Söyleşiler

Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir

Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Akif Okur ile 7 Ekim tarihinde başlayan İsrail-Filistin Savaşının sürecini ve uluslararası ilişkiler yönünü konuştuk.

Öncelikle Hamas'ın 7 Ekim'de giriştiği saldırıyla başlayıp Filistinlilerin kıyımına dönüşen süreci, başlangıcı itibarıyla nasıl değerlendirmek gerekiyor? Hamas saldırıda neyi hedefledi? İçeride Netanyahu hükümetinin bu kadar zayıf olduğu bir anda ve İsrail'in bundan sonraki işgalleri için mazeret teşkil edecek bu saldırı için ortaya atılan ‘komplo teorileri’ne ne diyorsunuz?

Filistin’de yaşanan, modern uluslararası sistemin en müzmin çatışması. Bu sebeple, göreli sükûnet dönemlerini çatışmalı safhaların takip etmesi normal. Son çatışma sürecine girerken aktörler ne düşündüler, nasıl hesaplar yaptılar? Bunlarla ilgili mantıki çıkarımlara dayalı muhtelif cevaplar verebiliriz. Daha somutları için önümüzdeki sis perdesinin biraz aralanması lazım.

İsrail-Filistin Savaşıyla ilgili Amerika, İngiltere ve çok sayıda Avrupa ülkesi İsrail’i desteklediğini açıkladı. ABD bizzat mühimmat ve kaynak sağlayacağını bildirdi. Bunun yanında İran ve Katar ise Filistin’in yanında olduğunu söyledi. İran’ın ise Filistin’e ilk saldırından beri silah, mühimmat temin ettiği açıklandı. ABD ve İran başta olmak üzere bölgedeki aktörlerin bu savaştaki rolü tam olarak ne? Ve savaşın 3. taraflar bağlamında bölgenin geneline yayılma ihtimalini nasıl öngörüyorsunuz? Gelecek günlerde neler olabilir?

Bu, bilinen rasyonel çıkarları açısından baktığımızda, ABD’nin şu zaman diliminde yararlı bulmayacağı bir gelişme olur. Zira savaşın bölgeselleşmesi, finansmanını üstlendiği Ukrayna Savaşı’nın yanına maliyetli yeni bir cephe eklemiş olacaktır. Son dönemde ABD’nin, İsrail’e bölgede diplomatik derinlik kazandırırken, askeri gücü nokta hedefler için kullanma/kullanmaya sevk etme şeklinde özetleyebileceğimiz bir davranış tarzı var. Büyük kuvvetlerle yapılan işgaller yerine çok sayıda küçük garnizon ve yerel vekillerle yürütülen operasyonlar vb tercih ediliyor. Bölgesel savaş daha geniş askeri operasyonlar demek. ABD, belirli hava operasyonlarının ötesinde Irak’ın işgalindeki gibi geniş çaplı ve uzun soluklu askeri maceralar için istekli gözükmüyor. Hizbullah vb aktörlerle İsrail arasında çatışma çıkarsa desteğini müşterek hava operasyonları dahil bir dizi yöntemle gösterebilir. Ama geniş çaplı kara harekâtını içeren senaryolar için ABD kamuoyunun desteğinin bulunmadığını görüyorum.

Savaşın Esad yönetimine ve İran’a sıçramasının Türkiye’nin hayat memat konusu olan Suriye’deki mevcut durumda ne gibi değişikliklere yol açması beklenir?

