Söyleşiler

BU NÜFUS SAYIMI, BÜTÜN IRAK’IN HUZURUNU BOZACAK Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var
ABD’nin kaygısı Türkiye’yi kaybetmemektir

ABD’nin kaygısı Türkiye’yi kaybetmemektir

Kafkas Stratejik Araştırmalar Merkezi (KAFKASSAM) Güvenlik Uzmanı Çağatay Balcı ile Afrin’e yönelik Zeytindalı Operasyonu’nu ve ABD’nin yapılan harekâta yönelik bakış açısını konuştuk.

Türkiye’nin, sınırlarını güvence altına almak üzere Afrin’e başlatmış olduğu “Zeytin Dalı” operasyonunun nihai hedefi nedir? Terör unsurları Afrin’den temizlendikten sonra bölgenin kontrolü nasıl ve ne şekilde sağlanacaktır?

Türkiye’nin Afrin’e yönelik olarak başlattığı Zeytin Dalı operasyonu sosyo-psikolojik ve sosyo-politik iklimin etkisi ve jeopolitik ve ulusal güvenlik bağlamlarında hissedilen zorunluluklardan kaynak buldu. Türkiye’de, halkın, Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin güvenliğine birinci derecede tehdit arz eden terör örgütlerinin etkisizleştirilmesi yönündeki beklentisi, devletin, sınırları ötesinde söz konusu terör örgütlerinin mevcudiyetinin ciddi bir ulusal güvenlik sorunu haline geldiği yönündeki algısı ile birleşerek bu operasyonun hem meşruiyet ve hem de zorunluluk zeminini oluşturdu. Bu bağlamda, Afrin harekâtının hedefi bölgede Türkiye’ye terör ve güvenlik riskleri ihraç edebilme potansiyeline sahip olan terör grupları ve yapılanmalarının etkisizleştirilmesidir. Harekâtın “Bölgede, Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik tüm tehdit unsurlarının bertarafı” söylemi ve motivasyonu ile gerçekleştirilmesi, bu harekâtın Afrin ile sınırlı kalmayabileceğini ve hatta kalmaması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda, Türkiye, sınırları ötesinden kendisine güvenlik riski ihraç edebilme potansiyeline sahip olan her türü yapılanmaya karşı, coğrafyası ve kapasitesine bakılmaksızın ulusal güvenliğini savunmalıdır ve savunacaktır.

ABD Dış İşleri Bakanı Rex Tellerson’un, mevkidaşı Çavuşoğlu’na yapmış olduğu “güvenli bölge” önerisini nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD’li Bakan’ın ifade ettiği şekliyle “Suriye sınırının tamamını kapsayan ve 30 km derinliği bulunması önerilen bir güvenli hat” Türkiye’nin haklı çekincelerini ortadan kaldırır mı? Türkiye bu öneriye sizce ne cevap verecektir?

ABD Dış İşleri Bakanı’nın bu önerisi, Türkiye’nin Afrin harekâtı ile ortaya koyduğu kararlılığın verdiği endişe ile bu sürece müdahale edebilme arayışını yansıtmaktadır. ABD, Türkiye’nin bu harekât sürecindeki kararlılığını kendisine ve bölgedeki hedef ve çıkarlarına yönelik olarak ciddi bir engel olarak algılamakta ve dolayısıyla kendince Türkiye’nin tezlerini kabul ettiklerine dair bir algı oluşturarak bu harekâtı sonlandırmak istemektedir. Bilindiği gibi güvenli bölge planı Türkiye’nin uzun bir süredir gündeme getirdiği fakat ABD tarafından karşılık bulmayan bir öneriydi. Bugün itibariyle Türkiye’nin ortaya koyduğu kararlı tutum ile paniğe kapılan ABD Türkiye’yi memnun edebilmek ve sözde işbirliği ve Türkiye’nin önerisine itibar etme imajı oluşturmak istemektedir. Esasen güvenli bölge ABD’nin Türkiye’ye yönelik ciddiyet içerisinde sunulan bir plan değil, panik içerisinde Türkiye’yi bir an önce bu kararlılığından vazgeçirebilecek bir formül arayışının sonucudur. Türkiye Afrin harekâtını başlatarak kendi planlarını kendisinin bizzat gerçekleştireceğini ve kimsenin önerisine ihtiyacı olmadığını ortaya koydu.

