Yitirilenlerin ardından
Edebiyat hayatına henüz erken yaşlarda başlayan Mehmet Arif, 7 Şubat 1904’te Çatalca’nın İnceğiz köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Zîver Efendi, kendisi henüz yedi günlükken askerde yakalandığı bir veba hastalığında yaşamını yitirir. Annesi Fatma Zehra Hanım da üç yıl kadar kayınpederinin yanında kaldıktan sonra Filistinli bir subayla evlenip Filistin’e gider. Bunun üzerine çok geçmeden dedesi ve babaannesi de vefat edince halası ile birlikte yaşamaya başlar. Kendisi henüz mahalle mektebine giderken harbin getireceği sıkıntılar artık ortaya çıkmaya başlamıştır. Balkan savaşlarının başladığı dönemde ise İstanbul’a gelirler. Liseyi Kastamonu’da okuyan Mehmet Arif, istiklal harbinin heyecanlı bir döneminde henüz ilkokuldaki yeteneği olan şiiri alıp artık bambaşka yerlere taşımaya başlamıştır. Kastamonu, bu dönemde Millî Mücadele'nin hem heyecan ve fikir hem de hareket odaklarından biridir. Büyük davaya katılmak, vatan müdafaasında kendine düşeni yapmak gayesiyle Anadolu'ya geçen aydınlar, İnebolu yolunu kullanırlar; Kastamonu'ya da uğrarlar. Öyle ki tam da bu dönemlerde çağının üstadı diyebileceğimiz kalemlerle tanışmış ve elbette onların da gerek üslup gerek renk ve ses açısından şiirlerine faydası olmuş ve hızlı gelişimine katkıda bulunmuştur diyebiliriz. Bu sanatçılar arasında Mehmet Akif, daha sonra Maarif Vekilliği yapacak olan Mustafa Necati Bey, Fecr-i Atî topluluğu şairlerinden Mehmed Behcet (Yazar) Bey, Gençlik Mecmuasını yönetmekte olan hocası Enver Kemal Bey, Açıksöz gazetesi sahipleri Hüsnü ve Hamdi Beyler bulunmaktadır.
Milli duruş ve mücadele azmi
Okulunu bitirdikten sonra İstanbul Yüksek Muallim Mektebini tamamlamak üzere İstanbul’a geri gelir. Burada henüz ikinci sınıftayken ilk eseri olan “Heykeltıraş” yayımlanır. Mehmed Arif, 1927’de, İstanbul Yüksek Muallim Mektebi Edebiyat Zümresinden mezun olur. Mart 1928'de Adana Erkek Lisesi Muallim Muavinliğine tayin edilir. 15 Mayıs 1934-31 Ekim 1935 tarihleri arasında askerliğini yapar. Askerdeyken “Asya” soyadını alır ve bundan böyle Mehmed Arif Nihat Asya'dır. Askerliğini bitirince Adana Erkek Lisesi’nde edebiyat muallimliğine döner. On dört yıla yakın zamandır görev yaptığı Adana’dan, Malatya Lisesi müdürlüğüne atanmasıyla ayrılır. Müdürlük dönemi sıkıntılı geçmiştir. Maarif Vekili Hasan Âli Yücel'le aralarında sert bir tartışma geçer, 30 Nisan 1943'te müdürlük görevine son verilir. Bir buçuk ay açıkta kaldıktan sonra, öğretmenliğe döner. Malatya'da üç yıl kadar çalıştıktan sonra, Erkek Lisesi edebiyat öğretmeni olarak Adana'ya döner. Burada yoğun bir sanat dönemi geçirir.
Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğini sürdürürken kendisini pek çok seven Adana halkı onu milletvekilliğine davet etmiştir. Nihai olarak Adana milletvekili olmuştur fakat kısa bir süre sonra bırakıp tekrardan öğretmenliğine dönmüştür.
Milletinin gerek dertlerine derman olabilecek gerekse de yön verecek ne kadar milli sanatçımız varsa hadiseler peşini bırakmamıştır desek yerinde bir yorum olacaktır çünkü Malatya'da başlayan huzursuzluk Adana'ya da uzanmıştır. Malatya'da bir müsamerede kendi şiirini okutarak şahsî propagandasını yaptırdığı gerekçesiyle (asılsız bir iddia sonucunda) soruşturma geçirmiştir. Kendisi hakkında: "Adana gazetelerinde siyasî mahiyette yazılar yazdığının müşâhede edildiği, devam etmesi halinde kanunî muâmele yapılacağı...", Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından bizzat ve yazılı olarak ihtar edilir. Elbette ki yazmaya devam eden ve milli duruşundan taviz vermeyen Arif Nihat Asya’ya ısrarcı yaklaşımlarından ötürü “Bakan ihtarı sonucunda ısrarcı hareketler” gerekçe gösterilerek ardı ardına birçok soruşturma açılmıştır. Nihayet her zamanki gibi sürgün ile sonuçlanmış ve Adana’daki görevine son verilerek Edirne Lisesi'ne sürgüne gönderilmiştir.
