Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

Türk Dünyası Eğit-Politiği

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, Türkistan ve Kafkasya’daki Türk devletlerinin bağımsızlıklarını ilan ettikleri tarihten günümüze, yaklaşık 30 yıldır, Türk Dünyası bütünleşmesinden düşük perdede de olsa bahsedilmektedir. Esasında bu düşüncenin, bir mefkûre olarak bir buçuk asır öncesine kadar izi sürülebilir. Ancak milliyet bilincinin ortaya çıkışından sonra, tarihin hiçbir dönemi, Türk Dünyası’nın bu kadar büyük bir kısmının bağımsız olup, bu mefkûreye iltihak edebileceği bir ortam sunmamıştır. Buna rağmen otuz yıl içerisinde gerçekleştirilen işbirliği çalışmaları, işbirliğinin kurumsallaştırılması, ekonomik ve kültürel ilişkiler, ne yazık ki yukarıda mefkûre olarak sunduğumuz Türk Dünyası bütünleşmesi yolunda çok küçük bir adım olarak kalmıştır. Otuz yılı, tarih içerisinde dar bir zaman dilimi olarak addedenler, devletlerin ömürleri açısından kısa bir süre olarak niteleyenler olabilir. Ancak geçen zaman, mikro milli kimlikleri güçlendirmekte olduğu için bir gecikmeden ziyade, deformasyona işaret etmektedir. Yani olması gerekenin aksi yönündeki bir hareketten bahsedebiliriz. Zuhur eden deformasyonun yarattığı tahribatın tekrar istenen niteliklerle inşa edilmesi, deformasyonun gerçekleştiği süreden daha fazla zaman alacaktır. Yani bugün bile her şeye en doğru şekilde başlanılsa; kaybedilen sadece otuz yıl değil, otuz yılın yarattığı deformasyonu gidermek için (bu şekilde devam ederse belki de hiçbir zaman giderilemeyecek) harcanacak en iyi ihtimallerle belki elli yıl, belki bir veya birkaç asırdır. Buna 15. yüzyıldan günümüze kadar büyük ölçüde kopan Batı-Doğu Türklüğü bağlantısını ve asimilasyon nitelikli dış müdahaleleri (Rus, Çin, Fars, Arap vb.) de dâhil edersek bu süreyi uzatmak mümkündür. Lakin ideal ne kadar uzak olursa olsun, idealistlerin bu doğrultuda çalışmaktan geri durmayacaklarını göz önünde bulundurmak ve bu çalışmaları planlı, programlı ve örgütlü bir şekilde yürütmek gerekir. Türk Dünyası’nın bugünkü manzarasına bakıldığında, bu organizasyondan çok büyük ölçüde yoksun olduğu görülmektedir.

Türk Dünyası tabirini kullanmak kolay olsa da, Türk Dünyası ile ilgili her çalışma, bahsedilen coğrafyanın genişliği ve parçalı yapısı sebebiyle güçtür. Türk Dünyası bütünleşmesi yolunda, öncelikle zihinlerin inşasını ön plana alarak; gerçekleştirilmesi gereken bilimsel, eğitsel ve kültürel çalışmalarla ilgili geniş spektrumlu bir politika inşasına değineceğimiz ‘Türk Dünyası Eğit-politiği’ yazı dizisinde öncelikle bu coğrafyayı, ele alacağımız kıstaslar açısından sunacağız. Ancak bu noktada daha önceden tanımını yaptığımız eğit-politik ile neyi kastettiğimizi hatırlayalım:

