Söyleşiler

Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var ADI DEVLET OLSUN
Kültürden uzak, kültürle doğrudan doğruya bağlı olmayan bir milliyetçilik olmaz

Kültürden uzak, kültürle doğrudan doğruya bağlı olmayan bir milliyetçilik olmaz

Büyük Türk milliyetçisi, tarihçi ve edebiyatçı Hüseyin Nihal Atsız Bey’i vefatının 42. yıl dönümünde Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun ile konuştuk.

Hüseyin Nihal Atsız Bey’in Türk milliyetçiliği fikrini, siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben, Atsız Bey’in Türk milliyetçiliği fikri ile yetiştim. Türk Ülküsü’nü okuyarak Türkçü oldum. Pek çok arkadaşımız ‘Bozkurtların Ölümü’ ile başlamıştır ama ben ‘Türk Ülküsü’ kitabı ile başladım. Atsız’ın Türkçülüğü, Türk milletinin dünyada en yüksek yere gelmesidir, özü budur. Türk milletini sevmek zaten var ama dünyada en üstün seviyeye çıkmasıdır. Bunun içinde Turancılık da var, Atsız’ın kendi anlayışına göre bir ırkçılık da var, bir disiplin, bir asker sevgisi var. Turancılık bütün Türklerin müstakil olması ve tek devlet, tek bayrak altında birleşmesidir. Bütün Türkler derken daha önceki bazı Turancılar gibi Macarları, Finleri, Moğolları bunun içine katmaz, sadece Türkleri katar. Macarlarda hala öyle bir Turancılık var. Mehmet Emin Yurdakul’da öyle bir Turancılık vardı. Atsız, Turancılığı sadece bütün Türklerin tek bir devlet halinde birleşmesi olarak alıyor. Irkçılığı ise Türk milletinin üstün bir soy olduğuna inanmak olarak alıyor ve hayatının sonunda ırkçılık yerine soyculuk terimini daha çok kullanıyor. Üstün bir soy olduğuna inancında Türklerin karışmasını istememek, devlet ve hükümet yönetiminin önemli yerlerinde de soyca Türk olmadığı bilinen kimselerin bulunmamasını istemek vardır. Atsız kafatası ırkçısı değildir ve onunla alay eder.  Zaten herkes soyunu bilmektedir, mesela yedi göbek soydan gelmeye de lüzum yoktur. Bu bilinmez ve tespit edilemez ama üç soydan, üç nesilden beri Türk olanları ve kendisini Türk hissedecek kadar Türkleşmiş olanları Türk sayar, ırkçılığı da böyledir. Asker ve ordu sevgisi Atsız’ın milliyetçiliğinde çok önemli bir yer tutar. “30 Ağustos ve Türk Ordusu” yazısı bu bakımdan önemlidir. Atsız’ın Türkçülüğü böyle bir Türkçülüktür. Atsız için özellikle vazife ahlakı da çok önemlidir.

Atsız Bey’in en çok tartışılan meselelerinden birisi din konusudur. Bir kısım Türk milliyetçisi Atsız Bey’den etkilendiğini söyleyerek İslamiyet’i bırakıp eski Türk inancına geçmiştir. Atsız Bey’in din görüşü nasıldı?

Atsız eski Türk inancında değildi. Atsız, Allah’ın varlığına inanan bir insandır. Dini de Türk milletini birleştiren unsurlardan biri olarak kabul eden bir insandır. Ama son dönem yazılarında, Ötüken’de, bazı insanlara karşı çok şiddetli yazılar yazdı. Orada din konusunda bazı değişik fikirleri de var. Bazı noktaları eleştiriyor. Atsız dönemi Türkçüleri ve o zaman genel olarak aydınlar manevi, maneviyat ve hatta mukaddesat kelimesini sadece dine bağlı düşünmezlerdi. Milli olan unsurları da maneviyat ve mukaddesatın içine alırlardı. Dolayısıyla Atsız’ın önceki yazılarında din milletimizi birleştiren unsurlardan biridir. Ötüken’de son beş yıl içinde yazdığı yazılarda dine bakış tarzında biraz eleştirel bir tavır vardır.

Geçtiğimiz haftalarda Yeniçağ gazetesinde ‘Bozkurtların Ölümü’ ile alakalı bir yazı yazdınız. Diyebiliriz ki Türk milliyetçilerinin çoğu Bozkurtların Ölümü’nü ve Bozkurtlar Diriliyor’u okuyarak milliyetçi olmuştur. Türk milliyetçileri için tanınan bir eser ama sizin yazdığınız yazı çok fazla gündemde yer almadı, Türk milliyetçilerini heyecanlandırmadı. Ben bu konunun tekrar gündeme gelmesini istiyorum. Bozkurtların Ölümü nasıl ortaya çıktı, ilk yazılış şekli nasıldı?

