Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

İSTİKLÂL HARBİNDE HEP BİRLİKTE SAVAŞMADIK, YİNE HEP BİRLİKTE SAVAŞMAYACAĞIZ

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Türkiye Cumhuriyeti, ilk yüzyılını geride bırakırken, tarih algısını düzenlemeye yönelik dezenformasyon ve birkaç yüzyıl öncesinden bugüne intikâl eden vasatlık kültürü1 ile mücadele de devam etmektedir. Toplumun tarih algısını dizayn etme girişimindeki dezenformasyonların başında; yetmiş iki millet adı sayıp “biz bu ülkeyi hep beraber kurduk”, “İstiklâl Harbi’nde hep beraber savaştık” gibi söylemler gelmektedir. Bu söylemlerde bulunanlar, esasen İstiklâl Harbi’nin bir muharebesi olmayan Çanakkale Cephesi’nde şehit düşmüş Halep, Kerkük, Musul gibi bölgelerden gelen askerlerimizin mezar taşlarını örnek gösterirler. Oysa bu anakronik bir yaklaşımdır. Zira o tarihlerde Halep, Kerkük, Musul ve diğer bazı Arap vilayetleri Türk vatanının birer parçasıdır. İmparatorluk ordusuna da insan kaynağı teşkil eden coğrafyalardır. Çanakkale’de şehit olan Mehmet’in Halep’teki ailesi ya şehit edilmiş ya da vatanından sürülmüştür. Meselenin bu boyutu genelde ya hiç düşünülmez ya da görmezden gelinir. Bunun yanında elbette az sayıda da olsa farklı etnik kökenlerden askerler ve şehitlerimiz mevcuttur. Ancak yukarıda da değinildiği gibi Çanakkale Cephesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile sonuçlanan İstiklâl Harbi’nin bir aşaması değildir. Bu söylemlerin ardında, genelde kendisini farklı bir etnik yapı veya ideoloji olarak tanımlayan alt etnos gruplarının kendi ajandalarını uygulama kaygısı yatmaktadır. Bu söylemin yarattığı, güya “tarihi hak” ile bugün farklı amaçlarını demokrasi, insan hakları, uluslararası hukuk, terörizm vb. enstrümanlarla gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.

Oysa İstiklâl Harbi’ne bakıldığında; bırakınız bugün kendisini farklı alt etnos grupları şeklinde örgütlemeye çalışanları, Türk toplumunun dahi bu savaşı hep birlikte vermediği görülmektedir.2 Savaşanlar, bir avuç mevcuduyla millî kuvvetlerdir. İstiklâl Harbi’ni gerçekleştiren kurmay heyetinin tamamı, önceki yazılarımızda tarifini bulan “hırslı-enerjik” insan profiline sahip İttihatçı ve çoğunlukla Türkçü kadrolardır. Nitekim milli kuvvetlerin yardım ve asker toplamak için gittikleri köylerden “İttihatçı gâvurlar, Enver’in p..leri, kâfirler” vb. söylemlerle kovuldukları; bırakın insan gücü temin etmeyi lojistik destek dahi sağlamadıkları çok bilinen örneklerdir. Nitekim bir yandan işgal güçleriyle savaşan millî kuvvetlerin, diğer yandan Türkler ve Kürtler tarafından çıkarılan isyanlarla uğraştıkları bilgisi, dönem ile ilgili tüm temel kaynaklarda mevcuttur. Millî mücadele karşıtlarının yanında daha kalabalık bir eyyamperest kitle ise ne millî kuvvetlerle ne de isyancı gruplarla bir alaka kurmamıştır.3 Diğer yandan kurmay heyetinin girişimlerinin yanında, yine millî kuvvetlerin çekirdeğini teşkil eden hırslı-enerjik mahalli savaşçılar türemiştir. Herhangi bir organizasyondan bağımsız olarak Türkiye’nin her bölgesinde, bulundukları mevkilerde sorumluluk üstlenen bu serdengeçti karakterler de millî kuvvetlerin bizzat kendisidir. Ancak bu isimler (birkaç istisna hariç), toplumsal bir hareketten ziyade bireysel tutumları ile ön plana çıkan, çevrelerindeki az sayıda gönüllü ile hareket eden karakterlerdir. Millî kuvvetlerin mevcut artışı, Sakarya Savaşı’nın kazanılmasından sonra zafer ümidinin yükselmesi ile olmuştur.