Eğit-politik; topyekûn olarak örgün ve yaygın eğitim ve kültür teşkilatlarının veya çeşitli örgün ve yaygın eğitsel unsurların, toplumun veya belirli bir sosyal grubun, daha önceden belirlenmiş ülküler ve idealler doğrultusunda bilinçli olarak şekillendirilmesi ile olan ilişkisini ifade etmektedir. Eğit-politik faaliyetler iki türlü şekilde cereyan edebilir. Bunlardan ilki, hâkim politik veya ideolojik statükoyu zafiyete uğratmak suretiyle ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetlerdir. Bir ülkede saygı duyulan politik bir sistemin veya tarihi figürlerin, dezenformasyon yoluyla yıpratılması suretiyle itibarının ortadan kaldırılması bu tür bir eğit-politik faaliyete örnek olarak verilebilir. İkinci tür ise, daha önceden belirlenmiş olan kazanımlar doğrultusunda, sınırları çizilmiş bir sosyal grubun idealize edilmesidir. Sınırları çizilmiş olan sosyal grup, ulusal eğitim teşkilatlarının hitap ettiği bir millet olabileceği gibi, herhangi bir sosyal örgüte ait çok daha küçük gruplar da olabilir. Bu türden bir eğit-politik faaliyete ise; Avrupa Birliği’nin Avrupalılık bilinci ve demokrasi ilkelerini idealize eden eğitsel tasarımlarını, Suriye Baas Yönetimi’nin Panarabizm ideolojisini aşılayan öğretim programlarını veya Türkiye Cumhuriyeti’nin vatanını ve milletini seven, haklarını bilen ve kullanan, sorumluluklarını yerine getiren, ulusal bilince sahip vatandaş yetiştirme idealine sahip sosyal bilgiler ve tarih öğretim programlarını örnek olarak verebiliriz. İkinci tür bir eğit-politik misyonun doğumu, genelde başarılı birinci tür eğit-politik faaliyetlerden sonra veya onlarla eş zamanlı bir şekilde gerçekleşmektedir. Örneğin II. Meşrutiyet yıllarında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında sunulan eğitsel süreçler içerisinde; halkın yönetime katılması idealize edilirken, “monarşi” düzenine ilişkin olumsuz nitelikte söylemlerde bulunulmasını bu bağlamda değerlendirebiliriz.(1)

Eğit-politik ile neyin kastedildiğini hatırladıktan sonra Türk Dünyası bütünleşmesi için böyle bir girişimde bulunmanın kilometre taşlarına geçebiliriz. Ancak Türk Dünyası tabiri her ne kadar yeknesaklığa vurgu yapsa da, bugünkü yapısı itibariyle aynı amaçlara ulaşmak için farklı tedbirleri işe koşma gerekliliği sunan müstakil bölgelerden oluşmaktadır. Bütünleşme girişimlerinin ilk adımı, bu coğrafyayı, Türk Dünyası’nın muhtelif unsurlarının tamamının zihinlerinde benzer mekânsal algı formlarıyla inşa etmek olmalıdır.

Zihinlerdeki firkat: Türk Dünyası coğrafyası

Sır-derya boylarından İslam dünyasına, Avrupa ortalarına ve Akdeniz havzasına kadar yayılan Oğuzlar, yeni din ve medeniyetin de verdiği tazyikle 16. yüzyılda cihan hâkimiyeti mefkûrelerinin zirvesine ulaşmışlardı.(2) Fütuhatın genişlettiği bu Türk coğrafyası, Baykara’ya göre kendi içinde üç büyük alt coğrafyaya ayrılabilir; bu coğrafyalardan birincisi Ötüken merkezli Orta Batı Moğolistan ve Güney Sibirya, ikincisi Türkistan (doğu ve batı), üçüncüsü ise Tebriz-Konya, Kırım ve İstanbul’u merkez alan mıntıka olarak tabir edilebilir.(3) İlk mıntıka tarihi bağlam içerisinde önem arz etse de günümüzde Türkler bu bölgeden büyük ölçüde çekilmişlerdir. Baykara’nın sunduğu kompartıman ayrımları, bu bölgelerde yaşayan Türk topluluklarının genel özellikleri açısından gerçekleştirilmiştir ve Anadolu-Oğuz perspektifine göre inşa edilmiştir. Oysa bu tasnife, bugün çok fazla yayılmış ve dağılmış olsalar da Doğu Avrupa Türklüğü’nü de dâhil etmek gerekir. Zira tüm dağılmaya rağmen hala Türk topluluklarının yoğun bir şekilde yaşadıkları Moldova (Gagavuzya) gibi bölgeler de mevcuttur.

