sonucunda yüzey tesisleri ciddi hasar alsa da yer altının durumunu sadece yapılan açıklamalarla takip edebiliyoruz. Tesisin içinde sınırlı bir radyoaktif kirlenme olduğunu ve bunun dışarı sızmadığını biliyoruz. Türk kamuoyunu heyecanlandıran haber tam olarak da bu. İran Atom Enerjisi Ajansı sözcüsü kontaminasyonun tesis içinde tutularak halk için bir risk oluşturmadan temizleneceğini açıklamıştı.

Natanz bir nükleer reaktör veyahut araştırma reaktörü değildir. Bu da şu demektir: reaktörlerde oluşan yüksek aktif fisyon ürünleri içermez. Yani iyot-131, sezyum-137 gibi kolay uçucu, yüksek radyasyon yayan izotoplar yoktur. Buradaki uranyum Alfa tipi radyasyon yayar. Yani havada birkaç santim yol alabilen ağır parçacıklardan bahsediyoruz. Çok teknik ayrıntıya girmeden özetlersek: eğer tesis içinde bir temas veyahut dışında bir sızıntı olsaydı radyasyon veyahut ağır metal zehirlenmesi yaratabilirdi. Fakat en kötü senaryoda bile Türkiye’ye ulaşabilecek hiçbir tehdit bulunmuyor.

Bu tesis daha önce Stuxnet siber saldırısı, patlamalar ve elektrik kesintileri gibi sabotajlara uğramış, hava saldırılarına karşı savunma sistemleriyle güçlendirilmiştir. Natanz nükleer tesisinin ticari operasyonlar başkan yardımcısı Mustafa Ahmedi Ruşen, Ocak 2011'de Tahran'da bir suikast sonucu öldürülmüştü.

Fordow Zenginleştirme Tesisi (Kum yakınları)

Kum kenti yakınlarında, bir dağ içine kurulmuş uranyum zenginleştirme tesisidir. Fordow, yüksek düzeyde (>%20’ye kadar) uranyum zenginleştirme kapasitesiyle bilinir ve Yaklaşık üç bin santrifüjü barındıracak şekilde tasarlanan Fordow, hava saldırılarına karşı büyük ölçüde korumalıdır. İsmini yakındaki Kutsal Kum şehrinden alan bu tesis, Natanz’dan sonra İran’ın ikinci önemli zenginleştirme merkezidir.  IAEA’e haber verilmeden inşa edilmeye başlayan bu tesisin varlığı 2009 yılında açığa çıkmıştır. Tesis korunaklı yapısı sayesinde ciddi bir tahribata maruz kalmadan saldırı dalgasını atlattı diyebiliriz.

Arak Ağır Su Araştırma Reaktörü

40 MW’lık araştırma reaktörü olarak planlan bu tesis yakıt yüklü ve çalışıyor halde olsaydı bir tehdit söz konusu olabilirdi. İşletmeye alınması halinde üreteceği plütonyum ve benzeri fisyon ürünlerinin silah yapımında kullanılabileceği için uluslararası kamuoyu baskısı sonrasında yeniden tasarlanmak üzere kapatılmıştı. Olası saldırı en kötü senaryoda bile Arak şehri için kısmi etkilere yol açabilir. Türkiye için bir tehdit söz konusu değil.

İsfahan Nükleer Teknoloji Merkezi & Dönüşüm Tesisi

İsfahan’da yer alan tesiste “Sarı pasta” (yellowcake) diye bilinen uranyum oksidi burada önce uranyum tetraflorüre (UF₄), sonra uranyum hekzaflorüre (UF₆) çevrilir. UF₆, zenginleştirme santrifüjlerinde besleme gazı olarak kullanılır. İsfahan tesislerinde aynı zamanda nükleer yakıt imalatı ve araştırma-geliştirme faaliyetleri de yürütülmektedir. 13 Haziran’da başlayan saldırılarda Uranyum Dönüştürme Tesisi ve Yakıt Plakası Üretim Tesisi dahil 4 kritik bina hasar gördüğü açıklandı. Fakat herhangi bir sızıntı söz konusu değil. [5]