Bu durumda ABD, Suriye’deki garnizonun vekili olarak kullandığı YPG’yi ya daha çok tahkim etmek ya da bölgeden çekilme ikilemiyle karşılaşacaktır. Çünkü buradaki varlığı hedefe dönüşecektir. Suriye cephesine güneyden yeni bir cephe açılırsa, ABD’nin Suriye muhalefeti içinde desteklediği unsurlar da hareketlenebilir. İran’a yönelik bir operasyon gerçekleşirse bu nükleer hedeflerin vurulması ve iç dengeleri sarsacak, muhalif grupları, etnik fay hatlarını hareketlendirecek adımlar şeklinde karşımıza çıkabilir. Ancak bunun da ABD açısından maliyetleri vardır. Nükleer tesislere saldırı, İran’ın açık nükleer güce dönüşeceği bir sonuç da doğurabilir. Bu sebeple, ABD’nin müdahale kararı verip vermeyeceğini anlamak için olayların akışını görmek lazım. Suriye cephesinin açılmasında Rusya da söz sahibidir. Bu cephe, müşterek bir kararla mı yoksa İran’ın oldu-bittisiyle mi açılabilir? Bu senaryolardan her birinin sonuçları farklı olacaktır. YPG’nin Suriye’de çatışmalara sokulduğu bir denklemde ABD’nin koruyuculuğu perçinlenecek, aksine Washington’un Suriye’nin güneyinde etkin olmak için Kuzeyinden çekildiği bir senaryoda ise farklı sonuçlar meydana gelecektir. Türkiye, çok taraflı ilişkilerini bu senaryoda örgütün tasfiyesi için kullanmaya gayret edecektir.

Yaşanan bu sürecin birkaç yıldır yumuşama istikametine giren Arap ülkeleri ve İsrail arasındaki ilişkilerde köklü bir değişiklik getirmesini bekliyor musunuz?  Bu ‘normalleşme’ süreçlerine Türkiye’yi de katarsak, (bilindiği gibi bir süredir Türkiye ve İsrail de normalleşiyor) bundan sonrası için Türkiye-İsrail ilişkilerinin seyri nasıl olacaktır?

Bu süreç, “normalleşme” başlığı altında yürütülen ilişkileri zedeleyebilir, dondurabilir. Bölgesel savaşa dönüşmeden çatışmasız evreye geçilirse “normalleşmeler” yenilenmiş gündem ve yol haritalarıyla devam eder. Ama çatışmalar uzar ve yayılırsa o zaman donma sürecinin de uzayacağını varsayabiliriz. ABD’nin Gazze Planı’nda İsrail’le ilişki kurmaya hazır Arap ülkelerini çatışma sonrası dönemin idarecileri olarak konumlandırmak var. Dolayısıyla, İsrail’in bölgedeki yalnızlığını dindirmeyi hedefleyen adımlar sürdürülmek istenecektir.

ABD uçak gemisi İsrail’e destek gerekçesiyle Doğu Akdeniz’de Abdülhamid Han Sondaj Gemisi’nin 5 mil doğusuna demirledi. ABD birkaç hafta önce de Türkiye’nin Suriye’de başlattığı hava harekâtında da SİHA’sını düşürdü. Biden, “Türkiye’nin Suriye’deki faaliyetleri, ulusal güvenliğimize olağanüstü bir tehdittir.” açıklamasında bulunurken Erdoğan, “ABD’nin Suriye’deki faaliyetleri, millî güvenliğimize olağanüstü bir tehdittir!” açıklamasında bulundu. ABD’nin Doğu Akdeniz’e indirdiği uçak gemisinin başka maksatları da olabilir mi?

Başka maksatları olabilir. Ama ABD’nin Akdeniz’de rutin olarak savaş gemisi bulundurduğunu da hatırda tutmalıyız. “Türkiye’ye yönelik bir operasyon hazırlığı mı?” sorusu söz konusuysa bu gemilerden çok daha fazlasına ihtiyaç duyacakları açıktır. Bu kapasite, sınırlarının ötesinde çatışmalara girecek İsrail ordusuna bir koruma kalkanı sağlayabilir. Hizbullah, İran gibi aktörlerin çatışmaya dahil olmasını caydırıcı bir rol oynayabilir. Ötesi için yığınağın büyümesi gerekir. Şimdiki haliyle bu yığınak Türkiye karşıtı bir koalisyonun cesaretlendirilmesi için kullanılır mı? Daha önce bunun yapıldığını gördük. Ancak Ukrayna Savaşı’nın başlamasıyla bu yöndeki girişimlerden geri adım atılmıştı. Gazze Savaşı’nın gidişatına göre tekrar değerlendirme yapmak gerekebilir.