Tarihi referans alarak biraz daha derinlere inildiğinde, Türk kültür havzasının tamamen Türk kültürel unsurlarına göre şekillenmiş, biraz daha fazla parçadaki mozaikten meydana gelmiş olduğu görülmektedir. Örneğin Baykara’nın sunduğu Tebriz-Konya, Kırım ve İstanbul merkezli üçüncü mıntıka; kendi içerisinde siyasi ve sosyal saiklerden beslenen birçok bölgeye ayrılmıştır. Kırım, bugün tartışmalı bir şekilde Rus kontrolündedir (tartışması bir yana bırakıldığında, hukuki-siyasi olarak ise Ukrayna hâkimiyetinde görünmektedir). Tebriz ise, Güney Azerbaycan’ın merkezi olmasına rağmen bugün İran’ın kontrolündedir. Ancak tüm bu siyasi konjonktürü bir yana bıraktığımızda dahi; Türk tarihi ve kültürünü referans aldığımızda, bu coğrafya kendi içerisinde en az üç büyük parçaya ayrılabilir. Bu noktada Hopa-Tarsus hattı çok önemli bir tarihi sınırı teşkil etmektedir. Hopa-Tarsus hattının doğusu ile batısının Türkleşme süreçleri birbirinden farklı zamanlarda ve farklı Türk devletleri tarafından gerçekleştirilmiştir ve kültürel olarak farklılık arz etmektedir.(4) Buna göre bu Türk coğrafyasını şu alt bölgeler dâhilinde değerlendirmek gerekir: 1 Kırım, 2Hopa-Tarsus hattının batısı (Orta ve Batı Anadolu Türklüğü), 3 Hopa-Tarsus hattının doğusu (Doğu Anadolu, Altın Hilal ve Azerbaycan Türklüğü), 4 Rumeli ve Balkan Türklüğü. Hopa-Tarsus hattının batısı, daha önceden kendi içerisinde müstakil bölgelere ayrılabilirken (Karesi, Karaman, Germiyan vb.) Osmanlı hâkimiyeti ile gerçekleşen siyasi bütünlük, kültürel bütünlüğü de büyük ölçüde perçinlemiştir. Ancak buna rağmen zeminde yatan kültürel kodlar hemşericilik şeklinde yaşamaya devam etmektedir. Benzer bir bütünleşme esasında farklı bir Türk kültür havzasında olan Doğu Anadolu’nun, Hopa-Tarsus hattının batısıyla birleşmesidir. Bu da siyasi birlikteliğin getirdiği bir sonuçtur (Osmanlı hâkimiyeti). Batıdaki Osmanlı hâkimiyeti ile eş zamanlı olarak doğuda (Azerbaycan) güçlenen Şii hareketi, din faktörüyle bu iki havzayı birbirinden belirgin şekilde ayırırken Doğu Anadolu adeta arada bir yerlerde kalmıştır. Osmanlı hâkimiyetinde olduğu için Şii propagandası bu bölgeye yeterince erişememiş ve bu bölge Azerbaycan’daki aynı kültür havzasından olan soydaşlarıyla inanç ve mezhep ayrılığına düşmüşlerdir. Diğer yandan aynı siyasi teşkilat (Osmanlı) altında yaşadıkları Orta ve Batı Anadolu’daki soydaşlarıyla da şive ve bazı kültür-gelenek ayrılıklarına düşmüşlerdir.

Yukarıda bahsettiğimiz mikro milli kimlikler, bu konularda konuşulmasını zorlaştırmaktadır. Mikro milli kimliklerin inşa edilmesinde kullanılan haritalar ve mekânsal temsillerde yer alan sınırlar da, bu konudaki algıyı şekillendirme işinde pek maharetli olduğundan hakikatin manipülasyonuna sebebiyet vermektedir. Aynı durum Hopa-Tarsus hattının doğusundaki havzada yer aldığı halde kaybedilmiş olan vatan toprakları için de geçerlidir. Kuzey Suriye, Kuzey Irak ve Güney Azerbaycan (Tebriz ve çevresi) bugün milli sınırların dışında kaldığından, bu bölgelerin ‘Türk yurdu’ vasfı büyük ölçüde zihinlerden de uçup gitmiştir. Oysa Türk Dünyası ile ilgili politikalar üretirken, bu üç bölgenin de; tarihte bir oldukları halde bugün kendi iç dinamikleriyle birlikte üç müstakil bölge olduklarını göz önünde bulundurmak gerekir. Türk Dünyası bütünleşmesi yolunda reçete hazırlarken, bu bölgelerin tümüne bir reçete değil, her birinin kendi derdine deva olacak ayrı reçeteler sunmak gerekir. Aynı durum diğer Türk bölgeleri için de geçerlidir. Bu reçeteler ile ilgili hususa ilerleyen bölümlerde değineceğiz, ancak önce Türk Dünyası’nın diğer kompartımanlarına da değinmekte fayda var.