Türk milliyetçilerinin gündemine niye girmiyor, niye onları heyecanlandırmıyor? Çünkü Türk milliyetçileri kültürden uzak bir milliyetçilik yapmaya çalışıyor. Kültürden uzak, kültürle doğrudan doğruya bağlı olmayan bir milliyetçilik olmaz. Milliyetçilik her şeyden önce kültür demektir. Milliyetçilik bir fikir sistemidir, fikir sistemi de kültür üzerine kurulur. Bugünkü milliyetçiler buna çok önem vermediği için bu tip şeyler onları heyecanlandırmıyor. Aslında uzak ve yakın tarihimiz, edebiyatımız beni çok heyecanlandırıyor. Bozkurtların Ölümü’nün yazılış tarihi, o yazıda da belirttiğim gibi 1937 yılına kadar gidiyor. Atsız 1937 yılında, belki hiç beklemezsiniz ama doğrudan doğruya bir yayıncının ısrarı üzerine yazıyor. Türkiye’de çok önemli bir yayıncı olan Türkiye Yayınevi’nin sahibi Tahsin Demiray, Atsız’ın sınıf arkadaşı ve çok önemli bir Türk milliyetçisidir. Hatta Milliyetçi Hareket Partisi’ni oluşturan Türkiye Köylü Partisi’nin genel başkanlığını yapmış bir Türk milliyetçisidir. Sadece Atsız’ın romanlarını değil Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun romanlarını ve İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisini de yayınladı. Özellikle çocuklara yönelik yayınlarıyla Türkiye’de milliyetçilikte önemli rol oynamış bir isim. Türkiye Yayınevi o zaman çocuk dergiciliğinde bir numaralı isim ve ‘Ateş’ diye bir çocuk dergisi çıkaracak. Bundan dolayı Atsız’dan bir roman istiyor. Atsız’ı sıkıştırıyor ve Atsız Bozkurtların Ölümü’nü yazmaya başlıyor. Üçte birinden fazlası orada tefrika ediliyor. Ben gittim Milli Kütüphane’de baktım, resimlerini çektim. İçindeki siyah-beyaz resimler, sonra kitap halinde çıktığı zaman konulan resimlerden daha güzel. Belki onları yeniden böyle basmak lazım. Sonra 1944 hadiseleri dolayısıyla hapse girdikleri zaman tabutlukların içinde gazete ve kitap okumaları mümkün değildi. Duruşmalar başladığı zaman askeri cezaevine çıkarıldılar. Orada kitap, gazete okuma-yazma imkânı doğunca Bozkurtların Ölümü’nü yazmaya devam ediyor. Hapisten çıktıktan sonra da hızla -onu Yağmur Atsız çok güzel anlatıyor- gece gündüz yazmaya devam ediyor; yazdıklarını eşi Bedriye Hanım’a okuyor, Yağmur Bey de orada daha küçük bir çocuk (1945-1946 yılında) ve 1946 yılında bitiriyor romanı. Kitap çok büyük rağbet görünce ikincisini de yazıyor. 1949’da da ‘Bozkurtlar Diriliyor’ çıkıyor. Zaten ikincinin yazılacağı birincideki bazı ipuçlarından bellidir, yani ikinciye bazı kahramanlar oradan aktarılacaktır.

Biz, Atsız’ı hep fikir adamı, dava adamı olarak gördük, onun bir de dil, tarih ve edebiyat yönü var. Siz bu yönünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Atsız Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu, 1930 yılında. O zaman fakültenin adı Edebiyat Şubesi, bölümün adı Edebiyat Zümresi idi. 1926’da kaydını yaptırdı ama askere gitti, o yıl askerlikle geçti. Fiili olarak 1927’den 1930’a kadar üç yıl okudu. Sınıfında çok önemli insanlar vardı; Orhan Şaik Gökyay, Tahsin Banguoğlu, Pertev Naili Boratav gibi. Dolayısıyla bir Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu olarak her şeyden önce bir dilci, edebiyatçı idi ama Zeki Velidi Togan’dan da dersler alıyordu. Atsız’ı bir bilim adamı olarak ele alırsak ilk önce tarihçiliği gelir. Zeki Velidi’nin çok tesirinde kalmıştır, asistan olduğu zamanda onunla teması oldu. Bir yandan Fuat Köprülü’nün bir yandan Zeki Velidi’nin talebesi, aynı zamanda Türkiyat Enstitüsü’nde çalışırken Abdülkadir İnan aynı enstitüde asistan olarak görev yapmakta.

