Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

VASATLIK KÜLTÜRÜNÜN DİNAMOSU: KÜTLE ADAMI

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Modern toplumların kaderini belirleyen temel unsur, o toplumun fertlerinin yarattığı kültürel ve entelektüel ortalamadır. Her toplumun “vasatı” onun rölantisini, yani gelişme hızını ve kültürel üretim kapasitesini belirler. Bu ortalamanın yükselmesi, nitelikli bireylerin çoğalması ve liyakatin esas alınmasıyla mümkündür. Tersi durumda ise vasatlık kültürünün kesin egemenliğinden bahsedilebilir. Bu iklimin öznesi, Ortega y Gasset’nin deyimiyle “kütle adamı”dır.[1] Kütle adamı, vasatlık kültürünün hem ürünü hem de dinamosudur. Birbirini besleyen bir döngü içerisinde bu konjonktürün giderek güçlenmesiyle, kütle insanının yarattığı cehennem en iyi örnekleriyle deneyimlenebilmektedir. Bu makalede, kütle adamının özellikleri, vasatlık kültürünü nasıl ürettiği ve beslediği, kütle hâkimiyetinin ne şekillerde ortadan kalkabildiği tarihi örnekler üzerinden incelenmiştir.

Kütle Adamı: Ortega’nın Tasviri

Ortega y Gasset, Kütlelerin İsyanı adlı eserinde kütle adamını, nitelik ve değer bilinci gelişmemiş, kendi yetmezliğinin farkında olmayan, sıradanlığını yücelten bir tipoloji olarak tanımlar. Kütle adamı için her şeyin hazır ve kolay olduğu bir dünyada yaşama arzusu esastır. Zorluklardan kaçınır, derinlikli düşünceye meyletmez; kendi yarattığı, desteklediği otoriteye ve kalabalığa yaslanır. Kütle adamı, “en yüksek değerlere karşı kayıtsız”, “kendini yeterli gören ama aslında yetersiz” olarak tanımlanabilecek bir figürdür.

Kütle adamı, birey olmanın sorumluluğunu yüklenmez; kültürel ve entelektüel üretimden çok tüketimle meşgul olan, sorgulamak yerine uyum sağlamayı tercih eden, ortalamaya razı olan, “vasatın tahakkümünü” temsil eden bireydir. Bu yönüyle kütle adamı, vasatlık kültürünün hem taşıyıcısı hem üreticisidir. Kütle adamının hâkimiyetinde, çoğunluğun konforu ve itaatine dayalı bir içtimai düzen kurulur. Bu düzen, azınlıktaki yaratıcı bireyleri bastırarak, kültürel seviyeyi vasat düzeyinde homojenleştirir. Bu bireyler kendi tarihlerini yaratamazlar, yaratılmış olanın üzerinde eğreti şekilde otururlar.

Kütle adamı, modern dönemlerin bir ürünüdür. Son yüzyıllardaki nüfus artışının, liberal demokrasinin ve teknisizmin eş zamanlı gelişim seyri kütle adamını içerisinden geçmekte olduğumuz dönemlerde hâkim konuma getirmiştir.

Vasatlık Kültürü ve Liyakatsizlik

Bir toplumun ortalama değeri, onun kurumlarına da yansır. Liyakat, içtimaiyükselmenin temel taşıdır; ancak kütle adamının hâkim olduğu toplumlarda liyakat geri plana itilir. Çünkü kütle adamı, nitelikten çok aidiyeti, yetkinlikten çok sadakati, fikirden çok kalabalığı önemser. Bu anlayış; kayırmacılığı, taklitçiliği, kuralsızlığı ve yozlaşmayı besler. Eğitimden siyasete, sanattan bilime kadar her alanda vasatlığın yüceltilmesi norm haline gelir. Vasatın üstü biçilmek suretiyle vasat hâkimiyeti sürdürülür.