Bu yaşanan olaylarda Türkiye Cumhuriyeti’nin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye, vurgularını insani tepkiler, savaş hukuku ilkeleri ve meselenin geçmişinden bugüne taşınan çözüm parametreleri etrafında yaptı. Ancak, Gazze’de sivilleri hedef alan saldırılar tırmanmayı sürdürürse gösterilen tepkinin şiddetinin artması söz konusu olabilir. Garantörlük gibi bazı meseleler gündeme gelmişse de bunlar üzerinde yorum yapabilmek için tam içeriklerinin ve parametrelerinin netleşmesini beklemek gerekecektir.

Sizce Filistin meselesi Türkiye için ne anlam ifade ediyor ya da etmeli? Türk devletinin bu meseleyi değerlendireceği zaviye ne olmalıdır? Pek çok politik ve ideolojik maksadı da beraberinde getiren Filistin meselesinde, Türklüğün tarihi, medeni, İslami, insani sorumluluk ve millî menfaatleri açısından konumlanacağı alan ve geliştireceği projeksiyon ne olmalıdır?

Filistin meselesi, insani, tarihi, dini, jeopolitik… boyutlara sahip bir konudur. Kudüs’le birlikte düşünüldüğünde önemi artmaktadır. Üzerinde yapılacak kapsamlı bir değerlendirme bu röportajın sınırlarını hayli aşmaktadır. Burada şu notları aktarmakla yetinelim. Türkiye, Sevr Antlaşması’nı Filistin’e bakan bazı önemli yönleriyle de yırtarak tarihteki yolculuğunu devam ettirmiştir. İsrail’in kuruluşundaki en önemli safhalar arasında sayılan Belfour Deklarasyonu, Sevr Antlaşması’nın 95. Maddesi haline getirilmişti. İstiklal Harbi, bunu tarihin tozlu sayfalarında bıraktı.

Unutulmaması gereken bir husus, bölgedeki bazı halk kesimlerde Türkiye sempatisi bulunmakla beraber Filistinli örgütlerin bu meseleyi önce bir Arap davası şeklinde görüyor oluşlarıdır. Ardından, Arap milliyetçiliğini daha az vurgulayan aktörler, özellikle Kudüs dolayısıyla meseleyi Müslüman devlet ve topluluklarla ilişkilendirmektedirler. Türkiye, bölgeyi uzun asırlar idare etmiş bir güç olarak meseleyle ilgi duyabilir. Henüz daha geniş bir ilgi düzeyinin tarihi ve hukuki tüm yönleri ortada değildir. Atılan adımlarda insani yönün özellikle baskın olduğunu görüyoruz. Türkiye, bölgedeki çatışmalardan etkilenmektedir ve bu sebeple adil bir çözümden yanadır. Dini, kültürel ve tarihi sebeplerle Kudüs-ü Şerif’e ilgi duymaktadır ve yeniden bir barış diyarı olmasını arzu etmektedir. Ayrıca, mazlum Filistin halkının onurlu bir geleceğe sahip olmasını gönülden istemektedir. Bölgede alevlenecek çatışmaların hem bölgesel hem de küresel jeopolitik dengeleri etkileme ihtimaline karşı da teyakkuz ihtiyacı içindedir. İsrail merkezli bir Ortadoğu düzeni tasarımının millî güvenliği açısından ne getirip ne götüreceğini hesaplama safhasındadır. Bu devletin Türkiye’ye yönelik gerçek niyetleri nedir sorusunun cevabını aramaktadır. Bölgede, Arap İsyanının hafızasını reddeden kesimlerle ilişkiler geleceğe dönük sonuçlar verebilir. Onun dışında, geniş bir kamuoyu, gizli gündemlerini bilmediği grup ve yapılanmalar tarafından yönlendirilmeyecek bir tutumun takınılmasını ve politikanın izlenmesini desteklemektedir. Daha ileri alakalar için henüz dillendirilmemiş hukuki vs zeminler olsa da Türkiye bunları öncelikli gündemi arasına almamıştır. En büyük risk, kamuoyunun duyguları üzerinden, planlamasını başka güçlerin yaptığı senaryolarda aslında arzu edilmeyen rollere doğru itilmektir. Buna karşı da teyakkuz halinde olunmalıdır.

Diğer Söyleşiler