1954'te Eskişehir Lisesi edebiyat öğretmenliği görevine atanır. Yunus Emre havasını teneffüs ettiği bu şehirde kısa bir müddet görev yaptıktan sonra, 1955'te Ankara Gazi Lisesi edebiyat öğretmenliğine başlar.
Tasavvufta bir durak
Aileden ahilik geleneğine de bağlanan Arif Nihat, Eskişehir’de geçirdiği bu kısa süre zarfı içerisinde, yirmi yıldan fazla zamandır Mevlevîlik yolunda yürümüş ve bu yolun adabını erkânını hazmetmiş bir mutasavvıf olarak Yunus’la tanışmış ve çok sağlam bir mistik kültür birikimi zeminine oturmuştur. "Yunus Emre" başlıklı yazısından aldığımız şu satırlarda, onun Yunus’a gerek estetik açıdan gerekse de Türkçenin zenginliğini koruyarak geliştirmesi açısından büyük bir yakınlık ve hayranlık duyduğunu duyduğunu görebiliriz.
Biz kendimizi senden el almışçasına sana yakın ve adımız Yunus Emre imişçesine seni biliyoruz. Senin dilini çözen çözmüş; bizim dilimizi sen çözdün. Yakın bir tarihten beri senin gibi söylemeye gayret ediyoruz. Benim neslimin âmin alaylarında İlâhilerin okunurdu… Bizi, elimizden tutup mektebe sen başlatırdın. Şimdi mektepte de kitapta da bizimlesin, çocuklarımızlasın; seni okuyor, senden okutuyoruz. Menkıbendeki eğri odun- doğru odun olayından çıkardığımız doğruluk dersini çocuklarımıza ve birbirimize tekrarlıyoruz... Ve rüzgâr mazide estikçe yedi asır öteden bize selâmın geliyor..." (Asya, "Yûnus Emre", 1976d, s.113)
Memleket memleket gezen ve Anadolu’nun her karış toprağında bulduğu zenginlikleri eserlerinde işlemekten asla geri durmayan, özellikle milli ve ananevi unsurları da sanatıyla harmanlayan Arif Nihat Asya, yine Eskişehir’de iken Yunus Emre’nin yanında iki önemli isime de yer vermiştir. Bunlar, Seyyid Battal Gazi ve Nasreddin Hoca’dır. Kendisine göre, Türk çocukları uzun kış gecelerinde Battal Gāzî cenklerini dinleye dinleye büyümüştür ve Battal Gazi insanımızın yüreğinde, vatanımızda yiğitliğin -izi kalmışsa bir iman ve destan adamı olarak- ana kaynağı olmuştur ve şöyle der: “Her kış, geceler boyunca, Battal Gāzî, imanı ve destânıyla beslerdi bizi... Hâlâ bu yüreklerde, bu topraklarda Ondandır, eğer yiğitliğin varsa izi.” (Asya, "Battal Gazî", 1967’a, s.135)
Nasreddin Hoca ise kendisine göre iki şehri birleştiren bir büyük bilge şahsiyettir ve kendisi için şöyle demiştir: “Kalmış senden orda beşik, burada mezar... Tâlihliymiş ki Akşehir, Sivrihisar birbirlerinin ismini bilmezken Sâyende yakından akrabâ olmuşlar.” (Asya, 1967’a, s.129)
Nesillerin şuuru
Arif Nihat Asya, şiirlerinde Türk milletine ait olan milli, manevi, ilmi, maddi birçok değeri bu milletin birçok kodlarıyla yansıtmıştır ve nesillere seslenmiş, ses olmuş onların da ses olması için eğitimciliğin de vermiş olduğu sorumluluk bilinciyle öğrencilerini yetiştirmiştir. Özellikle 1950’den sonra yetişen yeni nesillerde tarih şuurunun ve dini duyguların uyanmasında önemli bir rol oynamıştır. Şair, inançlı, imanlı ve tarih şuuruna sahip bir insan olması vasfıyla düşünce dünyasını değerler üzerine yapılandırmıştır. Tüm bu değerler ışığında milli ve manevi değerlerimiz, kendimizi, kimliğimizi, kişiliğimizi sorgulayarak düşünmeye ve bu yönde gelişerek ilerlemeye; vatanımıza, milletimize ve değerlerimize sonsuza dek sahip çıkmaya davet etmiştir.
5 Ocak’ta Adana’nın düşman işgalinden kurtulduğu, bu kurtuluşa özgü yazdığı ve unvan aldığı, kendisini de çok sevdiren Bayrak şiirinin doğduğu günde, unvanı aldığı tarih ile Hak Teâla’nın rahmetine kavuştuğu gün aynıdır. Şimdilerde de” Bin Bayrak” onun gibi bir “Rüzgâr” beklemektedir. Rahmet ve minnetle anıyoruz.
“Yıkanıp süslenip tâbutlanmak;
Halka i'lândır cülûsumuzu...
Sonra - her yıl- bizim de kutlayacak
Çıkar -elbet- Şeb-i Arûs'umuzu.”