İlk Osmanlı tarihlerinden birkaçını ilk defa o yayınladı: Aşıkpaşaoğlu tarihi, Oruç Bey tarihi. 1949’da yayınladığı ‘Osmanlı Tarihleri 1’ isimli kitabının içinde beş tane ilk Osmanlı tarihi var. Üçünü kendisi hazırladı, ikisinden birini Fahrettin Kırzıoğlu’na, birini de İbrahim Hakkı Konyalı’ya hazırlattı. Böylece ilk Osmanlı tarihleri ilk defa 1949 yılında, üçü bizzat kendisi tarafından hazırlanarak ortaya konmuştur ve ilim dünyasının ihtiyacını yıllarca onlar karşılamıştır. O üç kitaptan biri de Farsçadan Atsız tarafından çevrilmiştir, Behcetü’t Tevarih isimli olanı. Türklerle ilgili bölümü çevirdi ve oradan yayınladı. Tabi ki edebiyat tarihçiliği ve dilciliği de var. Söylediğim eserler eski Oğuz Türkçesi, eski Anadolu Türkçesi eserleri olduğu için o dönemin dilini en iyi bilen insandı, dolayısıyla aynı zamanda dilcilik eseridir onlar. Türk Edebiyat Tarihi’nde de Türklerin ilk yazılı ve sözlü edebiyatını anlatır. En önemli tarafı destanları bir bütün olarak kabul etmesidir. Türk destanlarını, Alper Tunga destanından Oğuz Kağan destanına kadar bir bütün olarak ele alır. Diğer destanlara özel bir bakışı vardır. Türk Tarihinde Meseleler kitabında da destanlarla ilgili arka arkaya birkaç yazı çıkarmıştır. Onları, Yeni Sabah gazetesinde yayınlamaya başlamıştı. 1940’ların ikinci yarısında gazete yazarlığı da var ama çok değil on beş, yirmi yazısı var. Mesela “Türk tarihine bakışımız nasıl olmalıdır?” yazısı ve Türk destanları üzerine olan yazıları Yeni Sabah gazetesinde çıktı.

Türk milliyetçiliğine ve Türk milletine dergicilik konusundaki katkıları nasıldır?

Atsız bir dergici aynı zamanda, yani bir yayıncı idi. Yayıncılığı sadece dergiyle de sınırlı değildir. Onun Aylı Kurt yayınları var. Küçük boy, büyük boy Aylı Kurt yayınları 1944 hadiselerine kadar devam etmiştir. Atsız’ın doğrudan doğruya aşağı yukarı ondan fazla yayını var. Bugün anladığımız manada binası olan bir yayınevi değil ama ayrı bir yayın şirketi gibi çalışıyor. ‘Nazım Hikmet’e cevap, ‘Mustafa Çokay’a cevap gibi küçük kitapçık şeklindeki yayınlar oradan çıktı. Hatta Türkiye’deki Dede Korkut’un ilk ilmi yayını olan Orhan Şahit Gökyay’ın Dede Korkut kitabı da 1938 yılında Aylı Kurt yayınlarından çıktı. Reha Oğuz’la tartışmalarında bazı küçük kitapçıklar yine bu Aylı Kurt yayınlarından çıktı. Onun yayıncı olarak öne çıkan tarafı dergi yayıncılığıdır. Atsız Mecmua (1931-32) 17 sayı, Orhun Mecmuası (1933-34) 9 sayı olarak çıktı. Bu iki dergi o dönemin fikir ve edebiyat hayatında çok önemlidir. Atsız’ı Atsız yapan da bu iki dergidir. Atsız’ın adı Türk milliyetçilerin arasında bu dergiler sayesinde öne çıktı. Orhun dergisi 9.sayısından sonra kapatıldıktan sonra Atsız’ın 1939-40 yılına gelinciye kadar fazla sesi çıkmıyor. Daha çok bir özel ortaokulda hocalık yapıyor. Ama 1939’dan itibaren Türk yayıncılık hayatında bir patlama oluyor. Bir yandan solcu, sosyalist, komünist dergi ve gazeteler, bir yandan da milliyetçi dergiler birden bire pıtrak gibi ortaya çıkıyor. Atsız, Orhun dergisini 10.sayı olarak yeniden çıkarmaya başlıyor. O meşhur açık mektuplar bu dergilerde çıkıyor. Atsız açık mektupları yazdığı 1944 yılı Mart ve Nisan aylarında Türk milliyetçileri arasında en önde gelen isimlerden biriydi hatta birincisiydi. Bu mektuplarla birlikte Atsız kesintisiz olarak Türk milliyetçiliğinin fikri lideri kabul edildi. Bu açık mektuplar çok büyük yankılar uyandırdı. Okullarda ve sınıflarda okundu. Kasaba kahvelerinde okuma yazma bilen çocuklara “Evladım oku bakalım burada ne diyor.” denilerek okundu. Orhun’un devamı olan bu dergi 10.sayıdan 16.sayıya kadar devam etti. 1951’de ilk defa haftalık Orkun dergisini çıkardı. Orkun 68 sayı çıktı. 1944’deki en önemli arkadaşlarından biri İsmet Tümtürk ile beraber çıkarttı. Dergiyi çıkarabilmek için birkaç Türkçü aralarında topladıkları parayla resmi olarak Türkçüler yardımlaşma sandığını kuruyorlar.  Orkun dergisi onun yayın organı olarak ortaya çıkıyor. 1962’de İsmet Tümtürk tarafından çıkmaya başlayan Milli Yol dergisinde de yazılar yazıyor. Bu dergi haftalık ve 58 sayı çıkıyor. Milli Yol çıkarken Ankara’daki bazı Türkçüler, Orkun dergisini tekrar çıkardılar. Bu dergi de aylıktır ve 26 sayı çıktı. Onun da kurucusu olarak gösteriliyor. Atsız’ın sahibi olduğu ve doğrudan doğruya kendisinin çıkardığı son dergi Ötüken’dir. 1964’de başladı ve 1975’de vefatına kadar en uzun süreli çıkan aylık dergidir. 100 sayıyı geçmiştir.