Baykara’nın tasnifine göre bir diğer önemli Türk coğrafyası Türkistan’dır. Türkistan ile hem batı hem de Doğu Türkistan’ı kastediyoruz. Ancak burada da bu Türk coğrafyasını, siyasi, sosyal ve kültürel faktörlerin şekillendirdiği daha küçük ve anlamlı coğrafyalara ayırmak mümkün ve gerekli görünüyor. Zira Doğu Türkistan ile Batı Türkistan’ı buluşturmak için yüzlerce yıl geriye gitmek gerekiyor. Aradaki zaman aralığında Batı Türkistan, Rus; Doğu Türkistan ise Çin zulmü ve asimilasyonuna maruz kalmış olup, ‘genel Türk’ kimliğine erişmek için farklı reçetelere ve çalışmalara ihtiyaç duymaktadırlar.

Batı Türkistan, sistemli Rus asimilasyonu ve etnopedagojisi sayesinde, mikro milli kimliklere ayrıştırılmış ve bu kimliklerin güçlendirilmesiyle kendi içerisinde müstakil bölgelerin doğuşuna şahitlik etmiştir. Bugün bağımsız devletler olarak teşekkül eden Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın temel motivasyon kaynakları her ne kadar Türk toplum yapısının derinliklerinden referans alabilse de; modern milliyet bilincinin teşekkülünde yabancı tesiri azımsanamayacak ölçülerdedir. Dolayısıyla Türk Dünyası bütünleşmesinde, diğer bölgelerde olduğu gibi bu bölgelerin her birini kendilerine özgü iç dinamikleriyle birlikte değerlendirme gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Yukarıda kısaca ele aldığımız Türk Dünyası tarifini özetleyecek olursak, Türk Dünyası’nın kendi içerisinde, bütünleşme yolundaki çalışmalarda ayrı başlıklar halinde değerlendirilmesi gereken şu Türk bölgelerini barındırdığını söyleyebiliriz: 1 Türkistan (Doğu Türklüğü); (a) Doğu Türkistan, (b) Batı Türkistan [b1]Türkmenistan, [b2] Özbekistan, [b3] Kazakistan, [b4] Kırgızistan, [b5] Güney Türkistan(Afganistan).

2 Tebriz-Konya-İstanbul-Kırım merkezli bölge (Batı Türklüğü); (a) Hopa-Tarsus hattının batısı (Orta ve Batı Anadolu Türklüğü), (b) Hopa-Tarsus hattının doğusu (Doğu Anadolu, Altın Hilal ve Azerbaycan (Kuzey-Güney) Türklüğü), (c) Rumeli ve Balkanlar, (d) Kırım.(5)

Bunlara ek olarak Doğu Avrupa ve Rusya içlerindeki özerk bölgeleri de Türk Dünyası’nın bir parçası olarak görebiliriz.

“Türk Dünyası Eğit-politiği” yazı dizisinin ilerleyen bölümlerinde, yukarıda sunulan coğrafi anlayış doğrultusunda Türk Dünyası bütünleşmesi yolunda gerçekleştirilmesi gereken eğitim ve kültür çalışmaları ile ilgili değerlendirmelerde bulunulacaktır.

 

(1) Milli Devlet Gazetesi, Sayı:85, ss. 14.

(2) Turan, O. (2012). Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi. İstanbul: Ötüken Neşriyat, ss.312

(3) Baykara, T. (2009). Türk Kültür Tarihine Bakışlar. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi, ss.54

(4) Burada Hopa-Tarsus hattının tarihi işlevi hakkında ayrıntıya girilmemiştir. Bu konu ile ilgili daha ayrıntılı bilgiye gazetenin 81. ve 83. sayılarının “Türk Dünyası” sayfalarında yer alan yazılarımızdan ulaşılabilir.

(5) Buradaki tasnif, anlaşılır olması açısından genel niteliklere göre gerçekleştirilmiş olup, daha bilimsel şekilde ilgili tüm disiplinlerin uzmanlarının katılımıyla gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Özellikle “Rumeli ve Balkanlar” olarak tarif ettiğimiz Türk coğrafyası kendi içerisinde müstakil daha küçük ölçekli bölgeleri barındırmaktadır.