Olası saldırı durumunda bu tesis, zehirli gaz sızıntıları ve uranyum tozları yayabilir. İsfahan kenti oldukça yakın olduğundan, rüzgâr yönüne bağlı olarak şehir içinde de kimyasal etkiler hissedilebilir. Ancak radyolojik etki, yine uranyum kaynaklı olup lokal kalacaktır. İsfahan tesislerine saldırının sağlık ve çevresel etkilerinin, 1991 Körfez Savaşı’nda Irak’ta bombalanan yakıt tesislerindeki düzeyde, yani sınırlı bölgede gerçekleşmesi beklenir. İsfahan’ın acil tahliyesi gerekebilir. Fakat Türkiye için bir tehdit oluşturmuyor. [21 Haziran tarihinde tesise yeni bir saldırı oldu ve IAEA yaptığı açıklamada en ufak bir radyolojik tehlike bulunmadığını duyurdu.]

Tahran Araştırma Reaktörü (TRR)

Tahran Araştırma Reaktörü 5 MW Gücünde, tıbbi izotopların araştırılması ve üretimi için kullanılan küçük bir tesistir. 1967 yılında ABD’nin desteğiyle inşa edilmiş 1987 yılında düşük zenginlikte uranyum kullanımına geçirilmiştir. 2009 yılında İran yakıt sıkıntısını çözmek için %20 zenginleştirilmiş yerli çubuklarını ilk kez kendisi üretmeye başlamıştı.

Bu tesisin saldırıya uğraması ve soğutma havuzlarının delinmesi ihtimalinde yakıt çubukları aşırı ısınma sonucu çatlayabilir. Açığa çıkacak sezyum-iyot gazları 1-2 km yarıçapta bir tehlike yaratabilir. TRR’nin resmi güvenlik analizi raporlarına göre 2005-2012 arası yıllık meteorolojik verilerle yapılan analizlerde [6] en kötü senaryoda maksimum doz 1-2 km için 1,7 mSv. 13 km’ için 0,45 mSv.) Ölçüt olması için: IAEA’in acil durum eşiği 50 mSv üstü). Bırakın Türkiye’yi, Yakın bölge için bile Tahliye veyahut iyot tableti ihtiyacı bile doğuramayacak bir kazadan bahsediyoruz.

Buşehr Nükleer Santrali

Ecnebilere göre “Final Boss” Anadolu İrfanına göre “Zurnanın son deliği”. İran’ın aktif haldeki tek nükleer reaktörü. Rus tasarımı VVER tipi 1000 MWe gücündeki reaktör 2011’de şebekeye bağlanmış ve elektrik üretmektedir. Hâlihazırda işletmede olan 1 no’lu reaktöre ek olarak Rusya ile iş birliği içinde 2. ve 3. ünitelerin inşası devam etmektedir. (Ülkemizde inşa edilen reaktörün VVER tipi 1200 MWe gücünde bir reaktör olduğunu da bir dipnot olarak ekleyelim).

Nükleer felaket olasılığı bulunan en önemli tesis burası çünkü aktif halde çalışan reaktörün içinde fisyondan kaynaklı yüksek oranda radyoaktif ürünler birikmiş haldedir. Diğer tesislerin yanısıra elbette burada aktif bir reaktör olduğu için güvenlik ve emniyet (safety-security) tedbirleri çok daha karmaşık ve ciddi seviyededir.

Fakat Gözünü karartmış bir ülkenin saldırısı reaktörün yapısını ve özellikle koruyucu beton muhafazasını delip yakıt çekirdeğini tahrip ederse, Çernobil ya da Fukuşima benzeri bir radyoaktif felaketin tetiklenmesi kaçınılmaz olacaktır.

Buşehr Nükleer Santrali doğrudan bunker-buster bir füzeyle vurulur ve basınç kabı parçalanırsa 3000 MWt düzeyinde bir enerji kontrolsüz kalır. Eğer kullanılmış yakıt havuzu isabet alırsa yüksek radyasyonlu yakıt soğutmasız kalır ve aşırı ısınma sonucu havaya tonlarca radyoaktif duman salınır. En olası saldırıda bile (gözdağı vermek için) güvenlik sistemleri hedef alınır ve Fukuşima benzeri soğutmanın durduğu ve çekirdek erimesiyle beraber hidrojen patlamalarının olduğu bir kaza yaşanabilir.

