Himmet Kayhan

Tüm yazıları
...

Kırım’ın acı kaderi

Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Himmet Kayhan

Yenişehir Sağlık Koleji’nde henüz birkaç aylık öğrenciydim.  Kütüphanemizde duvarlar boyunca dizili kitaplara göz gezdirirken, Cengiz Dağcı’nın Yurdunu Kaybeden Adam adlı romanını görünce hemen el attım. O günlerde bir dergide yazar hakkında övücü bir yazı okumuştum. Bu yüzden merak etmiştim. Kitabı alabilmek için bir fiş doldurup kütüphane görevlisi Necmi ağabeye uzattım. Yüzüme baktı ve “Bunun ilk cildini okudun mu?” diye sordu. Başımı sallayınca yürüdü, karşı raflardan bir kitap seçip uzattı. Aynı yazarın Korkunç Yıllar adındaki kitabıydı. “Önce bunu oku, öteki bunun devamıdır.” dedi. “Roman olarak yazılmış ama aslında yazarın görüp geçirdiği gerçek olayları anlatıyor. Kırım Türklerinin acı kaderinden bir dönemi okumuş olursun.”

O gün Cuma’ydı. Kitabı hafta sonu tatilinde okuyacaktım. Fakat o akşam şöyle bir göz atınca merakım tutuştu, okumaya koyuldum. Yatılı okullardaki hazırlık saatleri olan ‘mütalâ’ boyunca, arkadaşlar ders çalışırken ben Korkunç Yıllar’ın akıntısına kapılmış koyvermiştim. O gece geç saatlere kadar roman kahramanı Sadık Turan’ın ardınca sürükleniyordum. Daha doğrusu ona dönüşüp, onun yaşadıklarını yaşıyordum. Ertesi gün kitap bitti ve ardından hemen Yurdunu Kaybeden Adam’a yumuldum…

Cengiz Dağcı ve onun nesli Kırımlı Türk gençlerinin yaşadığı anlatılması zor ve ufku olmayan acılar, boğazıma düğümlenmişti: İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet ordusunda askerlik, Almanlara karşı savaş, esir düşüp kamplarda hayata tutunma çırpınışı… Almanya’nın Türk asıllı esirlerden kurduğu ve Rusya’ya karşı savaşa sürdüğü Türkistan lejyon kıtalarında yer alış… Vatan Kırım’da bu defa Alman saflarında bir asker olarak bulunma ve Sovyet tarafında partizan- gerilla olarak savaşan öz kardeşiyle karşılaşma… Alman yenilgisiyle Polonya ortalarına çekiliş… Savaş biterken, dönecek yurdu yuvası olmayan, yabancı bir dünyada korku içinde kendini saklamaya çalışan, ruh hali bozulmuş bir genç insan…

Kütüphanemizde Dağcı’nın bir kitabı daha vardı: Adı “Onlar da İnsandı” olan bu roman yazarın kendi köyü, kasabası ve kendi insanlarının hikâyeleriyle örülmüştü. Bir gün akıp gelen askerî araçlar, evlerinden, bahçelerinden toplanan köylüler… Her şeylerini geride bırakıp bilinmez diyarlara sürgüne götürülen insanlar… Onların evlerine, bahçelerine, bağlarına yerleştirilen Rusların, soğuk yerlerden Kırım’a gelmiş olmaktan duydukları sonsuz sevinç… Stalin Yoldaş’a, kendilerini bu cennet ülkeye getirip yerleştirdiği için duyulan saygı ve edilen dualar… Dağcı, kitabın sonunda sözü bağlarken Kırım’a çöreklenen bu Rusların sevinmesine hak veriyordu; çünkü onlar insandı. Ya ötekiler, o hayvan sürüleri gibi sürülüp götürülenler: İşte “Onlar da İnsandı…”

***

Ortaokul öğrencisiyken, komşu kızı olan Nurhan ablanın bahçede sık sık söylediği o Kırım türküsü hafızama derin çizgilerle kazınmış: “Sit Osman sarayga saldırgan ay…” Evlerinde bir yıl kaldığım Tatar Süleyman (Sever) amcanın, bazı arkadaşlarıyla sohbetlerinde geçen Kırım, Dobruca, göç, “bizim Tatarlar” hakkındaki konuşmalardan kopuk kopuk alabildiğim birçok hikâye kırpıntıları vardı. Elbette Tatar böreği ve Çibörek, çocukluk çağımızda Tatar kültüründen kazandığımız en sağlam temel taşlardı…

Zaman akışında Cengiz Dağcı’nın yeni yayımlanan kitaplarını, kendisi ve eserleri hakkında yazılanları olabildiğince okudum. Kırım tarihi ve Kırım Türklerinin yaşadığı olaylar hakkında enine boyuna çok şeyler öğrendim. Bu Türk yurdunda yetişmiş aydınlardan, yazarlardan birçoğunu tanıyabildim. Destanlar, şiirler, hatıralar, biyografiler okudum; türküler, ağıtlar dinledim.