Liyakatsiz bir ortamda “en iyi” değil, “en çok” olan belirleyici olur. Böylece toplumun rölantisi düşer; yaratıcı, üretken, öncü bireyler ya sistem dışında kalır ya da başka toplumlara göç eder. Geride kalan yapı, sürekli vasatlık üreten bir döngüye dönüşür. Kütle adamı hâkimiyetinin tesis edildiği ortamlarda, medeniyet çöküş içerisindedir. Avrupa’nın, Ortadoğu’nun ve Asya’nın kadim medeniyetlerinin, önceki dönemlerde yaşayan vasat üstü zekâlarının ürettiği anıt değerinde tarihi yapıların, teknolojilerin, bilim ve sanat eserlerinin çevresinde bugün yaşayan kalabalıklar; tarihin içerisinden gelen bu medeniyet kalıntılarına karşı sadece varlıklarıyla dahi dehşet bir tezat sergilerler. Vasatlık kültürünün ve kütle adamı hâkimiyetinin korkunçluğu bu tip ortamlarda somut olarak görünür hale gelir.

Kütle Adamı ve Eğitim

Kütle adamının hâkimiyetindeki eğitim, kütle adamı üreten bir laboratuvar ortamıdır. Kütle adamı, eğitimle nitelik kazanmak yerine, eğitimi bir statü aracı olarak görür. Bu anlayışta okul, kişiyi dönüştüren bir süreç değil, sadece mesleğe ulaştıran bir basamaktır. Kütle adamı, çocuğunu “iyi insan” veya “entelektüel birey” olarak değil, “iyi maaşlı teknisyen” olarak yetiştirmeyi hedefler. O yüzden eğitim de teknisyen yetiştirmeye odaklanır. Entelektüel derinliğin toplumun kaderi üzerindeki söz hakkının elinden alınması; üretmeyen, var olanı kopyalayarak türevlerini üreten bilim insanı, doktor, mühendis, öğretmen vb. farklı meslek gruplarından teknisyenlerin hâkim olduğu bir ortam yaratır.

Dolayısıyla vasatlık kültürünün hâkim olduğu toplumlarda eğitim, ahlaki ve entelektüel gelişim yerine teknik becerilere indirgenir. Böylece toplum, kendi vasatını sürekli yeniden üretir. Bilim taklitçiliğe indirgenir; öğrenciler niteliksiz eğitimle donanır; donanımlı bireyler ise sistem dışına itilir. Sonuçta toplum, Ortega’nın tarif ettiği gibi “kendine yettiğini sanan ama hiçbir değeri üretmeyen” bir kütleye dönüşür.

Kütle adamı, sanatta taklitçiliği ve sığlığı, düşüncede slogancılığı, siyasette popülizmi besler. Bilgi yerine kanaati, erdem yerine çıkarı, disiplin yerine keyfiliği yüceltir. Bu kültürel ortamda derinlik, incelik, liyakat, düzen ve üretkenlik gereksizleşir.

İçtimaideğerler, “çoğunluğun hoşuna giden” üzerinden şekillenir. Böylece vasat olan toplum, kendi içinde bir “aşağı çekme” mekanizması üretir: Üstün olan, nitelikli olan, derin düşünen dışlanır; vasat olan övülür. Bu, Ortega’nın “kütlelerin isyanı” dediği şeydir: Bu isyan, değerin, şahsi niteliklerin yerine sayı egemenliğinin getirildiği bir sistem yaratmıştır.

Sonuç: Kütle Adamının Hâkimiyetine Karşı Mücadele

Vasatlık kültürünü aşmak, kütle adamını dönüştürmekle mümkündür. Bu dönüşüm, ancak entelektüel elit bir kesimin idareyi ele alıp, yalnızca eğitim reformlarıyla değil, değer bilincinin bizzat onlar tarafından yeniden inşa edilmesiyle gerçekleştirilebilir. Kütleler, bir şekilde içtimai şartların veya dış tehdit algısının etkisiyle bu duruma razı gelebilirler, ancak kendi başlarına medeniyet kurucu bir rol üstlenemezler. Kütle adamı, hâkimiyetini teslim etmeye kolay kolay rıza göstermez. Herhangi bir dış tehdit (işgal vb.) bunun için her zaman yeterli olmayabilir. Türk millî mücadelesine katılım ve destek oranının, zaferin ufukta göründüğü son ana kadar düşük seviyelerde seyretmesi bu konuda bilinen iyi bir örnektir.