Zafer kazanıldıktan sonra kurmay heyetinin toplum mühendisleri, millet yaratımına katkı sağlayacak bir şekilde, zafer payesini alçakgönüllülükle tüm topluma mal etmek istemişlerdir. Birlik ve beraberlik ruhunu güçlendirmek için tarih yazımına ve öğretimine bu anlatı dâhil edilmiştir. Aynı anda hem özgeç hem de pragmatist olarak gerçekleştirilen bu uygulama sonraki on yıllarda maraz doğurmuştur.

Bugün Cumhuriyet’in kurucu değerlerine, İttihat ve Terakki’ye, Mustafa Kemal Atatürk’e ve İstiklâl Harbi’nin zafer ile neticelenmesini sağlayan millî kuvvetlerin bilumum neferine sayısız iftira ile yüklenilmektedir; bugün onlara sövenler, sövdükleri bir avuç insanın kazandığı büyük zaferden paye kapmaya çalışmaktadır. Kalabalık bir eyyamperest kitle, ne bu kurucu değerlerle ne de kurucu atalarla bugün de herhangi bir duygusal bağ veya aidiyet kuramamaktadır. Bu durum ise millî kuvvetlerin aleyhinde çalışan grupların kamuoyunda görünür olmasını sağlamakta; millî kuvvetlerin ruhunu muhafaza ve müdafaa eden küçük bir kitleyi ise “marjinal” etiketiyle tanımlanır bir hale sokmaktadır. Bu manzara yeni yetişen kuşaklarımızı, gençlerimizi ümitsizliğe sevk etmektedir.

Genç arkadaşlarımıza şunu açıkça söylemek gerekir; bu durum İstiklâl Harbi yılları da dâhil olmak üzere her zaman böyleydi. Millî kuvvetler her zaman azınlıktaydı, o zaman da marjinal olarak tanımlanırlardı. Atatürk de dâhil birçoğu, haklarında düzenlenmiş idam fermanları ceplerindeyken savaştılar. Tarihin her döneminde ve her coğrafyasında bu böyle olagelmiştir. Hırslı-enerjik insan profili, bir toplum içerisinde her zaman azınlık durumundadır. Bu karakterdeki insanların, aldıkları riskler ve sorumluluklar dolayısıyla çoğunlukla erken yaşlarda şehit olmaları, sürgün edilmeleri, zindanlara atılmaları vb. sebepler toplum içerisindeki genetik temsillerinin entropik bir karakterde azalmasına sebebiyet verir. Eyyamperestler ise her zaman çoğunluk durumundadır ve sürekli çoğalmaya, üremeye devam ederler. Ancak şunu net bir şekilde söyleyebiliriz; bu azınlıklar, her zaman bu çoğunluklara galip gelmiştir. Tarihin yönünü kalabalık eyyamperestler değil, azınlıktaki milli kuvvetler belirlemiştir.