Son olarak Atsız Bey ile ilgili ne söylemek istersiniz?

Alparslan Türkeş ile beraber Türk milliyetçiliği siyasete de girdi. 12 Eylül gibi Türk milliyetçileri için pek de iyi sonuçlar vermeyen hareketler oldu. Kesin olan bir şey var ki siyasete girmesiyle ve Alparslan Türkeş’le Türk milliyetçiliği geniş halk kitlelerine de yayıldı ama geniş halk kitlelerine yayılınca bu defa kalitede bir düşme oldu. Hatta sonlara doğru milliyetçilik deyince sadece din anlaşılır gibi bir durum ortaya çıktı. Biraz da Atsız’ı da öfkelendiren bunlar oldu. Yani her şeyi din nazarından, din noktasından gören insanlar kendilerine milliyetçi demeye başladılar. Bütün bu tecrübelerden sonra ve Türkiye’yi artık doğrudan doğruya kendilerini saklamadan siyasi İslamcı olarak nitelendiren kişiler 15 yıldır Türkiye’yi idare edince, bu işin daha bir ciddiyetle ele alınması gerektiği ortaya çıktı. Yani “Din, toplumda ne kadar yer alacaktır?” bütün bunları daha derli toplu şekilde ortaya koymak gerektiği anlaşıldı ve bu sebeple Atsız’ın ‘Laik Türkçü’ fikriyatı daha öne çıktı. Gerçekten Türkçülük laik bir düşüncedir. Yani Gökalp zamanında çıktığında da, Cumhuriyet dönemi ilk Türkçülerinde de böyledir. Yani din gibi bir endişeleri yoktu. Din sadece Türk milletini meydana getiren unsurlardan, kültürümüzün önemli unsurlarından biriydi. Türk İslam ülküsü diye bir şey yoktu. Türk ülküsü vardı. Ama bu İslam’ı reddeden bir şey de değildir. Son 10-15 yıllık tecrübeden sonra bu konu daha iyi anlaşıldı ve Atsız daha öne çıktı. Hatta bir dönem unutulur gibi veya çok az okunur gibi olmaktan kurtuldu ve öne çıktı. Bugün benim son gördüğüm Bozkurtların Ölümü 126.baskıydı ve şimdi 127 olabilir. Yani yılda birkaç defa basılıyor. Bu aslında sadece Atsız’ın değil Türk milliyetçiliğinin de yaşayacağını gösteriyor. Milletler dara düştüğü zaman kendi kültürlerine, dillerine, edebiyatlarına sarılıyor. Dolayısıyla onu en iyi temsil edenlerden biri de Atsız olduğu için, o da öne çıkmış oluyor.

Diğer Söyleşiler