Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Tüm yazıları
...

Nur ve Işık

Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.

Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Son yıllarda, vefat haberleri üzerine taziye bildiren bazı vatandaşlar yeni bir kelimede karar kıldılar: Işık.

Işıklar içinde uyusun.

Işıklar içinde uyu!

Işık yoldaşın olsun!

Bu kelimeyi ilk ortaya atanlar şuurlu bir tercih yapmışlardı, ‘lâik’ olma kaygısındaydılar, ‘ışık’ kelimesinde lâik bir nüans sezmişlerdi, diye düşünüyorum.  Şimdi kullananların bir kısmı yine öyledir, ama bir kısım insanlarımız da, fazla düşünmeden, moda diye, modern görünme hevesiyle kullanıyorlar.

Ben lâikliğe samimiyetle inanırım. Lâik olmayan Arap coğrafyasının hâl-i pür melâli ortada. Amma velâkin lâiklik -bugün dilimizde kullanıldığı manası ile- devlete ait bir kavramdır, hukukî bir terimdir, anayasal bir prensiptir. Fertler devletin lâikliğini savunur ama özel hayatlarında isteseler de lâik olamazlar. Fertler dinsiz olabilir, dinî hassasiyetleri düşük olabilir veya yüksek olabilir. Eğer dinsiz değillerse dinî kültürleriyle dünyevî işlerini birbirinden ayıramazlar. Dinle en ilgisiz görünen insan şaşırdığında “Aman Allah’ım!” der. (Her dilde böyle) Kısaca lâiklik ferde ait bir kavram değildir. Bir insana “Sen lâik misin, değil misin?” diye sormak mantıksızdır. Neyse, bu ayrı bir konu!

‘Işık’ yerine kullandığımız asıl kelime ‘nur’ idi. Nur’da dinî bir hava, bir ‘gericilik’ sezilmiş olmalı ki, yerine ‘ışık’ ikame edildi. Edilmeye çalışılıyor.

Ölenlerin ardından “Nur içinde yatsın!” derdik. Şimdi ‘nur’un yerine ışık... Nur’u ‘ışık’ olarak tercüme ettik! Anlamları sözlüğe bakarsanız hemen hemen aynı. ‘Nur’da farklı olarak bir ‘ilâhî’ taraf var. “İlâhî bir güç tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık.” diyor sözlükte. ‘Nur’da bir inanç boyutu, bir hayır dua var. Kelimenin içine biraz maneviyat karışıyor, ruh karışıyor. İşte tam da bu sebepten ‘nur’ kelimesi ölüme ne çok yakışıyor? Ölüm hakkında da bir şey bilmiyoruz, ‘nur’ için de kesin bir tarif veremiyoruz. ‘Nur’da fiziğin, bir düğme ile yakıp söndürdüğümüz ‘ışığından’ farklı olarak bir müphemiyet var, gözle görülmeyen, kalple idrak edilen bir taraf var, imânımız var. Ölümü, ölüm gibi bir soru işaretini ‘fiziğin ışığı’ içine sokmakta ne kârımız var? İllâ ve ısrarla “Ben lâik bir insanım, din ve dünya işlerini birbirine karıştırmam!” diyerek ışık kelimesi kullanılıyorsa, ölüm dünya işinin bittiği yer değil midir?

Yalnız “Nur içinde yatsın!” derken bu temenni ve tesellide Allah’a sığınmak, Allah’ın rahmetini ummak vardır, işin içine mânevî bir hava katmak vardır; ‘ışık’ bu mânâları bertaraf etmektedir. “Işık yoldaşın olsun!” dediğinizde, insanın sorası geliyor: “Hangi ışık?” Merhumun yattığı yerde yahut ‘gidilen yerde’ yanan bir lamba hatıra geliyor. İnsanı rahatlatmayan, teselli etmeyen, kuru, materyalist bir ifade.

Nur kelimesi güzeldir. Sadece ölümü güzelleştirmez, dirilere de hitâbı vardır. Türkçe’nin en aydınlık kelimelerinden biridir.

Bebek doğar “Nur topu gibi...” deriz. “El emeği göz nûru döker” ince işler yaparız. Çok sevdiğimiz insanlara “Gözümün nûru” deriz. İçinin temizliği, iyiliği yüzüne vuran insanlara ‘nur yüzlü’ deriz. Aksine yüzünde bir sevimsizlik bulunan, kötü huylu insan etkisi bırakanlara ‘nursuz’ sıfatını yakıştırırız. Bizler unuttuk ama bizden önceki nesil sevdiği, bir hareketinden memnun kaldığı insanı “Nûr ol!” diyerek taltif ederdi. Bu ifadeden erkek ismi vardır: Nurol. “Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı.”

Sonra... Gittiği yerdeki, tuttuğu işteki asıl maksadı elde edemeyen kısmetsiz kullar “Nur görmedik hacıya döner.” Üstelik “Nur görmedik hacıyı deve üstünde yılan sokar.”

Kürdilihicazkâr makâmında hârikulâde bir şarkımız vardır, bestesi Cevdet Çağla, güftesi Rüştü Şardağ:

Nur salkımısın gül ki bahar bahtına yansın,

Sen başka ziya, başka hayal, başka zamansın.

Bir Erzincan türkümüz vardır:

Bir yıldız doğdu nûr ile,

Âlemi yaktı nâr ile,

Küsülüyem ben yâr ile,

Yahya Kemal “Mâhûrdan Gazel”de bir güzeli anlatır:

Gördüm ol meh dûşuna bir şâl atup lâhûrdan

Gül yanaklar üstüne yaşmak tutunmuş nûrdan.

Mehmet Âkif Süleyman Nazif’e hitabederken umut aşılamaya çalışır:

Lâkin, bu alev selleri artık dinecektir;

Artık bize nâr inmeyecek, nûr inecektir.

Yunus ne demiştir:

Hakk'a âşık olan kişi /Akar gözlerinin yaşı

Pür nûr olur içi dışı /Söyler Allah deyü deyü

Karacaoğlan eksik kalır mı:

Ala gözlerini sevdiğim dilber, / İbrişim atkının telinden misin,

Kadir Mevlâm seni öğmüş yaratmış, / Cennet-i âlânın nûrundan mısın?

Cahit Sıtkı Tarancı da söze karışır:

Ne doğan güne hükmüm geçer,

Ne halden anlayan bulunur;

Ah aklımdan ölümüm geçer;

Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur…

Gördüğünüz gibi ‘nur’ kelimesi sadece dinî değil, lâdinî anlamlarla da dilimize yerleşmiştir. Dilimize atasözleriyle, deyimlerle yerleşmiş kelimeleri kaldırır atarsanız, yerleri -doldu sanırsınız ama- boş kalır.

Nur kelimesine kıymayın!

Nur kelimesinden korkmayın!

Bütün gidenler nur içinde yatsın!