Toplum, katı ve diskret olmak üzere iki temel sistemden meydana gelir. Katı sistem (devlet, kurumlar vb.), genelde diskret sistemi (millet vb.) koruması amacıyla oluşturulur. Katı sistemin öyle araçları vardır ki eyyamperestler bunların yanlarından dahi geçemezler. O yüzden bu araçlar, geçen onca yıllara rağmen karakterlerini muhafaza etmeyi başarırlar. Bu yapı, diskret bir sistem olan milleti çok kez ipten almıştır. İstiklâl Harbi de bunun örneklerinden birisidir. Millî kuvvetlerin ana kolonlarını bu yapılar teşkil eder. Kriz anlarında ise dört bir yanda şahsi iradelerin tecellisi ile hırslı-enerjik profildeki insanların çoban ateşleri parıldar. Sonrasında bunları örgütleyen genelde yine katı sistemin araçları olmaktadır. Bu durumu iyi bilen ve defalarca deneyimleyen yabancı istihbarat servisleri, terör örgütleri ve casusluk şebekeleriyle bu sistemi içinden çözmeyi denemişler, ancak başarılı olamamışlardır. Çünkü böyle bir misyonun başarıya ulaşabilmesi için gerekli olan insan kaynağının, en az hedef tahtasına konulan sistemin insan kaynağı kadar gözü kara olması gerekir. Bunu sağlamak ise taşeron örgütlerin biat kültürüne sahip kitleleri sebebiyle çoğu zaman mümkün değildir.

Millî kuvvetleri teşkil eden hırslı-enerjik insanlar, tarihin dönüm noktalarında kendilerini görünür kılarlar. Tarihi talih tecelli etmez ve bir kırılma noktası yaşanmazsa; bu insanlar, zamanın içinden sessiz sedasız akıp geçerler. Bu ara dönemlerde, eyyamperestlerin her türlü toplumsal değeri hiçe sayan para, makam, mevki, unvan gibi kişisel ikbal davaları ve cemaatten cemiyete evrilememiş biat kültüründeki kitle insanının yarattığı cehennem yaşanabilir. Bu dönemde topluma yol göstermesi gereken etiketli “aydın” kadroları da ekseriyetle konfor alanlarını bozmayarak suyun akışına uyan eyyamperestler tarafından doldurulur. Bunlar da “aydınların ihaneti” adını verebileceğimiz bir olguya hayat vererek, kişisel ikballeri için biat halkasına dâhil olurlar. Şu anda da böyle bir ara dönemden geçiyoruz. Gençlerimiz, bugünün aldatıcı manzarasında yeise kapılmasınlar. Bu manzaradan rahatsızlık duyan, hiçbir koşul altında Atatürk’ten, Türkçülükten, İttihatçı ruhtan ve liyakate inancından taviz vermeyen gençlerimizin tamamı, tarih kırıldığında, kor millî kuvvetlerin bizzat kendileri olduklarını idrak edecekler ve ılık kalabalıklara karşı tarihi kendileri yazacaklardır.

İstiklal Harbi’nde hep birlikte savaşmadık, savaşmamız gerekirse yine hep birlikte savaşmayacağız. Eyyamperestlerin çoğunlukta olması doğanın işleyişine uygundur. Türk gencinin, sahte hamasi söylemlerden arınık bir vaziyette, bunun idrakinde ve hazırlığında olması gerekir.

 

NOT: Daha önceki yazılarımızda, bu yazı içerisinde kullanılan kuramsal çerçeve ve kavramlar sıklıkla konu edildiği için burada tanımlamalardan kaçınılmıştır. Bu konudaki yönlendirmeler metnin sonundaki dipnotlarda yapılmıştır.

 

1 Vasatlık kültürü için bkz. “Çöküşe Götüren Vasatlık Kültürü”. 

2 Bu durum üzerinde, Anadolu Türklüğü’nün “atalet” adı verilen etnogenez aşamasında olmasının da büyük etkisi vardır. Bkz.”Etnik Dinlenmenin Sonu ve Türklüğün Yeniden Yükselişi”. 

3 Eyyamperestlik ve idealistlik, insanların biyolojik yapılarının sonuçlarıdır. Deneyim veya eğitim ile değiştirilemez. Eyyamperestlerin ve idealistlerin farklı davranış kalıpları için bkz. “Ülkülerin Zamanı”.