Liyakat, adalet, erdem ve bilgiye dayalı bir içtimai yapı kurulmadıkça, vasatlık kültürü çökmez; kütle adamı, her alanda karar verici olmaya devam eder. Kütle adamının hâkimiyetinin kırılması, entelektüel veya bürokratik elitlerin reformlarının, yüksek kültürel disiplinin ve endüstriyel-ilmi yeniden doğuşun tetiklenmesiyle mümkün olmaktadır. Ancak bu tip girişimlerin doğuşu ve başarıya ulaşması, tarihi pek çok örnekte, kütle adamının fiziki kırım yaşadığı büyük felaketlerden sonra mümkün olmuştur. Tarihî süreçte bazı felaketler (savaşlar, salgın hastalıklar, doğal afetler vb.) toplumların demografik yapılarını dramatik biçimde değiştirmiş, özellikle toplumun alt tabakalarında yoğun kayıplara yol açmıştır. Bu tip durumlar, sosyolojik dengeyi sarsarak, tüm örneklerde olmasa da entelektüel ve bürokratik elitlerin rehberlik ettiği tarihî deneylerde kütle kültürünün kırılmasına, liyakat, bireycilik ve yaratıcılığa dayalı yeni içtimai düzenlerin kurulmasına yol açmıştır. Kütle adamının erken örneklerinin görüldüğü Orta Çağ Avrupası’nda “Kara Veba” sebebiyle nüfusun %40’ının kırılması sonrasında, feodal yapının çözülmesi, toplumun entelektüel önderlerin rehberliğinde ve ölümün gölgesinde rasyonel düşünce ve sanata yönelmesi, bireyin değerinin artması gibi anlayış değişikliklerini Rönesans takip etmiştir. Toynbee’nin “meydan okuma-cevap” modeline uygun şekilde, geride kalanlar felakete bir cevap üretmişlerdir. Burada kütle adamını oluşturan ve besleyen sosyolojik sistem sarsılmış, içtimai dinamikler değişmiş, kütle fiziki olarak kırılmış, yerine elit entelektüeller ve bürokratlar öncülüğünde bilinçli bireyler doğmuştur. Buradaki kilit unsur, elitlerin rehberliğidir. Her nüfus kırımının bir içtimai uyanışa sahne olacağı söylenemez. Bu örneğe ek olarak 13. yüzyılda Çin’de Moğol istilasıyla nüfusun %30’unun kırılması ve ardından Ming Hanedanı döneminde bürokratik elitler sayesinde klasik Çin uygarlığını devam ettirecek kültürel yeniden doğuşun yaşanması da benzer bir örnektir. Yine Moğol istilalarının geniş yıkım getirdiği Türkistan ve İran’da eski feodal yapıların silinmesiyle, kısa süre sonra Semerkant ve Herat gibi merkezlerde kültür, bilim, sanat ve felsefede entelektüel elitler önderliğinde canlanma yaşanmıştır. Almanya ve Japonya’nın 20. yüzyılda benzer süreçler yaşadıkları da göz önünde bulundurulabilir. Örneklerden anlaşılacağı üzere; felaketler, kütle kültürünü tasfiye eden birer sarsıcı katalizör işlevi görebilir. Ancak asıl belirleyici unsur, yıkımın ardından doğan akıl ve kurumla ilgili tercihlerdir.

Nüfus kırımı, kütle adamı hâkimiyetinin ortadan kalkmasında çok güçlü bir etken olsa da bir şart değildir. Japonya’da 19. yüzyıl sonlarında Meiji reformlarıyla, içtimai durağanlığı ve itaatkârlığı temsil eden Feodal Tokugawa düzeninin dağıtılması; yerine eğitpolitik tedbirler, sanayi ve yönetim modelleriyle yeni bir sistemin tesis edilmesi sayesinde zihni bir kütle adamı tasfiyesi yaşanmıştır. Onların yerlerini yenilikçi ve üretken bireyler almıştır. Kütle adamı ortadan kalkmasa da hâkimiyetini yitirmiştir.