(Teorik olarak 21 Mart 2015 tarihinde yaşandığı varsayılan kazadan 48 saat sonra etki altında kalması beklenen bölgeler)

Literatür taramasıyla beraber elde ettiğimiz veriler [7,8,9,10,11,12,13,14] bize özetle şunu söylüyor: Çerrnobil düzeyinde bir kaza yaşanırsa 4 farklı mevsim ve meterolojik veriye dayanarak hesaplamalar yapılmış. Buşehr’in acil tahliyesi, (yaklaşık 200.000 nüfus) Ahvaz’ın (1 milyondan fazla nüfus) da bir hafta sonrası için tahliyesi gerekebilir. İran içlerinde ve Körfez ülkelerinde kanser riskinde çok ciddi artışlar beklenir. Yaşanacak ciddi bir kaza, bölgede bir çevre krizine de yol açabilir. Özellikle Basra Körfezi’ndeki su kalitesi, deniz canlıları, tarım ve hava kalitesi ciddi biçimde etkilenebilir. Ancak uluslararası INES ölçeğinde orta şiddette bir kaza olması beklenir (muhtemelen Seviye 5 civarı), yani küresel değil, bölgesel etkilerle sınırlı.

Giriş Gelişme ve Şimdi de Sonuç

Bütün düşüncelerimiz, İran, İsrail ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın verdiği bilgilerin doğru ve eksiksiz olduğu varsayımı üzerine inşa edilmiştir. Nükleer tesislere doğrudan saldırının çok daha büyük ikincil etkileri olacaktır:

  • Çernobil, Three Mile Island ve son olarak 2011’de Fukuşima ’da zedelenen ve güç bela tekrar inşa edilebilen “Nükleer Güvenlidir” algısının tamamen yerle bir olması.
  • Savaş teorilerinin baştan yazılması ve nükleer santrallerin doğrudan hedef, sahip ülke için zayıf nokta haline gelmesi.
  • Günün sonunda ülkelerin Nükleer santrallerden vazgeçmesi ve İklim değişikliğini önlemek adına vaat edilen net-sıfır karbon salınımı hedeflerinin hayal olması.
  • Türkiye kamuoyunda “Akkuyu yumuşak karnımız mı olacak?” sorgulaması ve belki de projeden vazgeçiş. Başlamadan biten nükleer teknoloji çağımız. (Allah Korusun)

Bir ülkenin keyfe keder mütecaviz tavırları bütün dünyanın geleceğine mal olabilir yani. Politika yapıcılar için ülkesinin ve milletinin çıkarları dünyanın yarınından bile daha önemli yani! Bilmem ibret alır mı Türkiyeli sevgi pıtırcıkları? Yoksa kimseyi incitmemek için Türklüğünden bile vaz mı geçer? Uluslararası kamuoyunda hak güçlünündür. Kabadayı hükümleri geçer. Eğer kabadayıya kafa tutacak gücün yoksa Kabadayının adalet terazisi şaşarsa ses edemezsin. [ilave: 21 Haziran tarihinde IAEA İsfahan tesisinin gözetimi altında olduğunu, bırakın nükleer silahı, radyoaktif bir tehlike bile bulunmadığını açıkladı. Yani tesis keyfekeder vuruldu.]

İran’ın akıbetinden çıkarılacak en önemli ders bellidir. Türkiye’nin Müreffeh bir ülke olabilmesi için nükleer teknoloji şarttır. Bu hamasi gaz verme cümlesinden ziyade karşılaştırmalı iktisadi analizleri yapılmış oturaklı bir cümledir. Zaten yüksek teknolojiye dayalı ağır sanayisi sıfıra yakın olan bir ülke, enerjide dışa bağımlı ise olası bir kalkınma hamlesinde yaşanacak daha fazla enerji arzını kendi kendine karşılayamayacağı 2+2=4 kadar net bir durumdur. Türkiye’nin bölge aktörü olma ihtimali bile rahatsızlık uyandırırken Dünya aktörü olabilmesi elbette her ülkeyi rahatsız edecek bir ihtimaldir ve İran’ın başına gelen yaptırım-yetmezse yıktırım metodu er geç bizim de kapımızı çalacaktır. “Yaptırım” dalgalarına karşı koymak için enerjide bağımsız bir ülke olmak ilk ve en önemli şartlardandır. Türkiye’nin enerjide bağımsız bir ülke olması için nükleer enerji santrallerini kullanması gereklidir. “Yıktırım!” dalgalarına karşı koyabilmek için de elbette yolların sonu nükleer caydırıcılığa sahip olmaya çıkmaktadır. Çünkü uluslararası camiada kabadayı kanunları geçmektedir.