Bizim nesil Türk milliyetçileri, “Esir Türkler” konusunda gerçek ve derin bir duyarlılığa sahip olmuş ve bu konuda emek harcamıştır. Bütün Türk dünyası için duyduğumuz özlem ve yürek çarpıntıları, Kırım Türkleri için de vardı. Kırım Türklerinin, 1943’teki sürgün yerlerinden ana yurda dönüş için çırpınışlarını, mücadelelerini acı duyarak takip ettik. Mustafa Cemiloğlu başta olmak üzere bu mücadelenin kahramanlarını yürek çarpıntılarıyla izledik.

Son otuz yıl içinde Kırım Türkleri, birer ikişer yurda dönüp yerleşmeye, baba ocağını yeniden tüttürmeye çalışırken; Rusya, tarihî kimliğini bir daha gösterdi, Ukrayna’dan Kırım’ı koparıp aldı. Kırım’da umutlar yeniden gölgelenip karardı.

“Kırım’ın acılı kaderi” sürüp gidiyor. Bu söz, Kazakistanlı büyük bilgin Rahmankul Berdibay Hoca’nın bir yazısının başlığıydı: “Kırım’nın Kıylı Tağdırı…” 

***

Dün akşam bir sohbet halkasında söz, döne dolana Kırım’a geldi.  Konuştuğumuz konu, bir milletin kaderinde yöneticilerin yol açtığı felaketlerdi. Kırım tarihinde bunun acı örnekleri vardı:

1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım, bağımsız devlet olmuştu. Buna rağmen Rus ordusu Kırım’ı boşaltmıyor, Osmanlı Devleti ise yeniden ele geçirmeye niyetliydi. Fakat iki taraf da savaş yorgunuydu, yeni bir çatışmayı göze alamıyordu. Kırım ileri gelenleri ikiye bölünmüş; Osmanlı ve Rus taraftarları birbirine düşmüştü. Rus yanlıları Şahin Giray’ı tahta çıkarmayı başarmışlardı. Bu genç, birkaç yıl çariçenin sarayında yaşamış, Rus generali üniforması giyiyor, her bakımdan Rus hayranıydı.

1779 Aynalıkavak Anlaşması’yla Osmanlı’nın Kırım üzerindeki son hakları da elden çıkınca oyunun sonu görünüyordu. Bu dönemde “Bağımsız Kırım” ardı ardına han değişmeleri yaşıyordu. Şahin Giray’ın ikinci hanlığı sırasında Kırım ordusunda Rus üniforması giyilmesi, bütün vakıfların ilga edilmesi gibi tarihî düzenin tahribi ve millî kimliğin silinmesine yönelik hareketler yaşanıyordu. Kırımlı Rus yandaşlarının korkusu, Osmanlı’nın yeniden Kırım’ı ele geçirmesiydi. 1782’de Şahin Giray tahttan indirildi, Petersburg’a kaçtı. Yerine Bahadır Giray geçmişti. Yedi ay sonra Şahin Giray bir Rus ordusuyla Kırım’a girince, ağabeyi Bahadır, Türkiye’ye kaçtı…

Sonunda, Çariçe Katerina’nın Kırım’ı Rusya’ya ilhak ettiğini ilan eden fermanı, tahta çıkış yıldönümünde, 19 Temmuz 1783 de Karasupazarı’nda okundu. Buna karşı büyük tepkiler gösterilince Çariçe’nin aşığı Potemkin katliama başladı. Bir iki ay içinde Kırım ileri gelenlerinden 30 binden fazla insanı idam ettirdi. Bütün asilzadeler, büyük toprak sahipleri katledildi. Topraklara Çariçe namına el kondu. Kırım yalılarına yığılan yüzbinlerce Türk, Anadolu ve Balkanlara kaçıp sığındı. Kırım Türkleri, günden güne dağıldı, eridi…

Bu gün Kırım’dan söz edilince, insanın aklına yakıcı bir soru damlıyor:

1774 sonrasında Rusya yanlısı olan Kırımlı asilzadeler, aydınlar, zenginler; inanç olarak Müslüman insanlardı. Bulundukları âlemde huzur içindeler mi?

Bir ülkede yöneticilerin, aydınların, ileri gelenlerin yol açtığı yaralar kolay kapanmıyor. Çoğu zaman derinleşerek, büyüyerek, nesiller boyunca sürüp giden büyük felaketlere dönüşüyor…