Kütle adamı hâkimiyetinin kırılması konusunda yukarıda verilen felaket temelli veya eğitpolitik dönüşüme dayalı örneklerin en önemli ortak noktası; toplumun landşaft ile olan etkileşimini kaybetmemesidir. Kültür havzasının teşekkülü ve kültürel üretim kabiliyetinin belirlenmesinde, tıpkı ekonomik üretim faaliyetlerinde de olduğu gibi topluluğun landşaft ile olan etkileşimi büyük öneme sahiptir. Landşaft; yeryüzünün üst katmanları, yeryüzü şekilleri, su kaynakları, toprak, iklim, biota vb. unsurlarıyla bir bölgede bütün haliyle var olan doğal coğrafi sistem olarak tarif edilebilir. Bir arazi üzerinde yaşayan insan topluluğu sosyolojik tertiplenmesinden, ekonomik faaliyetlerine, mimari yapılarına, diline ve diğer kültürel ürünlerine kadar, pek çok unsurunu bu doğal sistem ile etkileşim içerisinde oluşturur. Yaşanan felaket nüfusu kırdıktan sonra, geride kalanların başka bir coğrafyaya tehciri veya göçüyle sonuçlanırsa, bu durum ahalinin kendi benliğini birlikte var ettiği landşafttan kopmasına sebep olur, ciddi etnik kayıpların ve farklı coğrafyalara dağılmanın da etkisiyle yeni muhitlerinde aynı üretim performansını sergileyemezler. Söz konusu topluluklar, eski şenliklerini ve üretim kabiliyetlerini büyük ölçüde yitirirler. Muhite intibak kabiliyeti yüksek olan topluluklarda, kültürel üretim kapasitesindeki düşüşler görece daha az olsa da bu tip bir kadere maruz kalan topluluklar genelde düşüş yaşarlar. Bu konuda Türk tarihindeki en dramatik örneklerden birisi Balkan Türkiye’sinin kaybı sonucunda yaşananlardır. Yüzlerce yıl yurt tutulan ve üzerinde özgün kültür havzası oluşturulan toprakların kaybı esnasında, bölgede yaşayan Türklerin “soykırım” tanımına uyan bir nüfus kırımına uğramaları ve geride kalanların da çoğunun yaşadıkları landşafttan koparak Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmaları, bu konuda bilinen dramatik örneklerden birisidir.

Yukarıda da değinildiği gibi nüfustaki her dramatik düşüş kütle adamı hâkimiyetlerinin ortadan kalkması konusunda aynı sonuçları doğurmaz. Landşaft ile etkileşim kaybına ek olarak entelektüel ve bürokratik elitlerin yoksunluğu da bu konuda etkili bir faktördür. Felaketler, yaratıcı azınlığın yükselmesine ve yeni kültür formlarının doğup egemen hal almasına zemin hazırlayabilir. Ancak entelektüel veya bürokratik elitlerin bulunmadığı veya başarılı şekilde öncülük edemediği bir felaket ortamında, yaşanan büyük oranlı nüfus kırımı; devletin, toplumun, kültürün ve hatta medeniyetin tamamen iflasıyla sonuçlanabilir.

Medeniyet, yıkımın ardından vasatı değil erdem ve liyakati seçtiğinde ilerleyebilir. Bir toplumun kurtuluşu, Ortega’nın deyimiyle “seçkin azınlıkların” değil, değer üretmeyi seçen bireylerin çoğalmasıyla mümkündür. Kütle adamı değil, nitelik insanı; sadakat değil, liyakat belirleyici olmalıdır. Ancak o zaman toplumun rölantisi yükselecek, vasatlık kültürünün aşılabilmesi için en azından bir şans doğacaktır.

 

 

[1] Bkz. Ortega y Gasset (1976). Kütlelerin İsyanı. İstanbul: Bedir Yayınevi.