Büyük düşünebilen milletler büyük oynamak zorundadır. Vezir piyon gibi davranırsa açık hedef olması kaçınılmazdır.

 


Kaynakça

https://www.bbc.com/turkce/articles/cx2j8l00827o

https://www.reuters.com/world/middle-east/iaea-report-says-discussions-with-iran-ongoing-enrichment-up-84-2023-02-28/?utm

https://www.iaea.org/sites/default/files/25/06/gov2025-38.pdf

4 https://www.iaea.org/newscenter/statements/statement-on-the-situation-in-iran-13-june-2025

https://www.iaea.org/newscenter/pressreleases/update-on-developments-in-iran-2

6 Vali, R. & Adelikhah, Mohammademad & Feghhi, S. & Noorikalkhoran, O. & Ahangari, Roghayeh. (2019). Simulation of radionuclide atmospheric dispersion and dose assessment for inhabitants of Tehran province after a hypothetical accident of the Tehran Research Reactor. Radiation and Environmental Biophysics. 58. 10.1007/s00411-018-0761-6.

7 Fereshteh Kaviani, Mohammad Hossein Memarian, Mohammad Eslami-Kalantari, Radioactive impact on Iran and the world from a postulated accident at Bushehr Nuclear Power Plant, ISSN 0149-1970, Progress in Nuclear Energy, Volume 142, 2021, 103991, https://doi.org/10.1016/j.pnucene.2021.103991.

8 Spence, T. G. A. S., & Ahmad, A. (2021). Risks to Persian Gulf Cities from Spent Fuel Fires at the Barakah and Bushehr Nuclear Power Plants. Science & Global Security29(2), 67–89. https://doi.org/10.1080/08929882.2021.1951000.

9 Ahmad Pirouzmand, Peyman Dehghani, Kamal Hadad, Mohammadreza Nematollahi, Dose assessment of radionuclides dispersion from Bushehr nuclear power plant stack under normal operation and accident conditions, International Journal of Hydrogen Energy, Volume 40, Issue 44, 2015, Pages 15198-15205, ISSN 0360-3199, https://doi.org/10.1016/j.ijhydene.2015.06.043.

10 Ahangari, R., Noori-Kalkhoran, O. A study of the protective actions for a hypothetical accident of the Bushehr nuclear power plant at different meteorological conditions. Radiat Environ Biophys 58, 277–285 (2019). https://doi.org/10.1007/s00411-018-00775-w.

11 Sohrabi, M., Ghasemi, M., Amrollahi, R. et al. Assessment of environmental public exposure from a hypothetical nuclear accident for Unit-1 Bushehr nuclear power plant. Radiat Environ Biophys 52, 235–244 (2013). https://doi.org/10.1007/s00411-013-0456-y.

12 G. Raisali, H. Davilu, A. Haghighishad, R. Khodadadi, M. Sabet, Calculation of total effective dose equivalent and collective dose in the event of a LOCA in Bushehr Nuclear Power Plant, Radiation Protection Dosimetry, Volume 121, Issue 4, December 2006, Pages 382–390, https://doi.org/10.1093/rpd/ncl066.

13 Ahmad Pirouzmand, Armin Ghasemi, Farshad Faghihi, Safety analysis of LBLOCA in BDBA scenarios for the Bushehr's VVER-1000 nuclear power plant, Progress in Nuclear Energy, Volume 88, 2016, Pages 231-239, ISSN 0149-1970, https://doi.org/10.1016/j.pnucene.2016.01.004.

14 M. Sohrabi, Z. Parsouzi, R. Amrollahi, C. Khamooshy, M. Ghasemi, Public exposure from environmental release of radioactive material under normal operation of unit-1 Bushehr nuclear power plant, Annals of Nuclear Energy, Volume 55, 2013, Pages 351-358, ISSN 0306-4549, https://doi.org/10.1016/j.anucene.2012.12.002.