Zeytin Dalı operasyonu tek başına terör koridorunu bertaraf etmeye yetecek mi? Afrin ve Menbiç’in haricinde Türkiye’nin başka bölgelere de müdahale etmesi gerekebilir mi?

Zeytin Dalı operasyonunun hedefi iç ve dış kamuoyunda genel bir algı düzleminde bölgede YPG/PYD terör örgütünün etkisizleştirilmesi şeklinde kabul edilse de, bu kanaatin çok ötesinde bir anlam ve amaç taşımaktadır. Esasen bu harekât, Türkiye’nin güney sınırlarında varlık gösteren ve Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik ciddi bir tehdit arz eden tüm terör yapılanmalarına karşı gerçekleştirilen ve bu hedefle planlanan bir harekâttır. Yani bu harekâtın sahip olduğu genel karakteristik ‘ulusal güvenliği tehdit eden tüm terör yapılanmaları ile mücadele’dir. Dolayısıyla terör koridoru kavramı yerine terör potansiyeli mevcudiyeti kavramını kullanmak daha doğru olacaktır. Çünkü terör koridoru kavramı yalnızca YPG/PYD terör örgütünün projesini ifade ederken Türkiye esasen bu harekât sürecinde YPG/PYD, DAEŞ ve diğer orta ve küçük ölçekli terör yapılanmalarının tümünü hedef alan bir anlayışı benimsemiş durumdadır. Sonuç olarak Türkiye sınırları ötesinde her nerede bir terör yapılanması mevcutsa o bölgeye operasyon yapabilme hakkına ve kabiliyetine sahiptir. Bu durum Afrin ve Menbiç’in ötesindeki coğrafyalar içinde geçerlidir.

Uzun süredir PYD/YPG ve bunların güdümündeki terör örgütleriyle iş birliği içerisinde olan ABD, Türkiye’nin göstermiş olduğu bu net duruş ve bitme noktasına gelen ABD-Türkiye ilişkileri sebebiyle bölgedeki adımlarını yeniden gözden geçirir mi? ABD Dış İşleri Bakanının “güvenli bölge” önerisi bu anlamda değerlendirilebilir mi?

Tabi ki bu durumu bu açıdan değerlendirmek mümkün. Zira ABD’nin YPG’ye yönelik sınırsız desteği ve Türkiye’nin bu konudaki itirazlarına ve uyarılarına kulak tıkaması sonrasında Türkiye’nin Afrin harekâtını başlatması ABD’yi paniğe sevk etti. Dolayısıyla ABD Türkiye’ye yönelik kulak tıkama tutumunu değiştirme mecburiyetini hissetti. Şu an ABD’nin kaygısı Türkiye’yi kaybetmemektir. Hem Türkiye’nin kaybedilmesini engelleyecek ve hem de Türkiye’nin bölgedeki ilerleyişini durdurabilecek bir formül olarak da güvenli bölge önerisini gündeme getirmiş durumdalar. Bunun karşılık bulmayacağını düşünüyorum. ABD bölgede Türkiye’nin hamlelerini göz ardı eden ve Türkiye’nin itirazlarına kulak tıkayan tutumundan er geç vazgeçmek durumundadır.

Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Trump’ın isteği üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Trump arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Görüşmede Erdoğan YPG’ye verilen silah yardımının kesilmesini isterken, Trump ise TSK ve ABD birliklerinin olası bir çatışma riskine karşı Türkiye’yi ihtiyatlı olmaya çağırdı. Görüşmede öne çıkan diğer başlıklar neydi? Sizce Trump neden böyle bir görüşme talebinde bulundu?

Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki görüşme ve sonrasında yapılan resmi açıklamalardaki tutarsızlıklar ABD devlet yapısının içinde bulunduğu kaotik durumu bir kez daha göstermiştir. Görüşmenin içeriğine dair ABD tarafından yapılan açıklama ve sonrasında Türkiye tarafından görüşmenin esas içeriğinin açıklanması ABD’de Trump ve Obama dönemi bürokrasisi çatışmasın hangi boyutlara ulaştığını göstermektedir. ABD’deki ikililik durumu doğal olarak devletin tutumlarına ve politikalarına da tutarsızlık ve çelişki olarak yansımaktadır. TSK ve ABD ordusunun olası çatışma riski konusunda ise ABD’nin her daim uyguladığı strateji uygulayacağına şüphe yoktur. ABD, Türkiye’yi mutlak anlamda kaybetme riskini ortaya çıkaracak olan iki ordu arasındaki sıcak çatışma riskini ortadan kaldırmak adına YPG unsurlarını Türk ordusunun karşısına çıkaracaktır. İki ordu arasında yaşanacak bir çatışma ABD-Türkiye ilişkilerini ve küresel ve bölgesel denklemi radikal biçimde değiştirebilecektir. Bundan dolayı ABD’nin bu riski gözeteceğini ve YPG üzerinden örtülü biçimde Türk ordusunun karşısına çıkabileceğini beklemek daha doğru olacaktır.

Bilindiği gibi Rusya Suriye’de önemli bir aktör durumunda. Bu manada Putin’in Suriye politikasını, Türkiye’nin Suriye topraklarında yürütmekte olduğu harekâta karşı bakış açısını ve Rusya’nın YPG ile olan ilişkisini nasıl okumak gerekir? Suriye denkleminin Rusya ayağındaki tablo nedir?

Rusya’nın Suriye’deki rolü ve varlığı tartışma götürmez bir konu. Fakat Türkiye ve Rusya ilişkilerini Suriye bağlamında değerlendirdiğimizde karşımıza karmaşık bir tablo çıkmaktadır. Türkiye ve Rusya, özellikle son dönemde, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması, Suriye krizinin çözümünde Türkiye-Rusya-İran işbirliğinin kullanılması ve diğer bölge dışı aktörlerin (ABD başta olmak üzere) bu sürecin dışında bırakılması tutumlarında ortak paydalarda buluştuğunu gözlemlemekteyiz. Ancak Rusya’nın, kendi bölgesel ve ulusal çıkarları adına YPG/PYD ile temasını kesmemiş olması Türkiye ile ilişkiler konusunda sorunların yaşanmasına eden olmakta. Türkiye’nin Afrin operasyonu ve ABD’ye yönelik olarak aldığı somut tavır Rusya’nın YPG/PYD ile temasını kesmesini zorunlu kılmaktadır. Diğer yandan bölgede diğer önemli bir aktör olan İran ise harekâtın gayrimeşru olduğu yönündeki tutumun odağı konumundadır. Zira İran, Türkiye’nin Afrin harekâtını başlattığı ilk günden itibaren gerek resmi açıklamalar ve gerekse yayın organları aracılığıyla bu harekâtın gayrimeşru olduğunu, Türkiye’nin bu harekâtla Suriye’nin egemenliğini ihlal ettiğini, bu harekatın bölgenin güvelik ve istikrarına daha fazla zarar verebileceğini ve terör gruplarının bu süreçte güç kazanabileceğini savunmuş ve ifade etmiştir. Bunun nedeni İran’ın geride bıraktığımız 5-6 yıllık süreçte bölgede elde ettiği nüfuz ve “güvenliği sağlayan aktör” imajını yitirme riski ile karşı karşıya kalmasıdır. İran, Suriye krizi sürecinde bölgede elde ettiği etki alanını korumak, Türkiye’nin bu süreçte karşı karşıya kaldığı baskı ve ulusal güvenlik risklerinin devamını arzulamaktadır. Bu şekilde İran kazandığı ve Türkiye ile rekabetinde kendisini öne taşıyan avantajını yitirmemeyi hedeflemektedir. Türkiye’nin bu bölgede terör örgütlerini bertaraf etmesi ve hem ulusal güveliğini hem de bölgesel güvenliğin sağlanmasında ön plana çıkan bir aktör haline gelmesi İran’ın son yıllarda elde ettiği “bölgede terör örgütlerine karşı güvenliği sağlayan aktör/öncü” imajını yitirmesi anlamına gelecektir. Bu bağlamda İran’ın bu süreçte örtülü operasyonlar yoluyla bölgede kaotik gelişmelerin ortaya çıkmasına yol açma girişimleri söz konusu olabilecektir.

 

Diğer Söyleşiler