Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Tüm yazıları
...

ALARM ZİLLERİ

Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.

Ayşe Göktürk Tunceroğlu

“Alarm zilleri” diye bir başlık gördüm gazetede. Sayın cumhurbaşkanının konuşmasından bir cümle. Sevindim. Demek ki, son günlerde hepimizi derinden üzen ve korkutan zehirlenme vakalarına el attı! O müdahale ettiyse bir çözüm bulunma ihtimali var. (Birkaç sene önce Balıklı Rum Hastanesi’nde yangın çıkmıştı da külliye sözcülerinden biri ‘cumhurbaşkanımızın talimatıyla yangına müdahale edildi’ demişti ya, onu hatırladım).

Gerek gıda gerek ilâç zehirlenmesi haberleri ülkemizin her yanından peş peşe geldi, geliyor. Her gün gazetelerde başta İstanbul olmak üzere yurdun dört bir yanından zehirlenme vakalarının haberleri. İki küçük çocukla memleketlerine gelen, İstanbul’un birazcık tadını çıkaralım diyen gurbetçi aile yok oldu! Gazetelerin sevdiği başlıklar: Yeni bulgular, flaş gelişmeler…

Ortada bir denetimsizlik olduğu apaçık. Anladığımız şu gerek böcek ilâçlama konusunda gerek lokantalar, kahveler, sokak satıcıları konularında bir başıbozukluk, başıboşluk var. Başıbozukluk ve başıboşluğa bürokrasi dilinde denetimsizlik, denetim eksikliği diyoruz.

Üç kez mühürlenen lokantada yemek yiyen 25 kişi zehirlenme şüphesiyle hastaneye başvuruyor.

Üç defa mühürlenmiş ama şimdi faaliyette! Nasıl oluyor?

Bir genç kız bir fincan kahve içti, zehirlendi, entübe edildi. Kahveye su yerine deterjan konmuş! Kafe mühürlenmiş! Belki siz bu yazıyı okurken açılmış olur!

Yediğimiz, içtiğimiz hiçbir şeye güvenemeyecek miyiz?

Kız öğrenci yurdunda sütlü tatlı yiyen 40 öğrenci hastanelik oldu. Bir başka öğrenci yurdunda 50 öğrenci daha…

Cezaevinde 170 hükümlü gıda zehirlenmesi şüphesiyle hastaneye kaldırıldı. Akşam yemeğinde konserve balık dağıtılmış.

Memleketimizin farklı şehirlerinde düğünlerden, derneklerden, okul yemekhanelerinden gelen zehirlenme haberleri… Alarm zilleri!

Üç yaşındaki çocuk ilâçlama kurbanı. Hem de son otel vakasındaki ilâçlamayı yapan şirket ilâçlamış onların apartmanını da.

Dördüncü kattaki ilâçlama üçüncü kattaki bebeği öldürdü.

Bir başka ilâçlama şirketinin sahibinden kullanılan ilâçlar hakkında duyduğumuz açıklamalar ürkütücü: "Bakkalda bile satıyorlar.” diyor. “Bir köye gidin, 'ambar hapı' deyin, veriyorlar. Bunun reçeteyle satılması lâzım. Bu zehirli bir şey. Bilen, bilmeyen bunu satıyor. Kutusunu açtığın zaman havanın nemiyle birlikte reaksiyona giren bir ilâç”.

Bakkalda bile satıyorlarmış! Alüminyum fosfit.

İlâçlamayı yapanlar sertifikaları olmadığını itiraf ettiler. Yetki belgeleri yokmuş!

Bu kadar başıboşluk yani denetimsizlik sizi de korkutmuyor mu?

Alarm zilleri çalmıyor mu?

Cumhurbaşkanımızın konuşma metnine heyecanla göz gezdirdim. Ne yazık ki, benim tahminim değilmiş konu. Nüfus artış oranımız azalıyormuş ve alarm zilleri bunun için çalıyormuş.

"Nüfusumuz artıyor fakat nüfus artış oranımız azalıyor. TÜİK'in açıkladığı verilere göre geçtiğimiz yıl ölçülen toplam doğurganlık hızı 1,48. Şu anda bir felaketi yaşıyoruz. Bu oran nüfusun kendisini yenileme düzeyi olan 2,10 bandının çok altında. Geleceğimiz açısından alarm zilleri hem de çok yüksek sesle çalıyor. Bu ülkenin istikbalini düşünen hiç kimse buna kayıtsız kalamaz."

Sayın cumhurbaşkanı zehirlenmeler konusuna -Yeni Türkiye’deki usul üzre- el atarsa bir yol alınabilir, demiştim, olmadı!

Nüfus artış hızımız azalıyor olabilir. Aileler artık bir çocukla yetinme eğiliminde olabilir. Hatta gençler evlenmekten kaçınıyor olabilir. Nüfus artış hızımızı arttıralım da… Bu başıbozukluk, bu denetimsizlik, bu güvensiz ortam sürüp giderse… İnsan ve çevre sağlığı bu kadar önemsenmezse yeni nesiller nasıl sağlıklı, huzurlu, mutlu yetişecek? Doğacak olan bebeklere yeteri kadar temiz hava, temiz su, temiz gıda, güvenli çevre sağlayabileceğimizden emin miyiz?

İstanbul’un yepyeni sayılan semtlerinden birinde gördüğüm bir manzarayı hatırladım. Biz üniversitede okurken mevcut olmayan, fakat şimdi çok büyümüş semtlerinden birinde çocuklar gördüm. Daracık bir sokakta. Sırt sırta vermiş beş, altı, on katlı apartmanlar. Zemin katları dükkân, atelye. Kaldırım boyunca iki taraflı arabalar park etmiş. Kaldırımlar o kadar dar ki… Sokak tek yön trafiğe açık. Arabalar peş peşe geliyor. Gördüğüm üç dört çocuk orada, oynamaya çalışıyor. Top var ayaklarında. Futbol oynamaya çalışıyorlar. Arabalar geçerken kenarlara çekilip yol veriyorlar. Kaza tehlikesi, kapkara egzoz dumanları, kaldırım kenarlarındaki çöpler… Derin nefes alıp ciğerlere oksijen doldurmak mümkün değil! Çocukların durumuna içim acıdı. Eski İstanbul değil, yani, “Ne yapalım vaktiyle ecdat böyle yapmış, ölçüleri dar tutmuş, nasıl düzelteceğiz?” deme hakkımız yok, daha otuz kırk sene önce şehir dışında bir köy olan semt burası!

Denetimsizlik, başıbozukluk… Şehirleşme, şehir planlaması, yol ve kaldırım standartları, park yerleri, iş yeri-ikâmetgâh bölgesi ayrımı, yeşil alan… Neden geniş ve düzgün yollar, geniş kaldırımlar düşünülmedi? Neden apartmanlar eğri büğrü, sağlıksız inşa edildi? Apartmanların arasında tehlikeli kimyasallarla çalışılan atelyeler uygun mudur? Park yeri bile olmayan “apartman hastaneler” nasıl ruhsat aldı? Mühürlenen lokanta tekrar nasıl işbaşı yapar? Otellerde işletme şartlarına uyulup uyulmadığı neden denetlenmez? Yetki belgesi olmayan ilâçlama şirketi ne demektir? Bakkalda satılan tarım-böcek ilâcı ne demektir? Çevre sağlığı ne demektir?

Alarm zilleri çalıyor!